Skolastik düşünce ve Bediüzzaman

YORUM | AHMET KURUCAN 

Skolastik, Latincede okul anlamına gelen schola kelimesinden türetilen “scholasticus” teriminden gelir. Manası “okul felsefesi” demektir. Kavramsal düzlemde skolastik düşünce kilise baskısının yoğunluğu karşısında özgür düşüncenin imkansız olduğunu savunan düşünce biçimidir. Bu düşünce biçiminin en başta gelen özelliği kilise tarafından onay verilen bilgilerin dışında yer alan düşüncelere, doktrinlere, buluşlara bünyesinde yer vermemesidir.

“Skolastik düşünce” özellikle Nur talebelerinin yabancısı olmadığı bir kavramdır. Üstad Bediüzzaman 1952 yılında Eşref Edip ile yaptığı bir röportajda bu kavramı kullanmıştır. Risalelerin ve kendisinin anlaşılmadığı serzenişi ekseninde şunları der Üstad: “Risale-i Nur’u anlamıyorlar. Yahut anlamak istemiyorlar. Beni, skolastik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar.”

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Hiç şüphesiz bu sözün arka planında yaşadığı dönemde sıkça yapılan medrese-kilise benzetmeleri vardır. Zaten bir sonraki cümlesi bunu te’vile ihtiyaç bırakmayacak ölçüde açığa vuruyor. Diyor ki: “Ben bütün müspet ilimlerle, asr-ı hazır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin meseleleri hallettim. Hatta bu hususta da bazı eserler telif eyledim.”

Sonra? Sonrası önemli. “Nasarayı (Hıristiyanları) ve emsalini havalandırarak dalalet derelerine atan, yalnız aklı azil ve burhanı tard ve ruhbanı taklit etmektir.” Gerçekten de öyle değil midir? Kilisenin özgür düşünce üzerindeki hakimiyetinin kalkmasında sonra Batı, hayatın her alanında Rönesansını yaşamamış mıdır? Bu gerçek “Müslüman çoğunluklu ülkelerde” bile karşılık bulmamış mıdır? Sağcı-solcu ideolojik kamplaşmaların artık bitmeye yüz tuttuğu ortaokul ve liseli yıllarımızda bile  hocalarımız bize “Batı Hıristiyanlığı terk etti ilerledi, biz de İslam’ı terk etmeliyiz ki ilerleyebilelim” diyorlardı.

Ama Üstad tahlillerini burada bırakmıyor. Bir cümle içinde oldukça özlü bir biçimde Hıristiyanlık ve İslam mukayesesi yapıyor. Diyor ki: “Hem de İslamiyet’i daima tecelli ve inbisat-ı efkar (fikri genişleten) nispetinde hakaiki inkişaf ettiren, yalnız İslamiyet’in hakikat üzerinde olan teessüs ve burhanla takallüdü ve akılla meşvereti ve taht-ı hakikat üstünde bulunması ve ezelden ebede müteselsil olan hikmetin desatirine mutabakat ve muhakatıdır.”

İşaret ettiği, altını çizdiği, vurguladığı dört esas var Üstadın burada:  hakikat, burhan (delil), akıl ve hikmet. Bunların toplamı hatta belki büyük bir iddia gibi gelebilir ama doğru tespit edilip doğru bir şekilde izah edildikleri takdirde her birerleri tek başına skolastik düşünceyi yerle bir edebilir. Tabii düşünce tutarlığını nazardan hiç dûr etmeyecek belli bir metodoloji eşliğinde.

Ardından sözlerini şöyle tamamlar Bediüzzaman: “Acaba görülmüyor: Âyâtın ekser fevâtih ve havâtiminden (başlangıç ve bitişlerinden) nev-i beşeri vicdana havale ve aklın istişaresine hamlettiriyor. Diyor: ‘Efela yenzurun’ (Bakmazlar mı?) ve ‘Fenzuru’ (Bakınız) ve ‘Efela yetedebberun’ (Onlar hiç düşünmezler mi?) ve ’Efela tetezekkerun‘ (Hala düşünmez misiniz?) ve ’Tefekkeru’ (Düşünün) ve ’Mayeş’urun’ (Farkında değiller) ve ’Ya’kilun‘ (Aklını kullanıyorlar) ve ’Laya’kilun’ (Aklını kullanıp anlamazlar) ve ’Yalemun‘ (Biliyorlar) ve ’Fa’tebiru ya ulu’l-ebsar‘ (Bundan ibret alın ey basiret sahipleri). Ben dahi derim: Fa’tebiru ya ulu’l-elbab (Bundan ibret alın ey akıl sahipleri)!”

Sonra? Sonrası daha önemli. Ne sesi ne de sözü makes bulmuş Üstad’ın içinde bulunduğu çevre içinde. Asrın gidişatını görememişler emsalleri. Yapmaları gereken rehberliği yapamamışlar topluma karşı. Yalnız kalmış Üstad. Onun için “Zamanın garibi” manasında Bediüzzaman lakabı takılmış kendisine. Nihayet bir yerde bunalmış ve şunu demiş kendisini ısrarla anlamak istemeyen muhataplarına: “Neden? Dünya herkese terakkî dünyası olsun da, yalnız bizim için tedennî dünyası olsun? Öyle mi? İşte, ben de sizinle konuşmayacağım, şu tarafa dönüyorum, müstakbeldeki insanlarla konuşacağım. Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitâne Nûr’un sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temâşâ eden Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tâhir’ler, Yûsuf’lar, Ahmed’ler vesâireler!.. Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, “Sadakte” deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muâsırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mâzi derelerinden sizin yüksek istikbâlinize uzanan telsiz telgrafla sizinle konuşuyorum.”

Gerçekten de konuşmuş. Bakın 2022 yılı itibariyle vefatının üzerinden 62 yıl geçmiş ve biz hala onun sözleri üzerinden tahlillerde bulunuyoruz. Evet, metaforik bir anlatım ama gerçekten acele etmiş Üstad, erken gelmiş.

O da farkında bunun. Erken geldiğinin, çağın idrakinin üstünde bir idrake sahip olduğunun farkında. “Hiç tevazu yapmayacağım” dercesine o mütevazı insan şunları söylüyor zira. “Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennetâsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır. Biz, hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki: Mazi kıtasına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarımıza uğrayınız; o bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin mezar taşı denilen ve kemiklerimizi misafir eden ve Horhor toprağının kapıcısı olan kalenin başına takınız. Kapıcıya tenbih edeceğiz; bizi çağırınız. Mezarımızdan “Henîen leküm / Ne mutlu size (tebrikler)!” sadâsını işiteceksiniz. Hatta, misafirlerimizin gölgeleri bile mezar taşımızdan bu sadayı işitecektir. Şu zamanın memesinden bizimle süt emen ve gözleri arkada mâziye bakan ve tasavvuratları kendileri gibi hakîkatsız ve ayrılmış olan bu çocuklar, varsınlar şu kitabın hakâikini hayal tevehhüm etsinler. Zira ben biliyorum ki, şu kitabın mesâili hakikat olarak sizde tahakkuk edecektir.”

İnşallah öyle olur. Üstadın tahakkuk edecek beyanıyla kati bir surette söylediği o tablo hakikat, delil, akıl, hikmet sarmalı ile sarmalanmış bir şekilde hayatımıza hayat olur.

Son olarak, birkaç cümle önce “Sizinle konuşmuyorum.” dediği asrın memesinden süt emmekle birlikte çağının idrakinden yoksun, zamanının çocuğu olamamış ve kendisine “Bizi cehaletle itham edip hakaret ediyorsun.” diyen gözleri mazide, bugünde dünü yaşayan muhataplarına dönüp bir-iki cümle daha söylüyor ve noktayı koyuyor. Diyor ki: “Ey muhataplarım! Ben çok bağırıyorum. Zîrâ asr-ı sâlis-i asrın (yani on üçüncü asrın) minaresinin başında durmuşum; sûreten medenî ve dinde lâkayt ve fikren mâzinin en derin derelerinde olanları câmie dâvet ediyorum. İşte, ey iki hayatın rûhu hükmünde olan İslâmiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor, çekiliniz. Tâ ki, hakîkat-ı İslâmiyeyi hakkıyla kâinat üzerinde temevvücsâz edecek olan nesl-i cedid gelsin!”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

6 YORUMLAR

  1. İslam şekilleştirilerek yani somutlaştırılarak bir eşya şekline sokularak doğadan koparılmaktadır. Halbuki islam ile doğa ve insan bir bütündür, çelişmezler. Ama ruhsuz olduklarından herşeyi cisimleştirerek anlam katılmakta. Soyut bir varlık tanımlanamamakta çünkü o soyut şeyi tanımlayacak soyut, manevi bir organ yok. Çünkü insan kendisini de somutlaştırdı. Artık manevi cihazlarının farkında değil. İslam somutlaştırılınca onun dünya ve insan ile bütünlüğü ve verdiği mesajlar susturulmuş oluyor. Yani ruhsuz insanlar islamı kendi seviyelerine küçültmüş oluyor. Çünkü ufku kadar bir anlam katabilir ancak. Bir hayvana yada bir çocuğa anlattığınız şey o çocuğun kapasitesi ölçüsünde ve çocuğun semboller dünyasına göre anlaşılacaktır. Ruhsuz insanlar islamı kalıba soktuktan sonra kendi sembol dünyasına göre ona anlamlar yükleyecektir. Aslında islama yükledikleri anlam tamamen kendi dünyalarına göredir. Kendi anlam dünyasındaki kendi yapıtaşlarına yada kendi sembollerine göre anlam yükleyecektir. Yani islama yüklediği anlam kendi dünyasındaki yapı taşlarıdır. Yani kendisini yüklemektedir islama. Yani islamı eleştirirken aslında kendisini eleştirmektedir. İçindeki negatif şeyleri islama yüklemiştir. Sonra bu bilgi sanki dışarıdan geliyormuş gibi bir aydın olarak islamı eleştiriyor. Aslında türkiyede tartışılan islam gerçek islam değildir. Kemalistin kendi kendine kurduğu ikili bir dünyadır. Yani kemalist önce islamı kuruyor sonra da o islama karşı kendi pozisyonunu konumlandırıyor. Yani aslında kendi çalıp kendi oynuyor. Bu sayede gerçek islamın kendini ifade etme fırsatı ortaya çıkmıyor. Hatta çoğu zaman gerçek islam kemalistin islamı muamelesi görerek adeta yokluğa mahkum ediliyor. Kemalist bunu niye yapıyor? İslamın baskılanması için. Kendi kurguladığı islam gerçek islam olmadığından eleştiriye açık oluyor. Kemalist bunu kullanarak aslında gerçek islama saldırıyor. Buna itiraz eden müslüman kemalistin kurduğu islamın skolastik yönü itibariyle eleştiriye maruz kalıyor. Burada hem paralel din kurup besliyorlar, onu zihinlerinde yaratıp yaşatıyorlar, dini skolastik gösteriyorlar, hem gerçek müslümanları ve dini bu yolla baskı altına alıyorlar. Aslında gerçek şu ki dine skolastik anlam katan kemalist kendinisidir. Yani bu düşünce kendisine aittir. Skolastik islamı kendi kurduğu için skolastik islam kemalistin kendi düşünce dünyasıdır, kendisinin dışa yansıtmasıdır. Yani kendi skolastik düşünceyi sanki kendisi değilmiş gibi islama yansıtmaktadır. Hem kendini temize çıkarmış oluyor hemde dini karalamış oluyor. İç dünyasını dine yansıtmaktadır. Dini karalamak istediğinden içindeki kötü yönleri islama kusmaktadır. Hem kendini temize çıkarıyor yani hile yapıyor ki bu en büyük hilelerinden biridir, hem kendi pisliğini dine yıkmış oluyor. Kemalistler o yüzden benim gözümde değer verilmeyen yaratıklardır. Çünkü bu hileler ile üstünlük kurup sonra da şımarmaktadırlar. Normal bir insan bu yöntemleri kullanmaz.

  2. Bu pek istifadeye açık yazınız için çok teşekkürler.
    Cenab-ı Hak bizleri Üstad Hazretlerinin ve Hayat Sahibi’nin yolundan ayırmasın, bizleri onlara talebe etsin Ahiret’te de bir ve beraber etsin. Amin.

  3. Sayin Ahmet Kurucan Bey.
    Yazinizda islediginiz konuya [uyandirdigi bilumum epistimolojik sorulara ragmen] vakif olmadigimi, evvela, belirtmek isterim.
    Lakin, musaadenizle iki “teknik” hususa deginmek ihtiyacini hissettim:
    1) Skolastik kelimesinin tarhsel-evrimsel (?) ve bilhassa dilsel-etimolojik-kok anlamini, sanirim, cok “hizli” gecistirdiniz. “okul felsefesi” anlamina geldigine pek emin degilim [okula ait olmak…olabilirmi?]
    2) Akabinde bahsettiginiz “Kavramsal düzlemde” ve “Bu düşünce biçiminin en başta gelen özelliği” noktalarinda ifade ettiginiz anlatim, gene sanirim, pek isabetli bir [kuramsal] tahlil (belki yer darligi sebebi ile) olmadigini diye dusunuyorum.
    Her halukarda, sayin Hocam, esenlikler ve iyi calismalar.

  4. Toplumun sorunlarının etrafında üstattan bir şeyler alarak turlamanız ve hızlı tur atmanız sorunları gördüğünüzü veya görüb yazmiyorsunuz yahu bir kendiniz olun topluma bir bakın ve toplumu parçalayan lortları iyi tanıyın ve bu parçaları nasıl etkilerinin altında tuttukları bir görün nedir bu körlük neder bu kendi reklamı ve bu reklamları yaparken toplumu insaları aptallaştırdınız kendi rakşamını derken şahsınızın sayın kurucan sorunlara korkmadan bakın sorunların gerçek yüzünü görmeye çalışın

  5. “Neden? Dünya herkese terakkî dünyası olsun da, yalnız bizim için tedennî dünyası olsun? Öyle mi? İşte, ben de sizinle konuşmayacağım, şu tarafa dönüyorum, müstakbeldeki insanlarla konuşacağım….”

    En dikkatimi çeken, Üstadın yukarda alıntıladığım satırları oldu.

    Değerli Kurucan Hocam,

    bütün kavramları tek tek elden geçirmeliyiz. daha nce de yazdım tekrarlayım kısaca.

    Dünya hayatını kötüleye kötüleye, yere yere, tuli emel diye diye geri kalıyoruz.

    Ortadoğu insanı zaten tembelliğe alışmış, birde bunlar işine geliyor.

    Terakki kimsenin umrunda değil.

    İlerlemeliyiz denince, “İstemez misin Ya Ömer dünya onların olsun, ahiret bizim” hadisini getiren anlayışla mücadele etmek çok zor.

    Bir lokma bir hırka menkıbeleriyle dolu zihnimiz.

    Biri, gece gündüz emek verse kariyer yapsa, okuduğu kitaplardan, dini sohbetlerden tut, cuma vaazlarına, gündelik konuşmaya her yerde karşısına bu dünyaya dalmama olayı getiriliyor alakasız bir kavram olarak.

    Ekmeğini ele alıp gerisine karışmamak kültür değil artık dinin bir yanı olmuş.

    Dindarlaştıkça toplumumuz, bilimden gelişmeden uzaklaşıyor. Sanat edebiyat vs hak getire.

    Siz bunları dediniz ya, yarın bir başkası, üstadın bunlara tam olarak zıt algılanacak başka cümlelerini satırlarını getiriyor.

    Velilerin menkıbelerinden, evliyaların yaşamından, abidlerin zahidlerin szlerinden yaşamlarından kesitleri sunuyor.

    Birileri sürekli dünyadan uzaklaş deyip içini tam olarak net olarak doldurmazsa ne olur? Olan şu an ki olur.

    Bizi geri bırakan şeyleri üstad, cehalet tefrika fakirlik olarak tespit etmiş ama bundan daha öte, din anlayışımız.

    Cumhuriyetin başında, Atatürkün kurmak istediği toplumu yerden yere vuruyoruz da, dini ynleri hariç, bu adamlar da bunu görmüşler belli ki.

    Islahat ıslahat üzerine, 17. yy den beri, yapılmamış edilmemiş şey kalmamış ama bi türlü bu gerileme durdurulamamış.

    Ben bunda sebeplerden birini dinin anlatım tarzı olarak grüyorum.

    Din değil ama bunun anlatım tarzı.

    Sabah akşam dünyadan uzaklaş, dünya necisdir, öleceksin, aman hazır ol ahirete nasihatlarına kulak asanlar, ilerlemiorlar kendilerini kenara çekiyorlar.

    Fark etmiyor olabiliriz ama gzlemim bu, arada “ilim çindeyken gidip alınız” hadisi 1 söyleniyorsa, dünya hayatını levmetme 1000 söyleniyor.

    Sonuçta insanlar daha da dindar olmadı üstelik bu gün geldiğimizz noktada, fakirliğin etkisiyle küfre de düştü, bilmem neyede.

    Dindarlaştıkça bilimden, gerçek akademik yaşamdan uzaklaştığını düşünüyorum insanların, dinden uzaklaştıkça da bu alanlarda başarılı olduklarını.

    Dünyanın en önde gelen bilimadamlarında da bunu görebilirsiniz.

    Biz nasıl ediyoruz, ne yapıyoruz, nasıl bir zihinsel kilit vuruyoruz da, dindarlaştıkça insanlar motivassyonlarını kaybediyorlar.

    Ölüm endeksli yaşam, hesasp endeksli yaşam teorisi güzel ama uygulamada çok aksaklık var.

    Konu derin, parça parça kırıntıları bir araya getirdim. Ama sanırım maksat hasıl olmuştur.

    Üstadın 3 tespitine bizi geri bırakan, ben 4. ye ekliyorum.

    DİN in anlatım tarzının insanları bilimden fenden uzaklaştıracak bir tutuma dönüştürecek şekilde olması..

    Bu da 4. tespitim.

    Gericilik kavramını birde bu gözle ele almalıyız. Elin oğlunu sürekli yermemeliiz. Belli ki, birileri de bunu görüyor, ama ifade edemiyor, tefrite kaçıyor, faturayı dine kesiyor.

    Din anlatımının nasıl algılandığı…. bu konu çok önemli.

    Kuranın hadisin elmas düsturları bizi terakki ettireceği kesinse ki, kesin öyleyse bu halin bir sebebi de, bu drdüncü tespitim olmalı.

    Fizikten, kimyadan biyolojiden haberi olmamış, ilgilenmemiş insanlar, dar bir çerçeve de tahsil yapmış olanların elinde bir din anlatımı var ve onlar körpe zihinlere gidiyor.

    Bu konuları da düşünmeliyiz derim.

    Rabbim, muradına hakikate aykırı bir şey söylettiyse affetsin.

    Allu alemi bil gayb

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin