Tabuta çakılan çiviler

Yorum | Naci Karadağ

Feodaliteye atılan en tumturaklı taşlardan biridir Kibar Feyzo. Şener Şen ve Kemal Sunal’ın muhteşem oyunculuğuyla şahlanan film, öylesine sert ve can yakıcı eleştirileri kahkahalar attırarak dile getirir ki, sadece Türk sineması için değil, belki doğu toplumlarının tamamı için tarihsel bir öneme sahiptir.

Ve bu filmin en muhteşem sahnelerinden biridir: Ağam eğlenir benimle!

Faşo Ağa bugünün İslamofaşistlerinden daha ileri bir modeldir. Zira dışarıya verdiği görüntüye önem verir, en azından mahcup olmak istemez filan.

Neyse meselemiz günümüz İslamcı ağaları ile İslamofeodalizmi filan ele alıp incelemek değil.

Mevzu başka…

Önceki gün 10 Ocak, yani Çalışan Gazeteciler Günü’ydu. Erdoğan mikrofon başına geçti ve hiç sıkılmadan, utanmadan, burnunu ucu bile kızarmadan aynen şunları söyledi: “Son 16 yılda ülkemiz genelinde hayata geçirilen reformlar, Türk basınının daha demokratik ve özgürlükçü bir yapıya kavuşmasına vesile olmuştur.”

Kendilerinden olmayanı, değil meslektaş, neredeyse insan bile saymayan Türk tipi solcuların rakamlarına göre bile, şu anda ülke hapishanelerinde 143 gazeteci var. Ve bu rakam Türkiye’yi dünyada en fazla gazetecinin hapiste olduğu ülke, konumuna koyuyor.

Bilinen rakamlar bunlar, basında çalışıp sesi soluğu çıkmadan, sahipsizce hapiste çürütülen insanları da sayarsak belki bu rakam 400’ü bile aşacaktır emin olun.

Aynı gün dolayısıyla yapılan bir başka açıklama da şöyle:

“Türkiye’nin 2002 sonrasında elde ettiği kazanımlarla medya alanı ciddi büyüme gösterirken, basın özgürlüğü alanı da haksız, yanlı ve manipülatif değerlendirmeleri boşa çıkaracak şekilde genişletilmiştir.”

Bunu söyleyen kişi, devlet ciddiyetinden, entelektüel duruştan uzak, beşinci sınıf bir iktidar trolü değil, bizzat Cumhurbaşkanı danışmanı yapılmış Fahrettin Altun.

Bu tipler ağalarına yaranmak isteyen Bilo tiplemesinden başka bir şey değiller.

Erdoğan “Faşo Ağa” gibi neredeyse her gün “bizimle eğlenir”

Misal, yazlık sarayı için binlerce ağaç kesilirken, başka yerde, “yeşil, orman düşmanı olan vicdansızlar var”, diyerek eğleniyor.

Altından klozetli bilmem kaç odalı sarayda oturup, “sakın ha lüks şatafat içinde yaşamayın”, diyerek eğlenir.

Bilmem ne adasına milyonlar, milyarlar aktarır, “yastık altındaki dövizlerinizi bozdurmazsanız hainsiniz”, diyerek eğleniyor.

Kendisi ve çevresi yedi ceddiyle birlikte ülkenin varlıklarına çeker sonra da, “Şu para var ya nelere muktedir, şu kapitalizm… Denizlerimizin kenarlarını, orman alanlarını betona çevirme gayretinde olanlar var” cümlesiyle eğlenir de eğlenir!

Sizi çok yeni ve sıradan gündelik iki örnek göstererek meseleyi daha net şekilde izah etmek isterim, lakin önce başka bir terim üzerine biraz kafa yoralım.

Tabuta çakılan Son Çivi, denilen bir kavram var.

Deyimin çıkış yeri Çin.

Çinliler ölülerini gömmeden önce, yakınlarının bulunduğu bir ortamda tabuta koyarlar ve üzerlerinde minik Çince yazılar olan pek çok çiviyi ellerine verirler.

Her çivide ölü ve geride kalanlar için dilekler yazılıdır.

Artık vedalaşma zamanı geldiğinde, aile fertleri tabutun etrafına doluşur ve bir keşişin kendilerine uzattığı, üzerinde, aile işleri rast gelsin, Tanrı bizi kutsasın, huzur içinde uyu, bahtımız açık olsun, hayırlı bir soy nasip etsin, bolluk ve bereket versin vs.. gibi dileklerin yazılı olduğu çivileri çakarlar. Son çiviyi ise ailenin geride kalan en büyüğü ağzıyla tabuttaki çivi menfezine yerleştirir.

Evet, çiviyi iki dudağı arasına sıkıştırarak yapar bu işi…

Medya, bu ülkenin tabutuna çakılan ilk çivilerden biriydi.

Önce tehditler etti, ardından haber ambargosu, ardından ekonomik ambargo uyguladı. Reklam verenleri tehdit etti. Nihayetinde tomalarla, helikopterlerle, biber gazlarıyla bastırıp gazetecileri hapishanelere doldurdu, kendi yandaşlarına peşkeş çekti.

Emniyeti, adaleti, eğitimi de benzer şekilde yok etti.

Ülkede üniversite kalmadı. Mevcutların hali malum..

Yüksek yargı mensuplarının utanç dolu perişanlıkları o merhalede ki, uluslararası platformlar artık ülkenin yolladığı hukuk temsilcilerini hukukçu olarak sayıp aralarına almıyor. Türkiye, uluslararası yargıçlar platformundan kovuldu…

Bakın şu haber dün havuz medyasının neredeyse tamamında yayınlandı:

Haber öyle bir veriliyor ki, sanki adamlar Türkiye’den yapmış bu alımı. Oysa hiç alakası yok. Havuz kendini Endonezya medyasının yerine koysa böyle içselleştiremezdi meseleyi. Tabii ülkenin yarısı bu haberi onların arzuladığı şekilde algıladı. (BKZ BKZ BKZ)

Oysa bakın daha bir yıl bile olmadı, “Adamlar bizim ATAK helikopterlerimize hasta oldu, siparişler durmuyor!” türü haberlerin üzerinden geçeli.

“Türkiye için bir ilk ve rekor olacak! 30 ATAK helikopteri… Uzmanlar Türk savunma sanayisinin Güney Asya ve Pasifik ülkelerinin gözdesi haline geldiğini belirtiyor. Helikopterlerini yenileyecek Pakistan, üzerinde anlaşılan 30 tane T-129 Atak helikopterini alırsa, gerçekleşecek 1.5 milyar dolarlık satış Türkiye için bir ilk ve rekor olacak.”

Havuzun Milliyet’inden aldım bu haberi. (BKZ)

Adamlar kuyruğa girmişlerdi bizden almak için ama nedense başkasını tercih ettiler.

Hadi yaşanılan hayal kırıklığını görmezden gelseniz yine bir nebze, diyeceğiz. Ama sanki bizden almışlar gibi sevinçle, çarpıtarak duyurmak neyin nesidir?

Bakınız haberin aslı ise şurada:

Haberin saptırma, palavra ve algı oyunu olduğunu şuradan da rahatlıkla anlamak mümkün. Değil 9, bir tane helikopter satılmış olsaydı, Saray ve havuz o günü milli bayram ilan ederdi!

Bir başka haber:

Yine havuzdan.. Takvim diğerleri büyük bir gürültüyle verdiler haberi:

Kaynak artık ciddiyetini tamamen yitirmiş, sarayın bültenine dönmüş olan Anadolu Ajansı’ydı…

Nasılsa kimsenin işin aslını faslını arayıp soracağı yoktu. O yüzden yalan ve çarpıtma artık temel karakterlerinden biri olmuştu havuzun.

Eh haberin kahramanının da havuz okuma ihtimali çok çok zayıf olduğuna göre, mehter gibi haber vermenin sakıncası olamazdı elbette!

Havuzun haberinde bile işin içinde iş olduğu belli oluyor. (BKZ)

Oysa başka ve daha güvenilir haber kaynaklarına bakıldığında işin tam olarak böyle olmadığı ortaya çıkıyor.
bir kere bahsi geçen toplantıda Türkiye ile ilgili özel olarak bir cümle kurulmadığı gibi, hiçbir uluslararası kaynakta başekonomistin bu cümleleri sarfettiğini gösteren tek bir cümle bile yok.

Ama şu var; Dünya Bankası Başekonomisti Franziska Ohnsorge, Development Economic Prospects Group’ta yaptığı konuşmada, dünya ekonomisinin kötüye gittiğini, pek çok ülkede resesyon beklendiğini ancak bunun resesyonun mutlaka olacağı anlamına gelmeyeceğini söylüyor.

Sarayın ajansı ise bunu öznesine Türkiye’yi koyup çarpıtarak servis ediyor.

Dahası şu; Bayan Ohnsorge, küresel beklentilerin yıllık değerlendirmesinde, Bankaların bu yıl ve bir sonraki dönemde yavaşlamasına rağmen az bir miktarda da olsa büyümesinin devam edeceği öngörülmekte olduğunu ifade etmiş.

Şimdi tabi siz bunu alıp, baş ekonomist kriz bekleyenlere kapak yaptı, türünden içerikle, “Türkiye resesyona girmeyecek”, dedi ya da “Türk ekonomisi büyüyecek” şeklinde konuştu derseniz, son çivisi Erdoğan’ın dudakları tarafından çakılmış tabutun içindekilerin sizi yalanlayacak hali olmayacaktır!

Ağanın marabaları bizimle eğlenir!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin