Soykırım suçuna bırakılan bir kanıt daha

YORUM | AZİZ KAMİL CAN

Özellikle 15 Temmuz sonrası Hizmet Hareketi mensuplarına yönelik kitlesel tutuklama ve yargılamalar basta olmak üzere, gerçekleştirilen sistematik hak ihlalleri soykırım ve insanlığa karşı suç halini almış bulunmaktadır.

Bu konuda güç sarhoşluğuna tutulmuş olan iktidar, arkasında sayısız kanıt bırakmış ve pervasızca girecekleri çukura zemin oluşturmak üzere iz bırakmaya devam etmektedirler. Bunun son örneği bugünlerde gündemde olan infaz indirim yasasındaki ayrımcı düzenlemedir. 

Temel hak sözleşmelerine, anayasa ve yasalara açıkça aykırı hazırlanan taslakta, kin ve garaz ile ırkçılığın karartmış olduğu vicdansızlıklar altında, sadece inanç ve düşüncelerini yaşamak isteyen on binlerce kişinin kapsam dışında tutuluyor olması, hükümetin açıkça belli grupları yok etmeyi hedeflediğini bir kez daha ortaya koymuştur.

Başta Hizmet Hareketi mensupları olmak üzere şiddete bulaşmamış ve temel haklarını kullandığı için hukuka aykırı delillerle suçlanan tüm siyasi tutuklu ve hükümlüleri dışta tutan, ayrımcılık içeren bu infaz paketinin yasalaşmasıyla birlikte, işlemeye devam ettikleri soykırım suçuna bir eylem daha katmış olacaklardır.

Öte yandan tarihi benzer zulümlere bakıldığında iktidar ve bağlı milletvekillerinden olumlu bir adım beklemek de, tarihin okunmaması veya tarihten ders alınmaması anlamına gelmektedir. Vicdanlar öyle sönmüş, kalpler öyle kararmış, hak ihlalleri öyle zirve yapmış ki, Allah’ın özel bir lütfu üzerlerinde olmasa, aslında esir edilen insanlara böyle bir iyilik indiriminin bile nasip olabileceğini değindiğim tarihi hadiseler nedeniyle düşünemiyorum. Düşünemiyorum çünkü, nehirlerde ve denizlerde boğulan bebeklerin ahı var yakalarında. 

Bu ah hem ebedi kalacaklarını düşündükleri bu dünyada hem de Kur’an beyanı ile ahirette yakalarını bırakmayacaktır, pişman olacaklardır, onlar bu kez ah edeceklerdir ama ah ve keşkeleri kendilerine bir fayda sağlamayacaktır.

Genel soykırım eylemleri yanında, bugünlerde ciddi bir tehdit oluşturan bulaşıcı virüs salgını karşısındaki yaşam hakkı ihlalleri de er ya da geç karşılarına çıkacaktır. 

Medyanın tekelleştiği, bilginin saklandığı, ziyaretçi yasağının konulduğu muhaberat devletin cezaevlerinde şimdilik gerçekten neler oluyor, mahpusların son sağlık durumu nasıldır, virüs tehlikesinin boyutu hangi seviyede sorularına maalesef cevap bulamıyoruz.

Ama bildiğimiz bir hukuk var ve bir gün bu hukuk ve gerçek adalet ve mahkemeler hem bu dünyada hem de ahirette karşılarına çıkacaktır. O gün hem terörist olduğu iddia edilenler hem de kendileri yüz yüze getirilecek ve kimin hak ve hukuku ihlal edip anarşist olduğu net bir biçimde anlaşılacaktır. Ahiret kısmını vakit gelince hepimiz şüphesiz göreceğiz ama günümüz hukuk sisteminde eylemlerinin karşılığı olan soykırım suçunu bir tarafta tutarak mevcut hayat riski oluşturan virüs tehlikesinin ceza hukukumuz karşısında ne anlam ifade ettiğini birkaç cümle ile açıklamakta yarar görüyorum.

Ceza hukukunda bazı suç tiplerinin cezalandırılması için “tehlike” unsurunun gerçekleşmesi yeterlidir. AİHM ve mevzuatımıza göre tehlike için aranan şartlar tehlikenin “açık ve yakın” olmasıdır.

Bulaşıcı virüs bütün dünyayı rehin almış halde. Bu tehdit nedeniyle toplu bir arada bulunmalar, toplu ibadetler, 1.5 metreden fazla yaklaşmalar yasaklandı. ABD’de buna uymayıp Kilisede ayin düzenleyen bir papaz tutuklandı. Birçok ülke mahpusları serbest bıraktı vs.

Peki bu “açık ve yakın” tehlikeye rağmen 3-5 kişilik yere 15-20 kişinin sığdırıldığı, hijyenin olmadığı, yeterli tedavi imkanının sağlanılmadığı, zamanında hastaneye ulaştırma imkanın tanınmadığı, adli kontrol, kelepçe takarak evde tutma, tahliye, af etme gibi var olan birçok yasal düzenleme yetkisinin kullanılmadığı cezaevlerinde neden tedbirler alınmıyor. 

Devlet, cezaevlerinde kontrolü ve himayesi altında olan hükümlü ve tutukluların can güvenliğini sağlamak üzere her turlu tedbiri alma pozitif yükümlülüğü altındadır Bu, Anayasa ve AİHS gibi temel hak sözleşmelerinde net olarak ortaya konulmuştur. Buna rağmen imkan varken bunlar yapılmıyorsa, bu açıkça görevi kötüye kullanmadır ve şayet bir hastalık ve ölüm gerçekleşirse bu olası kast veya bilinçli taksirle ölüme neden olmak demektir.

“Kast” başlıklı Türk Ceza Kanunun 21/2. maddesine göre “Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur…” hükmüne; 

“Taksir” başlıklı TCK’nın 22. maddesinde- “(2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.

(3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.” hükmüne yer verilmiştir.

Diğer tüm hukuksuzlukları bir yana sadece cezaevlerindeki takındıkları kasıtlı veya bilinçli taksir davranışları nedeniyle herkes sıralı olarak sorumlu olacaktır. Örneğin kişi oluşan yaşam riski nedeniyle tahliye talebinde bulunur ve hakim tahliye etmezse ve açık tehlikeye rağmen kişi ölürse;

Virüsten dolayı değişik yasal düzenlemeler ile ek tedbir alma imkanı olduğu halde özen görevi yerine getirmeyen hükümet; tehlikeye rağmen karar vermeyen hakim, tahliye istemeyen savcı; hijyen, erken tanı ve tedavi vs imkanları zamanında karşılamayan cezaevi idaresi sorumlu olacaktır.

Bu yasa AKP hükümetinin cezaevinde bulunan Hizmet mensuplarına yönelik sistematik öldürme ve kötü muamelede bulunma kast ve iradesini ortaya koymuştur. Bu ihlallerde sorumluluğu olan tüm kamu görevlileri hukukun yeniden işleyeceği yakın bir dönemde eylemlerinin karşılığını elbette göreceklerdir.

Bu nedenle ileride buna sebep olan milletvekilleri, iktidar, yargı mensupları ve cezaevi idaresinin, sorumlulukları bağlamında, iki cihanda hesap vereceklerinden hiç kimsenin şüphesi olmasın. 

Kur’an’da (Hud 18): “Yalan sözlerle Allah’a iftira edenden kim daha zalimdir? Onlar (kıyamet gününde) rablerinin huzuruna çıkarılacaklar, şahitler de ‘İşte bunlar rablerine iftira edenlerdir’ diyecekler. Bilin ki, Allah’ın lâneti zalimlerin üzerine olacaktır!”

(19): “O zalimler, Allah yolundan alıkoyan ve onu eğri göstermeye çalışanlardır; âhireti inkâr edenler de işte bunlardır.” 

Yalan söylediniz, iftira attınız, Allah yolundan alıkoydunuz, cezaevinde Kur’an bile vermediniz, dini kitapları yasakladınız, oruç tutmalarına ve namaz kılmalarına hakaret ettiniz, iftar için yemek vermediniz, dünya güzellikleri için ahiretteki sorguyu unuttunuz, Allah ve dinini kullandınız, haram kılınan rüşvet ve yolsuzlukları sahte fetvalarınız ile eğri gösterdiniz, halen nefes alıyorken içten tövbe etmezseniz bilin ki artık Allah’ın laneti üzerinizedir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin