Suriye’de kazanan ve kaybeden aslında kim?

Analiz | Prof. Dr. Mehmet Efe Çaman

Hâlihazırda Suriye’de saha hâkimiyeti tümüyle Rusya ve ABD’dedir. Bu duruma neden olan uluslararası olaylar ve bölgesel gelişmelerde Türkiye’nin izlemiş olduğu dış politika, bölgesel strateji ve özellikle de Suriye’ye yönelik tutumu görmezden gelinemeyecek derecede belirleyici olmuştur. 2011 yılı itibariyle Suriye kendi sınırları kontrol edebilen, topraklarında güvenlik boşluğuna yer bırakmayan bir yönetime sahipti. Hiç kimse Suriye’deki rejimin demokratik falan olduğunu iddia etmiyordu. Fakat Suriye lideri Esad ile bugünkü “Zeytin Dalı Harekâtı’nın” karar alıcısı Erdoğan arasında oldukça samimi ilişkiler mevcuttu. Esad ve Erdoğan liderliğinde iki ülke arasında vize muafiyeti sağlanmış, turizmden ortak projelere, ikili ticari ilişkilerin ivme kazanmasından güvenlik ve su sorunundaki potansiyel sıkıntıların diyalog ortamında çözüm yönünde ilerletilmesine kadar birçok alanda işbirliği mevcuttu. Bugün aynı iki ülkeye baktığımızda gördüğümüz tablo ibret vericidir. Üniversitelerde dış politika analizi derslerinde vaka analizi olarak okutulması gereken bir tablo var ortada.

Bugün Fırat nehrinin batısındaki Suriye hava sahası tümüyle Rusya tarafından kontrol ediliyor. Fırat nehrinin doğusunda ise ABD, bölgenin tümünde hava sahasını kontrol ediyor. Adeta 1945’te doğu ve batı olarak bölünen Avrupa’da ya da Almanya örneğinde olduğu gibi, iki dünya gücü – birisi hegemonya etkisi azalmakta olan küresel süper güç, diğeri süper güç olma durumunu 1991’de yitiren ama bunu son on yılda hızla onarmaya başlayan bir büyük güç – tarafından iki etki sahasına bölünmüş durumda Suriye.

Rusya statükocu, ABD ise statüko karşıtı bir görünümde

Suriye’nin geleceğini bu iki güç arasındaki anlaşma veya anlaşamama durumu belirleyecek. Her ikisinin de beklentileri ve kendilerine biçtikleri işlev farklı. Her ikisi de birbirlerinden farklı çıkarların peşindeler. Her ikisi de, Suriye sahasında, kendi küresel mücadeleleri doğrultusunda hareket ediyorlar. Bu iki gücün istediği bir şeyin aksini elde etmek zor olduğu gibi, istemediği bir şeyi gerçekleştirmek de kolay değil.

Rusya Suriye merkezi hükümetini krizin 2011 yılında ortaya çıkmasından beri büyük bir istikrarla ve ısrarla destekliyor. Bu bakımdan Rusya, Suriye’de sahada baştan beri kendisi bakımından tutarlı hareket ediyor. ABD ise, sahadaki duruma ve kendi içinde bulunduğu çalkantılı iç politik iklime uygun olarak pragmatik ve kısmen de değişken politikalar takip ediyor. Rusya statükocu, ABD ise statüko karşıtı bir görünümde. Çünkü Rusya, Suriye’de merkezi hükümetin değişmesinden yana değil. ABD ise – her ne kadar bu konuda çelişkili demeçler de olsa – özü itibarıyla Esad rejimi karşısında pozisyon almış görünüyor. Devirmek değil de orta vadeli geçiş süreci tezine geriletmiş olsa da beklentilerini, ABD ile Rusya, Esad rejimi konusunda anlaşmış değiller.

Sahada ABD ve Rusya ekseni dışında manevra alanı yok

Rusya’nın Esad’ın ve rejiminin devam etmesinden yana oluşu, kendi dış politika stratejisi ile uyumlu. Ruslar için Akdeniz’deki tek donanma üssü olan Tartus’u kaybetmemek, öncelikler listesinde elbette ki birinci sırada. Dahası Suriye’de artık iyiden iyiye aktive ettikleri ve genişlettikleri hava üssü de, Rus askeri varlığının Suriye denklemindeki vazgeçilmezleri arasında. Elbette Baas tipi partilerin Ortadoğu’da daima Sovyet/Rus yönetimlerine yakın olması, bu gelenekten gelen Esad rejiminin aynı davranış çizgisinde hareket etmesi de analize eklemlenmeli. Ruslar için Suriye’nin Atlantikçilerin (ABD-NATO-Batı) kontrolü altına girmemesi hayatiydi. Bu nedenle Suriye denklemine dâhil oldular. ABD için Esad yerine ABD ve Batı politikalarına daha sıcak yaklaşabilecek bir yönetimin Suriye’de egemen olması, önemli stratejik avantajlar sağlayacaktı. Bu nedenle anti-statükocu cepheyi kurdu ABD. Sonuçları bakımından incelendiğinde Rus ve ABD çıkarları taban tabana birbirine ters de olsa, bu iki farklı stratejinin de açılımı, Suriye’ye müdahil olmaktı. Bugün itibarıyla sahadaki bu iki belirleyici güç ekseni dışında manevra sahası yok.

Bugün Türk medyasında ve basınında bazı seslerin hararetle Türkiye’nin askeri operasyonuna methiyeler düzmesinin altında yatan trajedi de bundan ileri geliyor. Türkiye, Rusya Fırat’ın batısında kontrol ettiği Suriye hava sahasını Türk hava unsurlarına açmasa, bu operasyonu yapabilecek miydi Türkiye? Rusya izin vermese, bu güçlü askeri ofansa Erdoğan kalkışabilir miydi? Operasyon başlamadan önce Akar ve Fidan’ı Moskova’ya gönderen Erdoğan, Ruslarla ne konuştu? Beraber Borş Corbası içip Olivye yedikten sonra, akşam da Bolşoy Balesine mi gittiler Rus istihbarat görevlileri ve askeri erkânıyla beraber? Ne anlarlar sanattan, baleden, Rus mutfağından bir kenara, Ruslardan izin kopartmak ve sonrasında ne olur diye düşünmeden stratejisi belirsiz bu harekâta bir an evvel başlayabilmek için tırım-tırım Moskova yollarına düştüler. Neden sonrasında ne olur diye düşünmeden? Gelin birlikte bakalım:

Türkiye ne yapıyor?

Moskova Esad’ı başta tutuyor. Bu sabiteyi not etmiştik. Peki Türkiye ne yapıyor? 2011’den beri Esad’ı devirmeye çalışıyor. Hem de kraldan fazla kralcılık yaparak. Suriye çöllerinde ne kadar İslamcı, cihatçı, fanatik militan varsa, tümü Esad’a bayrak açmış durumda. Peki bunların silahları nereden geliyor? Cephaneleri, lojistik gereksinimleri kimin tarafından sağlanıyor? Bunlara katılan “uluslararası cihatçılar” hangi transit yolu kullanıyor? MIT tırlarında yakalanan silah ve mühimmatı nereye naklediyorlardı? Kime teslim edilecekti o “emanetler”? Tüm bunların amacı, Ankara’ya göre Esad’ı devirmekti. Esad’ın iktidardan düşürülmesine o kadar odaklandılar ki, Suriye’de Irak-Suriye-Türkiye kesişim noktasından Akdeniz’e dek sınır hattı boyunca ortaya çıkan bir Kürt hâkimiyet alanını görmediler, görmek istemediler. Irak’taki gibi kendi kendisini yöneten bir fiili otonom bölge ortaya çıktı. Kuzey Irak Kürtleri gibi, bölge kontrolünü ellerine aldılar, silahlandılar, teşkilatlandılar. Dahası, sahada bulunan Rusya ve ABD tarafından aktör olarak kabul edildiler, onlarla belirli al-ver ilişkilerine, kısa ve orta dönem ortaklıklara soyundular. Erdoğan yönetiminin IŞİD ile savaşma konusundaki isteksizliği ABD’de baş ağrısı yaparken, Hızır gibi ABD’nin imdadına yetiştiler. Kendi askerlerini Suriye’ye sokmak istemeyen ABD, Suriye Kürtlerinin bu yaklaşımından fazlasıyla memnun kaldı. Onları silah ve teçhizatlarla donattı. IŞİD’in ilerlemesini bu koalisyon durdurdu. Bu Kürt güçlerine (YPG) hava sahası kontrolü ile destek, İncirlik’te konuşlu ABD unsurları tarafından sağlandı. Türkiye buna izin verdi. Yani Suriye Kürt bölgesinin tekâmülünde, Erdoğan ile ABD arasındaki bu İncirlik mutabakatı, en mühim rolü üstlendi.

Ruslar Türkiye’ye Fırat’ın doğusundaki hava sahasını neden açtı?

Bugün askeri harekât düzenlenen yer, Rus kontrolünde olan Kürt bölgesi. ABD kontrolünde olan Kürt bölgesi, Fırat’ın doğusunda bulunuyor. Neden Ruslar Türkiye’ye Fırat’ın doğusundaki hava sahasını açtılar? Menfaatleri ne? Ruslar için şu avantajlar var, düşünülmesi gereken: a) Bu bölgedeki Kürtleri Türk tehdidi ile yola getirip, Esad rejiminin pazarlık payını yükseltmek; b) Türkiye’ye operasyon konusunda yeşil ışık yakıp, kendisine daha fazla bağımlı hale getirmek; c) Türkiye’ye “kirli işi yaptırtıp”, Türkiye askeri unsurlarını çekince bu bölgeyi Esad güçlerine devretmek; d) Türkiye’nin (iç siyaset gereği) yaptığı ABD-Batı karşıtlığı propagandasına malzeme vererek, Ankara’yı büsbütün NATO’dan kopartmak.

Türkiye’deki Erdoğan rejimi ve onun arkasındaki Avrasyacı derin yapı, 15 Temmuz sonrasında çok stratejik bir tür “nasyonalist cephe” oluşturmayı başardı. Nasyonalizm virüsü öyle büyüdü ki, Erdoğan’ın karizmasını bile geçti. Eğer Erdoğan karşısında başkanlık adayı olarak nasyonalizm (milliyetçilik/ulusalcılık) çıkabilecek olsa, açık ara nasyonalizm seçimi alır. Şaka bir yana, Türkiye kamuoyu, inanılması güç derecelere varan bir nasyonalizm patlaması içinde, ülkedeki tüm diğer ideolojik akımları kendi içinde eritti, harmanladı. Bu ortamda İslamcılık da esasen bir tür üçüncü dünya nasyonalizminin şehvetine kendisini kaptırdı. Erdoğan’ın liderliğinde ete-kemiğe bürünen bu nasyonalizm, ne tümüyle Türkiye siyasetini ve sosyolojisini yeniden dizayn etmeye yönelik bir miyopluk içinde. Ne Suriye, ne savruldukça dağılan Türk dış politikası, ne ekonomik kriz riski onların umurlarında bile değil!

Yakın gelecekte Rusya’ya daha da bağımlı – ve hasarlara açık – bir Türkiye olacak. NATO ve Türkiye arası bu operasyonla telafisi güç zararlar görecek. NATO’nun olası bir Rus sert güç kullanımında Türkiye’ye destek verme gücünün azalacağından söz etmek, tehlikenin boyutunu izah eder kanısındayım. Ama bundan daha da trajik olanı, buna gerek bile kalmadan, siyasilerin şahsi zafiyetleri veya stratejik körlükleri sebebiyle, Türkiye’nin Rusya yörüngesinde bir bölgesel uydu devlet olmayı kabullenmesi, bu olurken de trajediyi iç kamuoyuna “Batı karşısında kükreyen Erdoğan” illüzyonu ile yumuşatarak, yutulmasını kolaylaştırması.

‘Zeytin Dalı’ Moskova devam dediği kadar sürer

Bugünkü “Zeytin Dalı Harekâtı”, süresi bakımından tümüyle Moskova’nın kontrolündedir. Moskova devam dediği kadar sürebilir. Moskova’nın dur dediği yerde, durmak zorundadır. Çünkü hava sahası da bölge de Moskova’nın elinde. Suriye’deki güç vakumunu Rusya doldurdu. ABD ise kendi çıkarları nokrasında bazı mevzilerini sağlama aldı. Açıkta kalan ise Türkiye oldu. Esad’ı devirmekten, Esad’ı iktidarda tutan güce teslim olmaya uzanan acılar ve kayıplarla dolu bir Suriye politikasında, sonunda iç politika-güvenlik kaygılarıyla belirlenen bir savunma hattına kadar geriledi. 2011’deki sahip olduğu güvenliğin tahayyüller ötesi mesafelerde gerisine düşen Ankara’da, kendisine “biz bu naneyi neden yedik” diyen tek bir kişi kaldı mı, aklı başında, bunu merak ediyorum doğrusu!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin