Takdir-i iktidarı, takdir-i ilahi diye satıyorlar

HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY

Türkiye 6 Şubat Pazartesi gününün sabahına felaketle uyandı. Kahramanmaraş, Pazarcık ilçesi merkezli, 10 ili etkileyen 7,7 büyüklüğündeki depremin acısı sarılmaya başlamadan, öğle saatlerinde 7,6 büyüklüğündeki Elbistan merkezli depremle bir daha sarsıldı. Bilim adamlarının yıllardır “Geliyor” feryatlarını duymak istemeyenler, olayı “takdir-i ilahi” ve komplo teorilerine bağlayıp aradan sıyrılmaya çalışıyorlar.

Benim ailemin önemli bölümü de felaketin yaşandığı bölgede. Dün öğle saatlerine kadar irtibat kurma imkanı olmadı. O beş altı saat, yılları alıp götürdü hayatımdan. Ailemle ilgili bir şey paylaşmanın yeri ve zamanı değil.

Türkiye 17 Ağustos 1999 Marmara Depreminden sonra en büyük felaketini yaşıyor. O dönemde aktif gazetecilik yapıyordum. DSP-MHP-ANAP koalisyonunun yönettiği Türkiye’de medya, yaşanan tabloyu bütün çıplaklığıyla topluma yansıttı. 

Felaketin boyutları ekranlara taşındı, gazete sayfalarına yansıdı. Felaket sonrasında insanların nasıl bir başlarına kaldığını, devlet mekanizmasının nasıl bocaladığını bütün çıplaklığıyla hem ülke, hem dünya gördü.

Bugün felaket bölgesinde yaşananlar, 24 yıl önce insanların karşı karşıya kaldığı tablodan hiç farklı değil. Ama iktidar kontrolündeki medya tarafından yapılan bilgilendirme, insanların yaşadığı acıyı bir kat daha artırıyor. 

NACİ GÖRÜR VE UZMANLAR 3 YILDAN BU YANA FERYAT EDİYOR

Bilim insanları, Kahramanmaraş ve 10 ilin etkilendiği felaketi son yıllarda yoğun bir şekilde beklendiğini dile getirdiler. Hep İstanbul depreminin konuşulduğunu ama Güneydoğu Anadolu fay hattının daha yakın tehlike oluşturduğunu anlatmaya çalıştılar.

Yer bilimci Prof. Naci Görür, her yaşanan depremden sonra davet edildiği ekranda kapıdaki felaketi dillendirdi. 24 Ocak 2020’de yaşanan Elazığ Sivrice depreminden sonra harekete geçen fayı, sosyal medya hesabından duyurdu.

Naci Görür, sadece uyarmakla kalmıyor, kendini sorumlu hissedip Malatya-Adıyaman-Kahramanmaraş’ı kapsayan ciddi bir proje hazırlayıp TÜBİTAK’a ve devletin ilgili makamlarına iletiyor. İşin acı tarafı ise hepsinden de ret cevabı alıyor.

Aynı Naci Görür, dün sabaha karşı uyandırıldığında aklına iki şey geliyor. Birincisi, dışarıdaki çocuklarının başına bir şey gelmiş olabileceği, ikincisi ise bölgede bir deprem felaketinin yaşanmış olması. Depremi duyduktan sonra da çaresizlikten ağlama krizine giriyor.

ÖNLEM ALMAK SORUMLULUK GEREKTİRİYOR, BAŞKASINI SUÇLAMAK KOLAY

Yıllardan bu yana geliyorum diyen bir felaketi, ABD’ye bağlamaya çalışıyorlar. Önceki gün 3,1 büyüklüğündeki Kağıthane depreminde olduğu gibi dün yaşanan Pazarcık ve Elbistan depremini de HAARP’e (High Frequency Active Auroral Research Program/Yüksek Frekanslı Etkin Güneşsel Araştırma Programı) bağlayanlar oldu. 

Sağdan soldan buldukları linki paylaşıp, “Bak! HAARP yöntemiyle yaptılar” diyenler, “Deprem geliyor” diyen kendi akademisyenlerimizi dinleselerdi belki önlem alırlardı. Yaşananların “takdir-i hükümet” olduğunun gizlenmesi için “takdir-i ilahi” kalkanını kullanmayı seçiyorlar.

Aksi takdirde depremin öldürmediği, insanların yaşadığı binaların kalitesizliğinin öldürdüğü gerçeğini gizlemek için HAARP gerekçesine ihtiyaç var. İktidar yıllardır bu tür komplo teorileriyle toplumu uyuşturduğu için söylenenleri satın alacak milyonlarca insan var.

Bugünkü yaşanan faciada, bilim insanlarının söylediklerini dinlememekte inat ederek, yaşananlardan ders çıkarmayarak, siyasetçilerin, ruhsat verenlerin, denetçilerin, inşaatçıların sorumlulukları ve suçları gizlenmeye çalışılıyor. 

Belediyeler farklı amaçlarla kullanmak için kaynak oluşturduğu için rüşvet alıyor, denetçiler cebini doldurmak için denetleme yapmıyor, inşaat sahipleri kurallara uymamayı marifet sayıyor, müteahhitler malzemeden çalıyor, siyasetçiler servet peşinde… 

İnsanları çürük binalar, ahlaksız müteahhitler ve bunlara göz yuman politikacılar öldürüyor. 

Suçluyu bulmak için yukarıda saydıklarıma bakmak gerekiyor, ABD gemisine veya HAARP’e değil.

Hadi 20. yüzyıldan bu yana meydana gelen depremleri ABD, HAARP yöntemiyle gerçekleştirdi. 29 Kasım 1114’te bölgede 40 bin kişinin öldüğü kayıtlarda yer alan ve “küçük kıyamet” denilen depremde ABD mi vardı? 

10 Eylül 1509’da İstanbul’un üçte ikisini yok eden depremde Amerika kıtası daha yeni keşfedilmişti.

ABD, madem HAARP ile Türkiye’de bunları yapabiliyor, neden bunu hezimete uğradığı Afganistan’da kullanmadı?  Ya da Ukrayna’da başa çıkmaya çalıştığı Rusya’yı dize getirmek için niçin kullanmıyor? Dahası, bu yıl içinde savaşa gireceği iddia edilen Çin’e karşı kullanarak onları saf dışı bırakmıyor? 

Allah’ınızı severseniz, ABD’nin bu silahı sadece Türkiye’ye karşı mı işliyor? Ya da ABD’nin dünyada Türkiye’den başka düşmanı yok mu?

Türkiye’nin yaşadığı bu felaketi HAARP’e bağlayan kafalar olduğu sürece bizim burnumuz yerden kalkmaz.

KENTSEL DÖNÜŞÜM, RANTSAL DÖNÜŞÜM OLDU

Marmara Depreminden sonra deprem bölgeleri olarak bilinen fay hattının geçtiği yerlerdeki binaların yenilenmesi gündeme geldi. Ülkeyi yöneten AK Parti zihniyeti, kentsel dönüşümü rantsal dönüşüm olarak algıladığı için yapılan uyarılara kulak tıkandı. Nerede, nasıl daha fazla inşaat yapılabileceğini hesaplamak, her şeyin önüne geçti. 

Dün depremin vurduğu bölgelerde bazı binalar yerle bir oldu. Yıkılan binaların en trajik olanı ise yakın zamanda hizmete giren Adıyaman Belediyesi’nin yeni binası oldu. Yapılara ruhsat verenlerin iş yaptığı binanın yerle bir olması, ülkenin karşı karşıya kaldığı yaklaşımı gözler önüne serdi

Yıkılan yeni bina sadece Adıyaman’da değildi. TOKİ adına yapılan kentsel dönüşüm alanlarında da yeni binalar, öğle saatlerinde yaşanan depremde vatandaşların gözleri önünde yerle bir oldu. 

Felaketzedeler, ya enkaz altında ya da kar altında gün boyu kendilerine uzanacak yardım eli beklediler. Deprem uyarısına kulak tıkayanlar, deprem olduktan sonra bunları hatırlatmaya kalkınca bu kez de “Şimdi sırası mı?” diye sorgulamaya çalışanları susturmaya çalışıyorlar.

Ey, milleti susturmaya çalışan iktidar ve yandaşları! Bu konular ne zaman konuşulacak. Yarın felaket yine unutturulmaya çalışılacak. O zaman söylense de zaten dinleyen olmayacak. 

Konuşmanın ve yanlışları bir bir dile getirmenin tam zamanı. Çünkü 1999 depreminden hiç ders alınmadığı gün gibi ortada. Eğer gereği gibi sorgulanmazsa, 17 Ağustos’tan ders alınmadığı gibi 6 Şubat’tan da ders alınmamış olunacak.

Bilimin ışığında yol alan devletler, doğayla barışık yaşıyor. Deprem ülkesi Japonya’da yılda 7 ve daha büyük şiddette 10’dan fazla deprem oluyor. Bu depremlerin önemli bir kısmında can kaybı bile yaşanmıyor. 

Türkiye’de ise 5 büyüklüğü ve üzerindeki her deprem can kaybıyla sonuçlanıyor. Doğal olaylara karşı insanların yardımına koşmakla görevli AFAD’ın yıllık bütçesi 2,5 milyar TL. AFAD ekipleri, enkaz altında kalan 50 bin dolayında insanın hayatını kurtarmakla görevlendirildi. Bütçesi 35,9 milyar TL olan Diyanet’e ise felaketten sonra hayata tutunmaya çalışanlara sela okuma görevi verildi.

Felaketi yaşayanların üzerine sela okumanın moral bozmanın dışında ne anlamı var diye soracak olsanız, hemen “İşte gördünüz. Sela okunmasına bile karşılar” diyecekler. 

Deprem bir doğa olayı. Bunun felakete dönüşüp dönüşmemesi ise orada yaşayanların tavırlarına bağlı. 

Bu felaketi “takdir-i ilahi” diyenler, bilin ki suçu Allah’a atarak, asıl sorumluları gizlemeye çalışıyor.

Depremin sorumlularını gizlemeye çalışıp, “Şimdi bunları konuşmanın sırası mı?” diyenler, kendileri siyasetin en büyüğünü yapıyorlar. Toplumun her kesimini susturup sadece kendi propagandalarının yapılmasını istiyorlar.

1999 depreminin ertesi gün yayınlanan iki İslamcı gazetenin, o günkü ve bugünkü nüshalarını buraya bırakıyorum. Dün devletin çöktüğü manşetini atan Akit ve Yeni Şafak, bugün iktidara uzanan her eli kırmaya hazır bekliyor.

AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik de Cumhur İttifakı olarak sahada olduklarını söylemek utanmazlığını gösteriyor.

Vatandaş ise yaşadıklarını ve sahipsizliğini ancak sosyal medyadan gündeme getiriyor. Ürkerek, korkarak ve ölerek…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. bir ülkede ilk kez bi deprem olmuş olsaydı herşey ancak bu kadar acemice olurdu. depreme dayanıklı binalar yapılmazdı, deprem sonrası için hiç bir hazırlık olmazdı, kimse ne yapılacağını bilmezdi.
    bir ülkede yolsuz ve yozlaşmış bir iktidar olsaydı zenginlerin bankadaki paralarına astronomik faizler ödeyip devletin parası mı yok deyip depremzedeye bir kaşık çorbayı vermek için halktan para toplardı.
    masum insanların mallarına paralarına çöken zalim bir iktidar olsaydı zenginlerin fabrikalarından toptan fiyatına bile battaniye alamazdı. kuruluş amacı afetler olan kurumlar işlevsiz kalırdı. Allahtan türkiye böyle bir ülke değil.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin