Sultan Abdülhamit kitap yaktırdı mı?

Yorum | Dr. Serdar Efeoğlu

1980’lerin başında ilk defa Risale-i Nur kitaplarını gördüğümde çok şaşırmıştım. Kitapların bazılarının kapağında başka bir kitabın ismi yazmakta, içini açtığınızda ise Said Nursi’ye ait bir eser olduğu anlaşılmaktaydı.

Eserlerin son kısmında ise Ağır Ceza Mahkemelerinin Risale-i Nur Külliyatıyla ilgili olarak verdikleri beraat kararları yer almaktaydı. Nur talebeleri, 1930’lardan 1980’lere kadar devam eden sansüre karşı böyle çözümler bulmuşlardı.

“Sansür” denildiğinde yıllarca akıllara hep Abdülhamit geldi. Abdülhamit’in basın yayına sansür uyguladığı ve bazı kitapları yaktırdığı iddia edildi. 1909’da büyük İslam âlimi Elmalılı Hamdi Yazır tarafından kaleme alınan ve Abdülhamit’i tahttan indiren hal’ fetvasında da Abdülhamit’in dini kitapları yaktırdığı bir gerekçe olarak yer aldı. Anlaşılan Abdülhamit de “kitapları bombadan daha tehlikeli” görmüştü.

İLK BASIN, İLK SANSÜR

Türkçe ilk gazeteler, Mısır valisi Kavalalı M. Ali Paşa tarafından Vaka-i Mısriyye ve Vaka-i Giridiyye adlarıyla çıkarıldı. Osmanlı Padişahı 2. Mahmut da Takvim-i Vekayi adıyla ilk resmi gazeteyi yayınladı.

Padişah, Takvim-i Vekayi’yi yakından takip ediyor, gazete onun kontrolünden sonra basılabiliyordu. Padişah haberlere sansür de uyguluyordu. Nitekim Osmanlı kuvvetlerinin Mısır valisinin ordusuna yenildiğine dair haber gazetede yer almamıştı.

İlk özel gazete ise Şinasi’nin 1860’ta çıkardığı Tercüman-ı Ahval oldu. Şinasi daha sonra da Tasvir-i Efkâr’ı yayınladı. Özel basının ortaya çıkmasıyla birlikte basının denetimi gündeme gelerek ilk düzenlemeler yapıldı.

1864 Nizamnamesinde Meclis-i Ahkâm-ı Adliye’nin gazeteleri süresiz olarak kapatabileceği belirtilmişti. Gazete sahiplerinin, kararları temyiz imkânı da yoktu. Bu Nizamname, 1909’a kadar yürürlükte kaldı.

Kısa bir süre sonra gazetelerdeki Mısır meselesi, Girit olayları ve Belgrat’ın Sırplara teslimiyle ilgili yazılardan memnun olmayan Sadrazam Âli Paşa bir kararname çıkardı.  Kararnamede basın, “zararlı fikirler ve yanıltıcı haberler” yayınlamakla suçlanıyor ve Hükümete mahkeme kararı olmadan gazeteleri kapatma yetkisi veriliyordu. 1876’da da yeni bir kararname ile Hükümet basın üzerinde tam bir baskı ortamı oluşturdu.

Bu düzenlemelerle Osmanlı ülkesinde fikirlerini duyurma imkânı kalmayan Genç Osmanlılardan Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa gibi aydınlar Avrupa’ya giderek Hürriyet, Ulûm, Muhbir gazetelerini yayınladılar. Böylece yurtdışında bir “Türkçe basın” oluştu. Hükümet, “sürgün basının” yabancı postaneler vasıtasıyla ülkeye girmesini engelleyemedi.

Muhalif aydınlar, Âli Paşa’nın ölümünden sonra İstanbul’a dönerek yayın faaliyetlerine yeniden başladılar. Özellikle Namık Kemal’in başyazarı olduğu İbret gazetesi, muhalefetin en etkili sesi oldu. Gazete, önce kısa süreli, ardından tamamen kapatılarak Namık Kemal başta olmak üzere yazarları sürgüne gönderildi.

ABDÜLHAMİT’İN TAVRI

1876’da hükümdar olan 2. Abdülhamit, Osmanlı tahtına geçtikten sonra Meşrutiyeti ilan etti. Hazırlanan Anayasada “Matbuat, kanun dairesinde hürdür” maddesi yer aldı. Ancak Abdülhamit devrinde basına ilk ceza, bu maddeye gönderme yapan bir karikatürden dolayı Teodor Kasap’a hapis cezası verilmesiyle gerçekleşti.

Abdülhamit, Meclis’i tatil edip Kanun-i Esasi’yi askıya aldıktan sonra giderek sertleşen bir yönetimi tercih etti. Çırağan Baskını, Padişahın “vehmini” daha da artırdı. Özellikle basın yayını tamamen kontrolüne aldı.

Abdülhamit’in basına verdiği iddia edilen bir talimatnameye göre gazeteler; haberlerde önceliği hükümdarın sağlık durumuna, tarımda rekoltenin iyiliğine ve ülkenin gelişmesine verecek, onay alınmayan hiçbir tefrika yayınlanmayacak, sansürlenen yerler boş bırakılmayacak, mülkî amirler hakkında hırsızlık, zimmetine para geçirme gibi suçlamalara yer verilmeyecekti. Ayrıca yabancı ülke liderlerine yapılan suikastlar ve dış ülkelerdeki isyan haberleri yayınlanmayacaktı.

SANSÜR KURULLARI VE YASAKLAR

1888’de yeni bir Matbuat Nizamnamesi çıkarılarak bütün matbaa, kitap ve süreli yayınlar bu nizamname kapsamına alındı. Bu düzenlemeyle hiçbir eser ve yayın, Maarif Nezareti’nin onayı olmaksızın basılamayacaktı.

Bütün yayınlara “önceden izin alma şartı” getirilerek sansür, “yasal” hale geldi. Dışarıda basılan hiçbir kitap ve gazete onay alınmadan ülkeye giremeyecek,  kitapçılar her zaman zaptiye ve müfettişler tarafından denetlenebilecekti.

Bu dönemde basılacak eserlerin denetimi çeşitli kurullar tarafından yapıldı. Kitaplar için “Tetkik-i Müellifat”, dini eserler için “Kütüb-ü Diniye ve Şer’iye” adlı kurullar yetkili oldu. Basılacak Kur’an-ı Kerim’ler için “Mushaf Tetkik Heyeti” oluşturuldu. Basımına onay verilen kitapların listesi de Abdülhamit’e sunulmaya başladı.

Sansür kurulları, gerek Abdülhamit korkusundan gerekse “işgüzarlıklarından” komik kararlar aldılar. Örneğin Evliya Çelebi Seyahatnamesinin ilk altı cildi yayınlandığı halde sonraki ciltler “muzır” sayılarak yayınlanmadı.

Yabancı yazarlardan Montesquieu, Voltaire, Rousseau ve Racine’in eserlerine sansür konulduğu gibi “Hamlet” başta olmak üzere birçok piyesin tiyatroda oynanması yasaklandı. Lamartine ve Hammer’in Osmanlı tarihiyle ilgili eserlerinin basımına da müsaade edilmedi. Hammer’in eseri ancak 1911’de basılabildi.

YASAK KELİMELER

En büyük endişe, Abdülhamit’in çok değer verdiği jurnallere kurban gitmek olduğundan gazete ve kitap yazarları kendi yazılarına “oto sansür” uyguladılar. Örneğin; “Yıldız” Yıldız Sarayı’nı akla getirdiğinden, “murad” V. Murat’ı hatırlattığından, “tahtakurusu” tahtın kurusun gibi bir çağrışım yapabileceğinden kullanılmadı.

François Georgeon bir çalışmasında Ali Seydi’nin Resimli Osmanlı Kamusu’ndan hareketle Abdülhamit devrinin yasak kelimelerini tespit etmiştir. Buna göre “anarşi, ihtilal, irtica, istibdad, inkıraz, parlamento, Pantürkizm, Panislamizm, cemiyet, cumhuriyet, hafiye, hal’, zehir, sansür, isyan, avam, veto” gibi birçok kelimenin kullanımı yasaklanmıştı.

YAKILAN KİTAPLAR

Yasaklanan kitaplarla ilgili olarak bir gerekçe belirtmek yerine “muzır neşriyat” olduğu ifade ediliyor, bazen de genel bir ifadeyle “devlet aleyhine veya İslamiyet’e aykırı olduğu” yazılıyordu.

Abdülhamit devrinde yasaklanan, ruhsatsız olarak basılan ve zararlı görülen kitaplar yakılmaktaydı. Yakılan kitaplar arasında Namık Kemal’in “Osmanlı Tarihi, Vatan Yahut Silistre, İntibah, Cezmi”, Selim Sabit’in “Osmanlı Tarihi”; Abdülhak Hamit’in “Ölü, İçli Kız, Makber” adlı kitapları, “Köroğlu, Âşık Ömer, Leyla ile Mecnun” gibi halk hikâyeleri yer almaktadır.

Bazı hatıratlarda yasak kitapların Çemberlitaş Hamamı’nda yakıldığı bilgisi vardır.  Arşiv belgelerine göre ise yakma işlemi, Unkapanı civarında yapılmıştır. Buna göre yüzden fazla yazar tarafından kaleme alınan otuz bine yakın kitap yakılmıştır. Yakılan eserler arasında siyaset, tarih, edebiyat ve tiyatro eserleri yer aldığı gibi “Siyer-i Nebi, Şerh-i Akaid ve Kısas-ı Enbiya” gibi dini kitaplar da bulunmaktadır.

SANSÜR NİYE BİTMİYOR?

Abdülhamit’in baskıcı rejiminde 1908’de İstanbul’da sadece dört gazete yayınlanmaktaydı. 23 Temmuz 1908’de Meşrutiyetin ilanı ile yüzlerce gazete ve dergi yayın hayatına girdi. Ancak özgür ortam uzun sürmedi ve İttihatçılar sansürü geri getirdiler.

Cumhuriyet döneminde de sansür, basın yayın hayatını kontrol etmenin ilk yöntemi oldu. Gerek Tek Parti devrinde gerekse Çok Partili dönemde özgür bir basın yayın hayatı hemen hemen hiç olmadı, “kitap ve gazeteler” sürekli olarak “şüpheli” görüldü.

Bugün de AKP Hükümeti muhalif basını önce “kayyım” atayarak, “Allah’ın bir lütfu” olarak gördükleri 15 Temmuz’dan sonra da KHK’larla susturdu. “Yandaş” yapamadığı yazarları hapse attığı gibi “ağırlaştırılmış müebbet cezaları” ile de bütün basın yayını kontrol altına almayı başardı.

Bir zamanlar Risale-i Nurlara yapıldığı gibi “Cemaate yakın” yayınevleri tarafından yayınlanan kitaplar da yargı tarafından “iltisak” gerekçesi olarak kullanılıyor. Nitekim 15 Temmuz sonrasında bu yayınevlerinin kitapları, “korku” nedeniyle bizzat sahipleri tarafından yakıldı veya çöplüklere atıldı.

Sansür uygulayan, basını susturan ve kitapları “suçlu” ilan eden iktidar sahipleri kendilerini devleti yıkılmaktan kurtardıkları şeklinde savunsalar da bunun doğru olmadığı çok açık. En büyük sansürün uygulandığı Abdülhamit devrinde bugünkü Türkiye’nin iki katı kadar toprak kaybedilmesi, bunu göstermiyor mu?

 

Kaynaklar: F. Demirel,  “Osmanlı Devleti’nde Kitap Basımının Denetimi”, YDTA, S. 5, 2004; II. Abdülhamit Döneminde Sansür, Bağlam, İstanbul 2007; B. Ataman, “İlk Basın Yasakları ve Abdülhamit Sansürü”, İletişim Dergisi, S. 14, 2009; A. Birinci, “Matbuat ve Neşriyat Yasakları Tarihine Medhal”, TALİD, S. 7, 2006.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Efendim yazınız doğruları savunmak ile beraber keşke en son kısımda toprakların ne zaman ve nasıl kaybedildiğini (en büyük toprak kaybı Abdülhamit han tahta gelir gelmez patlak veren 93 harbi ile olduğunu) de açıklamak gerekli diye düşünüyorum. Yoksa sansürlerin uygulanma sebebinin gazetelerin eleştiri nitelikte mi yoksa tenkit niteliğinde mi çıkarıldığına bakılarak değerlendirilmeli ki dönemin Ziya Paşa, Namık Kemal gibi yazarları devleti eleştiri niyeti ile gazetelerin çıkmasına yardımcı olurken bazı kişilerin bizzat (buna Şinasi örnek verilebilir mi araştırmak lazım) dış menşeili desteklenerek bizzat devleti yıpratmaya yönelik olmuştur. O yüzden bugün nasıl siyaset bir dialektik savaşı olmuşken bu savaşın argümanlarından birisi de yayın organlarıdır. Bu yüzden tüm basın yayın organlarının objektiflikten kısmen de olsa uzak olduğu değerlendirilerek bir tane daha yazı yazmanızı arz ederim.

    Saygılarımla,

  2. Tarihi cok iyi bilmedigim icin sultan Abdulhamid han ile alakali bir elestiri yapamayacagim, yalniz karsilastirma yaptiginiz devir ile bugun birbirine uyuyor mu? mesela neden Abdulhamid han osmanli zamani ile avrupayi karsilastirmadiniz? zannedersem yapilabilecek en iyi karsilastirma devrin muadilleri ile olurdu, mesela monarsi ile yonetilen bir ulkeyi sozde demokrasi zannedilen bir dogu tipi despotik ulke ile karsilastiriyorsunuz, Abdulhamid hani savunacak kadar onu tanimiyorum, ama belki aldigi kadarlar o zaman icin en iyi kararlardi, belki de kotu kararlardi, ama karsilastirma kafa karistirici, dune kadar Abdul hamid hanin isminin yaninda cennet mekan unvani duyuyorduk, bu unvan hakikaten hakedilerek kazanilmis bir unvan mi yoksa devrin dalkavuklari tarafindan yapistirilmis gunumuz devlet adamlarinin elde etmeye calistigi cakma gaziligi gibi bir unvan mi? yaziniz cok kafa karistirdiki, kaldi ki , sansur her yerde var, eminim ki tr724 sitesi dahi
    bazi zamanlar hosuna gitmeyecek yazilari yayinlayacak kadar cesur olmayabilir

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin