Sokakları siz tutmazsanız, bekçiler tutacak

HABER-YORUM | KEMAL AY

690 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Emniyet Teşkilatı’nın taşra birimlerine 7 bin bekçi kadrosu açıldı ve önceki gün İstanbul’da ilk bekçi birimi göreve başladı. Güneşin batışından doğuşuna kadar sokaklarda dolaşacak olan bekçilere ‘araç durdurma’ ve ‘silah kullanma’ dersleri verilecek. İstanbul Emniyet’i çarşı ve mahalle bekçilerine ‘gece kartalları’ ismi takmış. Hürriyet’in haberine göre, vatandaşın bekçilere ilgisi de yoğun olmuş. Bekçilerin ilk faaliyeti de bir kahvehanede kimlik kontrolü yapmakmış.

Vatandaşlarımızın ısrarla yanlış şeylere ‘yoğun ilgi’ göstermesine artık alıştık. Mesela bütün gücü kendinde toplayıp sistemi tamamen ‘sadakat’ esasına göre dizayn eden ve bu uğurda ciddi yozlaşmaların önünü açan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a da ‘yoğun ilgi’ gösteriyor halkımız. Bu yolun sonunda en büyük zararı kendisi görecek ancak ‘Erdoğan’ın bir bildiği vardır’ diye umut ediyor. Bekçiler de benzer bir his uyandırmış. İlgi gösterilmiş. Ama durduk yere kahvehaneye gelip kimlik soran adamlar, tarihten biliyoruz ki, uzun vadede başınıza bela olacak demektir.

Ama tabi ‘Suçlu değilsen devlet seninle niye uğraşsın?’ mantığına sahip vatandaşlarımızın bu uygulamalardan gocunacak bir durumu yok. Devlet onlarla uğraşmıyor nitekim. Ya da onlar öyle sanıyor. Timur’un filleri gibi sürekli büyüyen, ‘kadro açan’ ve vatandaşına da ‘besleyin bunları’ diye buyruk yayınlayan devlet, aslında her gün sizinle uğraşıyor. Satın aldığınız her şeye ortak, kazandığınız her kuruşun çoğunu cebine indiriyor. Eğer zenginseniz şanslı sayılırsınız, daha az vergi ödüyorsunuz. Ama bu sefer de Reis’in adamları sürekli kapınızı çalabilir, sizden ‘haklarını’ isteyebilirler. Bir iki imam hatip yaptırmakla başlayan ‘iyi ilişkiler’ belirli yüzdelere doğru evriliyor.

‘MARJİNAL HAYATLARI’ EVE HAPSEDELİM!

Tatsız gerçekleri boş verelim, bekçilere dönelim. Geceleri ‘huzuru sağlayacak’ bu bekçilerin zaman içinde hemen her şeye müdahil olacaklarını, yoldan geçene ‘Birader senin bu saatte ne işin var buralarda?’ diye hesap soracaklarını kestirmek zor değil. Ama bunlar hep ‘huzur’ amaçlı. Sokaktaki adam canından bezdirilmeli ki, siz evinizde rahat rahat uyuyun. Bir süre sonra tabi bu sokakta canı bezdirilen insanların ‘ortak’ noktaları olduğunu göreceğiz. Meğerse bunlar hep din düşmanı, devlet karşıtı anarşist kimselermiş, diyecekler. ‘Marjinal, dejenere hayat tarzlarının’ sokakta temsili zamanla yasaklanacak. Tophane’deki sanat galerisinin gala gecesini ‘Burada içki içip ahlaksızlık yapıyorlar’ diye vatandaşımızın basmasına gerek kalmayacak. Bekçilerimiz ne güne duruyor?

Buradaki uzun vadeli plan kendini hemen gösteriyor. Seküler hayat tarzını ‘eve’ hapsetmek. Bir süre sonra şöyle tepkilerle karşılaşacak insanlar: ‘Evinde içkini iç kardeşim, illa restoranda içmek zorunda mısın?’ Üstelik kılıfı da hazır. ‘Büyük filozof’ Nuri Pakdil demiş ya geçenlerde ‘Allah’ demenin yasak olduğu dönemde yaşadım diye. Madem öyle biraz da ‘sekülerler’ yasaklar altında yaşasın iyi mi?

İTİRAZ KORKUYLA SUSTURULABİLİR

Tabi buna aşağı yukarı yüzde 50 oranında bir ‘itiraz’ olduğunu düşünüyorsunuz muhtemelen. Ama sokağı yeteri kadar terörize eder, insanları ciddi anlamda korkutmaya başlarsanız, bu yüzde 50’nin başka bir otoriteden himaye göremediği müddetçe dağılıp gitmesi işten bile değil. ‘Hayat tarzının koruyucusu’ olarak kendisini gören CHP’nin başta lideri olmak üzere çok sayıda milletvekili tehdit altında. Onları tutup hapse atsalar, buna itiraz edecek bir merci yok. Kendilerinin de ne kadar ‘koruyucu’ pozisyonunda olduğu tartışılır bu sebeple. Daha ziyade ‘korunmaya muhtaç’ bir hava içindeler.

Bakın mesela AKP ile CHP arasında gidip gelen bir şehir olan Antalya’da belediye yıllardır verilen Altın Portakal Film Festivali’nin ulusal yarışma bölümünü çat diye kaldırdı. Bunun sinema sektörüne ciddi etkileri olacak ve Antalya gibi CHP’li seçmenin ‘etkili’ olması beklenen bir şehirde bile bu gibi hamlelere karşı bir ‘direniş’ gösterme iradesi yok. Küçük küçük, parça parça koparılıp un ufak edilen bir kültür ve sanat hayatı var Türkiye’de. Dergiler tutunamayıp kapanıyor, TV’lerde kaliteli yapımların alanı giderek daralıyor, sinemada kaliteli filmler gösterime bile giremez hâle geliyor. Ekonomik durgunluğun ilk etkileyeceği alan olan kültür-sanat tüketimi, hâlihazırda çeşitli vesilelerle iğdiş ediliyor.

BOĞULMAMAK İÇİN!

Uzun lafın kısası, rejim sizi boğmak istiyor. Umutsuzluğun içinde boğulup sessizce ‘evlerinize’ çekilmenizi bekliyor. Şimdilerde ‘eve çekilmenin’ bir diğer adı sosyal medyaya hapsolmak. Oysa hayat sokakta. Evet, sosyal medyada da etkileşim var fakat orada benzer düşünceler birbirine çarpıyor sürekli. Aynı ‘balonun’ içinde yaşayıp gidiyor insanlar. ‘Farklı insanların karşılaştığı alan’ hâlen sokak. Umutsuzluğun kırılacağı yer de orası. Sinemacılar bir araya gelip Antalya Film Festivali’nin ulusal yarışmasını ‘açık havada’ yaşatmaya gayret etmezse, mevziler kaybedildiği ile kalır. Kapanan dergiler yaşatılmaya çalışılmazsa, tirajı düşük gazetelere destek atılmazsa, zulüm herkesin anlayacağı dilde basit jestlerle, küçük hikâyelerle anlatılmazsa karanlık galip gelebilir.

İtirazın olmadığı sokakları, bekçiler doldurur. Ve gün gelir rejim sizi boğar.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin