Tarikatlar, Gülen Cemaati’nin 2012’sini yaşıyor

HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY

Türkiye’de “olmazın olacağını” gözden kaçıran yapılar her zaman hüsrana uğradı. Bu sözü, siyasi partiler için olduğu gibi toplumsal yapılar, ya da sivil toplum kuruluşları için de kullanabilirsiniz. Tarikatlar, kendilerini fena halde “Artık her şeyin oturduğuna” inandırmış durumdalar. Oysa sistem çalışıyor ve öğütme mekanizması fena halde işliyor.

Bilmece gibi ifadelerle mi yazıya başladığımı düşünüyorsunuz? Hemen açayım.

2010’lu yılların başlarını hatırlayın. Gülen Cemaati’nin gücünün dorukta olduğu dönemlerdi. Perde arkasında başka şeyler yaşanıyor olsa da dışarıdan bakıldığında tablo farklıydı.

Perde arkasında, AK Parti tepe yönetimiyle Cemaatin zirvelerinde müthiş bir gerginlik olmasına rağmen dışarıya yansıyan/yansıtılan görüntü kusursuzdu.

Fethullah Gülen’in “mezardakilere bile ‘Evet’ oyu kullandırmak lazım” diyerek destek verdiği 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu yüzde 57 oyla onay almıştı. Ardından Haziran 2011 seçimlerinde en büyük destekçisi oldukları AK Parti, seçimlerden yüzde 48’in üzerinde oy alarak yeniden iktidar olmuştu.

Medyada yer alan iddialara bakılırsa Gülen Cemaatine, “dokunan yanıyor” idi. Dahası, aynı çevrelere göre Cemaatin devlette yaptıramayacağı iş yoktu. Gülen, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil aracılığıyla “dokunan yanıyor” algısından duyduğu rahatsızlığı dile getirse de, Cemaatte bu kadar güçlü görünmekten hoşlananların oranı hiç de yabana atılacak gibi değildi.

CUNTA LİDERİ, MAHİR KAYNAK’TAN DEĞİL ARKADAŞLARINDAN ŞÜPHELENDİ

Sonrasında her şey kamuoyunun gözleri önünde yaşandı. Dershane tartışmalarıyla başlayan gerilim bambaşka bir yere vardı. Bir daha da hiçbir şey eksisi gibi olmadı.

Pek çok kişinin yanıldığı ya da gözden kaçırdığı bir nokta var. Her taşın altında komplo teorisi arayanlar, AK Parti ve başındaki liderin her şeyin muktediri olduğu konusunda hiçbir tereddüde düşmüyorlar.

1971’de 9 Mart Cuntasının içine MİT adına sızan Mahir Kaynak, en hızlı cuntacı olarak tanındı. İçeriye dinleme cihazı sokulacağı ihbarını alan cunta lideri Tümgeneral Celil Gürkan, kendi beyin kadrosundan şüphelendi. Odaya girecek arkadaşlarının üzerini aratma gereği duydu.

Arama görevini verdiği en güvendiği isimse “Fakülteli” adıyla bilinen Mahir Kaynak oldu. Mahir Kaynak, bu şehir efsanesi gibi anlatılan olayı İletişim Yayınları arasında çıkan “Darbeli Demokrasi” isimli kitabında büyük ölçüde doğruladı. Ekranlarda ise farklı zamanlarda olayı aynı şekilde kendi ağzından anlattığı oldu.

Türkiye’nin sekülerleştirilmesi girişimi, Cumhuriyetin kurucu idaresinin temel hedeflerinden birisiydi. Cumhuriyetin ilk yıllarında bu net bir şekilde ortaya konulmaya çalışıldı.

Uğur Mumcu, Um.Ag Yayınlarından çıkan “Kazım Karabekir Anlatıyor” isimli kitabında bizzat Mustafa Kemal Atatürk’ün bu hedefe yönelik olarak neler yaptığını belgeleriyle anlatıyor.

Bu dönemde atılan sert adımlar, toplumda ters tepip Said Nursi’nin tabiriyle 1950’lerdeki “dindar ve dine hürmetkar” Demokrat Parti döneminin zeminini oluşturdu. 1980’ler, Soğuk Savaş döneminin Yeşil Kuşak hazırlama girişimleri çerçevesinde dindarlar için sera ortamı olarak geçti.

1990’larda Sovyetler Birliği yıkılıp NATO yeni düşman olarak “fundamentalist İslamı” belirlemesiyle Türkiye’de dini hareketlere bodoslamasına dalındı. Bu girişimler Refah Partisi’ni koalisyonun büyük ortağı olarak 1996’da iktidara taşıdı.

Her şeyin temelinde komplo teorisi arayanlar nedense, 2000’li yıllarda AK Parti’nin palazlanması ve önünün açılmasında ortaya konanları kabule yanaşmıyorlar. AK Parti’nin ABD’nin güdümüyle kurulduğu iddiası önce muhalif gibi görünenler tarafından dillendirildi.

Geçtiğimiz haftalarda, partinin MKYK’sında görev alan, Erdoğan’a aşk derecesinde bağlı olduğunu söyleyen iş insanı Ethem Sancak tarafından anlatıldı. Dışarıdan söylenenlere inanmayanlar, malum şahsa o kadar inandılar ki şüphelenme gereği bile duymadılar.

PLAN İŞLİYOR, KUM SAATİ ÇALIŞIYOR

Cemaat mensupları, 2004 yılındaki MGK toplantısında alınan “Gülen’i bitirme” kararına inanmak istemedi. O zamanlar geldikleri nokta itibariyle buna güçlerinin yetmeyeceğini düşündüler.

Gülen Cemaati’nin büyüklüğü yanında öteki cemaatlerin cesametinin bir kıymet-i harbiyesinin olmadığını hepsi bilir. Bugün tarikatların en irisi olarak bilinen Menzil, ya da cemaatlerin en bilineni Süleymancılar bile bir varlık sahibi sayılmazlar.

Cemaatler ve tarikatlarla ilgili hazırlanan rapor bir dönem konuşulup geçti. Bizzat Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanan raporu 3 Ağustos 2019’da Aydınlık Gazetesi yayınladı.

Diyanet, ortaya çıkması üzerine raporu yalanlama yerine hazırlanması konusunda hedef saptırma yoluna gitti.

Şimdi ise Süleymancılar diye bilinen kendilerini “Süleyman Efendinin talebeleri” olarak tanımlayan cemaate karşı ilk mermi namluya sürüldü. Uzun yıllar cemaatin içinde kaldığını söyleyen Zekayi Işın, Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığına başvurdu.

Işın, Cemaat lideri Alihan Kuriş’in, “Anayasal düzeni bozmaya yönelik her türlü terör faaliyetinde bulunduğu” iddiasıyla suç duyurusu yaptı:

“40 yıla yakın süre bu cemaatin içinde yer aldıktan, her türlü hizmeti gerçekleştirdikten sonra yaptığım tespitlerde, içerisinde yer aldığım eylemlerde bu grubun Türkiye Cumhuriyeti devletine zarar verici, Türkiye Cumhuriyeti devletini yıkma amacı taşıdığının farkına vardım ve bunu sayın makamlara ekte delilleriyle bildiriyorum. Bu grup mevcut anayasal düzeni yıkarak şeriat rejimini kurmayı amaç edinmiştir.”

Bu iddiaları deli saçması olarak bulabilirsiniz. “Menfaatine zarar veren bir şey yaşamıştır” diyebilirsiniz…

Gülen Cemaatine yapılanlardan sonra iddianın bir temele oturması gerekmediğini net bir şekilde görmüş olduk.

Bu ihbardan savcıların hemen harekete geçeceği gibi bir anlam çıkmayabilir.

Şunu unutmayın. Cemaat ve tarikatlara operasyon başlatmak için materyal toplayan ve fırsat kollayan çok sayıda savcı uygun bir ortam bekliyor. Üstelik bu isimler, yaptığı hazırlıkları da birbirleriyle kendi ortamlarında paylaşmaktan çekinmeyecek kadar rahat hareket ediyorlar.

Yakın bir gelecekte Nakşi tarikatının merkezi Menzil grubunu METÖ, Süleymancıları SETÖ diye tanımlayan adımlar kimseyi şaşırtmayacak.

Bu yapılacaklar, “dinin saflaştırılması” ve “bir takım sapkın inanışların ortadan kaldırılması” gibi bir kılıfla kamuoyuna sunulacak.

Bütün bunlar varılacak yeri değiştirmeyecek.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Ben kılıf olarak değil, gerçekten soruyorum Sayın Yazar….

    “Dinin saflaştırılması” ve “bir takım sapkın inanışların ortadan kaldırılması İslamın saflaşması”adına yani…

    Bu habere sevinmeli miyiz yoksa üzülmeli mi?

    Allah bir reculü facirle de dine hizmet ederin bir tefsiri olamaz mı bu?

    Gülen cemaatinden insanları hapislere tıkan birtakım hakim savcı kesimi, bunu dini bir ibadet gibi yapma sapkınlığına düşmüşken ve bu ibadet neşvesi Siyasal İslamcıdan tut bilmem hangi tarikata kadar yayılmışsa, fasık eliyle ve başka gerekçelerle de olsa bir çeşit sigaya çekme kötü bir haber mi iyi bir haber mi?

    Onların karıları da helaldir diyen, mallarına mülklerine el koymayı hak sanan bir din anlayışını taşıyanların hükümran olduğu bir zamanda, akşm kalmış darbenin planlayıcısı Çetin Doğan’ın tabiriyle”tepelenmesi” neticesi itibariyle şer midir hayır mı?

    Dünya çapında müslümanlığı farklı bir kulvara itmeye, kin nefret dilini kullanmayı yöntem kabul etmiş bir anlayışın nüvelerini taşıyan bir anlayışın başına bunların gelmesi hayır mıdır şer midir?

    Samimi sorularım bir yönlendirmeyi içermemektedir.

    Sadece samimice sorulmuş sorulardır!!!

  2. Menzile gönül vermiş bir tanıdığa bundan 2 sene önce dedim ki:

    “sıra size de gelecek, tarikatların başına gelecek”

    Verdiği cevap çok ilginçti.

    “Ama ben Türkiyeye gitmeden yapamam ki” “Ne istiyorlar ki benden, isimse söylerim ne var ki, kötü bir şey mi yapıyoruz ki”

    Oldu.

    Menzil için bir müntesibinden itirafçılığın kriterini de bizzat duymuş oldum. :))

    Türkiyeye tatile gidememeyi katlanılamaz bir zulm olarak görenler, etkin pişmanlığa koşa koşa razı olacaklar şimdiden belli.

    Şeyh uçmaz müridi uçurur dan,

    Şeyh terörist olmaz, müridi onu yapara dönüşür.

    Sayın Yazar, bu nedenle, bir tatile gitme karşılığı, hak bildiği yola tu kala diyeceklerin varlığını görünce, bence girişmezler diyorum kitlelerine.

    İlim Yayma vb yapılar kamuya göstere göstereler, kaymakam, hakim, savcı, bürokrat havuzları bunlarla dolu ve torpil hat safhada.

    Demem o ki, göstermelik bir iki sapkın durumu ve suç unsurunu sivil kesimdem gösterip, asıl KHK larla Kamu da temizlik yapacaklar derim ben, mantıklı olan bu.

    Yalnızca sivil ve askeri bürokratik elit ve A kadrolar değil, sözleşmeli personele kadar inecek bir Khk lar zinciri olur o zaman.

    15 Temmuz sonrasi geniş tanımla memur sayısının 2 milyon arttığını düşünürsek, ihraç listelerinin uzunluğunu varın siz tahmin edin

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin