Tanımadan tanımlamak

YORUM | MAHMUT AKPINAR

Dün bir ilkokul programına gözlemci olarak katıldım. İlkokul beşinci sınıf öğrencilerine yönelik bir programdı. Meraklı, öğrenmeye aç, ama hareketli, kontrolü zor bir öğrenci grubunu öğretmenleriyle birlikte izleme ve inceleme fırsatım oldu. Eleştirel düşünce, fikir ve ifade hürriyeti gibi  demokratik değerler üzerine bina edilen İngiliz eğitim sistemini yakından gözlemledim. Konu çocuklara farklı dinlerin ve kültürlerin tanıtılması, çok kültürlülük, çoğulculuktu. 

Tam günlük bir programın ilk yarısında cami ziyareti ve Müslümanlığı tanımak vardı. Sabah camide buluşacaktık. Öğretmenleri başında öğrenciler bir otobüsle camiye geldiler. Bu tür programları daha ziyade başka din ve kültürlerle temas kurma imkanı olmayan homojen okullar için yapıyorlar. Eş zamanlı olarak camiye vardık. Beni davet eden, çok kültürlülük, entegrasyon gibi konularda organizasyonlar yapan gönüllü kuruluşun temsilcisi James caminin önündeydi. Sonra çocuklar cıvıl cıvıl, merak dolu bakışlarla araçtan indiler. Hemen tamamı beyaz İngiliz çocuklarıydı. Her grup öğrenci bir düzen içinde hemen kendi öğretmeninin etrafında toplandı. Bazı kız çocuklarının “camiye geliyoruz” diye başlarına koydukları tülbent tarzı kumaşlar, her biri zaten tatlı olan o sarışın çocuklara ayrı bir tatlılık katmıştı.  

Cami imamı bizleri karşıladı ve içeriye aldı. Çocuklar merak ve heyecan içinde camiye girdiler. Girişte ayakkabılarını çıkardılar. Öğretmenleri dahil hepsi cami imamının karşısında yere oturdu ve adeta saf düzeni aldılar. Sonra imam çocuklara İslamın temel esaslarını, ibadetleri, kutsalları anlattı. İmamın İslam’ın temel felsefesinden, kainata, insana bakışından öte şekli konuları, ritüeller anlatması dikkatimi çekti. İslamın ritüellerden ibaret olmadığına dikkat çekebilmek için İslam, mümin ve müslüman kelimelerinin ne anlama geldiğini, iyi bir müslümanın nasıl bir insan olması gerektiğini sordum. Sağolsun hoca da gayet güzel cevaplar verdi. Sonra çocuklara ve öğretmenlere soru sorma imkanı tanıdı. Çocuklar hocanın entarisinden başındaki takkeye kadar pek çok konuyu sordular. Öğretmenler de gayet güzel sorular sordular. Sonrasında caminin müştemilatı gezdirildi. Camide yapılan aktivitelerden, kurslardan bahsedildi. Bir saatten fazla bir süre camide kaldık. Hem öğretmenler hem de öğrenciler subjektif ve taraflı tanımlamalara girmeksizin, bizzat o inancın mensuplarından, öncülerinden yaşayarak, dokunarak, görerek İslam ve Müslümanlar hakkında bilgi sahibi oldular. 

Camiden sonra farklı din, dil ve ülkelerin öğrencilere tanıtılması aşaması vardı. Bunun için üzerinde yüzden fazla dilin konuşulduğu bir cadde seçilmişti. Bu caddenin Avrupa’nın en fazla dini ve etnik grubu barındıran cadde olduğu ifade edildi. Gezilecek caddeye yakın bir kilisenin salonu toplanma mekanı ve ön bilgilendirme için seçilmişti. Çocuklar ve öğretmenler önce çantalarında getirdikleri mütevazı azıklarını yediler. Sonra James farklı din ve kültürlerle ilgili çocuklara interaktif ve eğlenceli bir sunum yaptı. Farklı kültürlere, dinlere, ülkelere karşı ilgi uyandırmaya çalıştı. Cadde üzerinde var olan dini, kültürel mekanlardan, dükkanlardan, mutfaklardan, yemeklerden bahsetti. Sonra da yüzden fazla dilin konuşulduğu bu cadde üzerindeki mekanlar grup halinde gezildi, farklı kültürleri yansıtan dükkanlara girildi, kişilerle muhatap olundu.  Bir saatlik cadde gezisinden sonra çocukların tekrar görüşleri, düşünceleri alındı ve program bitirildi. 

Çok zor ve karmaşık bir program değildi. Yapılması çok masraf isteyen, zahmet gerektiren bir iş de değildi. Çok fazla bilimsel çaba, detaylı bilgi, teorik yükleme gerektirmiyordu. Ama çok etkili bir öğrenme yöntemiydi. Bizim müfredatlarda bolca karşılaştığımız üzere çocukları kuru bilgiye boğmuyor, endoktrinasyona ve önkabullere dayalı tanımlamalara girmiyordu. Öğrencileri mekanlarla, objelerle, kültürlerle muhatap ediyor ve kendilerinin tanımasını, dokunmasını, bilgilenmesini sağlıyordu.  Yani bir kesimi, grubu, dini, kültürü tanımaksızın subjektif bilgilerle tanımlama ve tanıtma yolunu tercih etmiyordu.   

Aslında bu yapılanların yaşanmış halini biz binlerce yıl tecrübe ettik. Eskiden hemen bütün şehirlerimizde farklı dil, din ve kültürden insanlar birarada ve komşuluk ilişkileri içersinde yaşardı. Sadece İstanbul, İzmir, Bursa değil, Mardin, Diyarbakır, Samsun, hatta milliyetçi düşüncelerin öne çıktığı Yozgat, Erzurum, Elazığ gibi kentler çok kültürlü, çok dinli ve çok etnikli şehirlerdi. Şimdilerde her bir şehir dar bir kimliğin, tanımlamanın içine hapsedilmiş, ötekine tahammülsüz hale getirilmiş durumda. Futbol maçları bile savaş geriliminde yapılıyor.  

Farklı din ve kültüre sahip toplumları Hz. Peygamber anayasal bir metinle (Medine Vesikası) garanti altına almıştı. İnsan olmasına hürmeten bir Yahudinin cenazesine ayağa kalkmış, Mescidi Nebevi’yi Necranlı Hristiyan grubun ibadetine tahsis etmişti. Bugün başka dinlerden insanlarla diyalog kuran, tanışma toplantıları yapanları neredeyse tekfir eden bazı din adamları, Hz. Peygamber vefat ettiğinde borcu mukabili kalkanının bir Yahudide rehin olduğunu bilmiyor olamazlar. Batı Ortaçağı yaşarken Osmanlı’da ve Selçuklu’da her farklı dini gruba geniş özerklik veren Millet Sistemi uygulanıyordu.  

Peki biz bu hale nasıl ve niçin geldik? 

Dinleri, insanları, toplumları tanımadan tanımlama hevesine kapıldığımız için geldik. Son birkaç asırdır ama münhasıran Kemalist ideolojinin eğitim sistemine egemen olduğu dönemden itibaren rejim, devlet insanların kendilerini nasıl tanımladıklarına bakmaksızın onları tanımladı. Kimisine “mürteci” dedi, kimisini “Dağ Türkleri” olarak tanımladı. Ortak noktaları güçlendirip birlikte yaşama umudunu artırmak varken, devlete hükmedenler her farklılığı yok edip homojen ve tekdüze bir ulus inşa etmeye yöneldi. Ama gerçekte mesafeleri büyüttü, ilişkileri zehirledi, güveni, komşuluğu, birlikte yaşama ruhunu bitirdi. Şimdilerde Erdoğan rejimi benzer şeyler yapıyor, laikleri dışlıyor, bir toplumsal kesimi “F.TÖ” olarak etiketleyip topluma dayatıyor.  

Kılıçdaroğlu’nun yasa teklifi kanaatimce insanları devlet eliyle tanımlamaktan, tasnif etmekten, giyim kuşam ve yaşam tarzı dayatmaktan uzaklaşmaya dair oldukça yapıcı bir öneri. Bunun yüz yıl boyunca bu dayatmaları yapan bir partiden ve liderinden gelmesi, partideki Ulusalcı damarın tepkisini göze alarak yapması çok önemli. Dikkat ederseniz insanların kendilerini tanımlayıp kendi hayat tarzlarını tercih etmelerine yardımcı olacak bu tür düzenlemelere iki kesim şiddetle karşı çıkıyor. Birisi İslamcılık, Milliyetçilik üzerinden siyaset yapan ve kitleleri konsolide eden AKP/MHP ortaklığı, öteki Kemalist şablonlarla toplumu şekle sokmaya, tanımlamaya çalışan Ulusalcılar.  

Şimdiye kadar insanların kendini tanıtmasına ve tanımlamasına fırsat verilmedi. Devlet hepimizi tanımladı, etiketledi. Ülkede tekrar huzurun tesis edilmesi ve birlikte yaşama ruhunun kurulması için devletin veya başkalarının tanımlamalarından kurtulup her kesimin kendisini tanıtmasına, tanımlamasına imkan vermeliyiz. Kendimizden farklı olanı devletin merceğinden değil, kendi anlatımlarından tanımalı ve kabul etmeliyiz. 

Tek Parti dönemiyle muhafazakarları tehdit etme, başörtüsünü kullanarak dindarları ikna etme AKP’nin önemli kozuydu. Pek çok ulusalcı ve Kemalist anlamakta zorlansa ve tepki verse de tecrübeli siyasetçi Kılıçdaroğlu CHP’nin değişimi, toplumsal gerilimin azaltılması ve İslamcı fanatizmin elindeki kozun alınması adına önemli bir adım attı.  

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Tekrar yazmam gerekiyor. Kılıçdaroğlun birşey yaptığı yok. Ne kendisi ne diğerleri türban hakkında iyi şeyler düşünmüyor. Zaten cihatçı yapılanma tamamlanıp sokağa salındığında bütün oklar türbana yönelecek. Nasıl Kürtün hakkı PKK gerekçesiyle verilmiyorsa, müslümanın da hakkı cihatçı terör yüzünden müslümanlara verilmeyecek. Suriyede Sünni Arapların adı nasıl Işid olduysa aynısı Sünni Türklerin başına gelecek.

    Kemalizm ve Laik Cumhuriyet sonlandırıldığı için ve Kılıçdaroğlu darbecilerle el ele tutuştuğu için yeni muhaberat rejiminde yeni pozisyonunu alıyor. Yani Batıdan uzaklaşıp İrana yanaştıkları için Kemalizmi terk etmek zoruna kaldılar. Kendilerini yeni evlerine hazırlıyorlar. Kemalist Devlet artık işlerini görmüyordu. Daha kapalı bir rejimde Türkleri daha iyi idare edeceklerdir. Apar topar Türkün Batı ile ilişkisini keserek Demokrasiden Türkleri ayırdılar.

    Görünürde türban serbestliği ile demokrat gözükürken, aslında Türkleri Batıdan uzaklaştırıp Esad tarzı rejime çeviriyorlar. Zaten eskiden beri CHP nin ve Perinçeğin Esad ile İran ile ilşkileri gayet iyidir. Ne CHP Batının saygın kurumlarında kendini ifade edebiliyor ne Perinçek. Bunlar İran, Suriye, Barzani, İsrail ile sıkı ilişkileri vardır.

    Yani antidemokratik bir rejimi destekliyorlar. Dost olarak da öyle. Bir tek İngiltereye hürmet ederler. İngiltere de güçler ayrılığı kaldırılmış bir Türkiyeye hürmet eder. Kendisi gibi Türkiyenin de Demokrasi yaşamasını istemez. Kendisi efendidir ve ancak onlar demokrasiyi yaşarlar. Türkler onlara göre Demokrasiyi hak etmemektedir. O yüzden Muhaberat ile Türklere bol bol muhabere edecekler. İsrail de bütün dinleme cihaz tekniklerini Muhaberat Türk rejimine verecektir. Türkleri kontrol etmek için.

    Bu dehşet tabloda Kılıçdaroğlunun durduk yere türbandan bahsetmesi, yukarıdaki tabloya göre nereye koyabiliriz? Bence Kemalizmi hatırlatması açısından türban konusu, yani türban yasağı Kemalizmi hatırlatacağından çünkü türban ile kemalizm çok vuruştular, bu meseleyi kapatarak Kemalizmin üstünü örtmüş olacak.

  2. Cami hocalarının sadece ritüellerden bahsetmelerine şaşmamalı, çünkü ülkemizde de din böyle öğretiliyor.ne günah, ne haram, neler farz, neler yasak.Hepimize böyle öğretildi din.Biri bize gelip müslümanlığı anlat dese hemen islamın 5 şartını anlatırız.
    Bu da yabancılara boğucu geliyor tabi.
    Sizin bahsettiğiniz islamın temel felsefesi,insan kainata bakışı keşke okullarda öğretilse,bedir, uhud savaşı yerine bence efendimizin ahlakına ve karakter özelliklerine dayalı bir siyer anlatımı geliştirilse.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin