Siyasetnameler ışığında ideal devlet yönetimi [Konuk Yazar: Dr. Serdar Efeoğlu]

Devleti yönetenler her türlü yetkiyi elinde bulundurmanın verdiği güçle zaman içinde hukuk sistemini bir kenara bırakarak keyfi uygulamalara girişmekte ve iktidarı bir zulüm aracı haline getirmektedir. Müslüman düşünürler Emevîlerin istibdada dayanan yönetim tecrübesini yaşadıktan sonra değişik eserlerle çözümler teklif ederek Hükümdarın “despot ve zalim” bir kişilik haline gelmemesi için uyarılarda bulunmaya ve devletin nasıl olması gerektiğini anlatmaya çalıştılar. Mesela İmam Ebu Yusuf, Harun Reşid’in isteğiyle yazdığı Kitabü’l Harac’ın girişinde hükümdara Allah’ın büyük bir saltanat ihsan ettiğini, ancak adaletle hükmetmediği takdirde ahirette hesabının zor olacağını belirtti.

‘Cahil Şehir’, ‘Fâsık Şehir’, ‘Karakteri Değişmiş Şehir’

İslam tarihinde hükümdarlara tavsiyelerde bulunmak amacıyla bilge kişiler veya devlet adamları tarafından yazılan eserlere “siyasetname” adı verilmiştir. Bu eserlerin en çok bilineni Nizamülmülk tarafından Sultan Melikşah’a sunulan Siyasetnamedir. İmam Gazali, Maverdi, Farabî ve İbn-i Teymiye gibi kişiler yazdıkları eserlerde yaşadıkları dönemin özeliklerine göre ideal yönetim ilkelerini belirlemeye çalıştılar. Devlet yönetimi alanında önemli eserler veren Farabî, Medinetü’l Fazıla’da, ancak erdemli insanların erdemli bir devlet kurabileceklerini ileri sürdü. Farabî’ye göre erdemli şehrin en önemli özelliği insanların birbirleriyle yardımlaşması ve uyumlu bir şekilde yaşamasıdır. Fakat ideal devlet çoğu zaman oluşmadığından “Cahil Şehir, Fâsık Şehir, Karakteri Değişmiş Şehir, Doğru Yolu Bulamamış Şehir” gibi eksik yapılar söz konusu olur.

Farabî devleti yönetecek hükümdarın sahip olması gereken on iki özellik belirlemiş, bunların tamamının sadece peygamberlerde olabileceğini, bu nedenle beş veya altı şartı sağlayan kişinin yöneticilik için yeterli olacağını belirtmiştir. Bu vasıflar; bedeninin mükemmel olması, büyük bir anlayış ve söylenen her şeyi anlama, mükemmel bir hafıza, asgari delille kavrama gücü, başkalarına derin bir bilgi aşılama kabiliyeti, ciddiyetsizlikten sakınma, altın ve gümüşe düşkün olmama, yeme, içme ve şehvette aşırı olmama, yalan söylememe ve yalandan nefret, âlicenaplık ve iyilikseverlik, adalet sevgisi, şiddet ve istibdattan nefret, adaleti kolaylıkla dağıtma gücü, yapılması gerekenleri yapmaktan korkmama, yeteri derecede servet sahibi olmadır.

Devletin işleyişine dair kriterler

siyasetnameler 1Siyasetname geleneği Osmanlılarda da devam etmiş; bu eserlerde Farabî gibi ütopyalar yerine hayatın içinden tespit ve öneriler yer almıştır. Osmanlı Klasik Dönemine (1300-1600) dair eserlerde devlet yönetiminin temel prensipleri öne çıkarken, 17. yüzyılda ülkede yaşanan aksaklıklar tespit edilerek çözüm önerileri getirilmiş, 18. yüzyıldan itibaren de Avrupa örnek alınarak yapılması gereken yenilikleri içeren eserler yazılmıştır. Klasik Dönem yazarlarından Tursun Bey, Kınalızade, Gelibolulu Mustafa Âli ile 17. yüzyılın meşhur bilgini Kâtip Çelebi devlet işleyişine dair bazı temel kriterleri öne çıkarmışlardır. Bunların başında “devletin gerekliliği” ilkesi gelmektedir. İslamiyet’in temel prensiplerinin uygulanabilmesi için devlete ve otoriteye ihtiyaç vardır. Bu otoritenin merkezinde yer alan Padişahın işleri ehil olanlara vermesi ve halkın halinden haberdar olması gereklidir. “Âlemin kalbi” olan Padişah, toplumsal düzeni korumalı, ülkede adaleti temin etmelidir.

Siyasetname yazarlarının ortaya koyduğu ikinci kriter olan “nizâm-ı âlem” ise kamu düzeninin korunması düşüncesidir. Yazarlar 17. Yüzyılda yaşanan kargaşayı ve problemleri “nizâm-ı âleme ihtilal ve reaya ve berayaya infial” şeklinde değerlendirerek “Bir kavim kendi halet-i ruhiyesini değiştirmedikçe Allah onların halini değiştirip bozmaz (Ra’d, 13/11)” ayetini öne çıkarmışlardır.

Siyasetnamelerde ‘adalet’

Osmanlı yönetim anlayışının en önemli prensibi “adalet” kavramıdır. “Adalet mülkün temelidir” şeklinde ifade edilen bu ilke, bütün siyasetname yazarlarının vurguladığı bir kavramdır. Birçok yazar hadis olduğu da rivayet edilen “Küfür ile dünya durur, zulüm ile durmaz” vecizesine yer vererek adaletin sağlanmasının önemini belirtmiştir. Yani kâfirlerin yönettiği bir devlet bile adaletli yönetimle varlığını sürdürebilir, ancak zalim bir devlet Müslümanların yönetiminde bile olsa yaşayamaz. Osmanlı dönemindeki isyanlarda hep adalet vurgulanmış; isyan eden yeniçeriler, sipahiler, medrese öğrencileri ve halk “adalet isteriz” diyerek ayaklanmışlardır.

Yazarların sürekli vurguladığı kavramlardan birisi de “kanun-i kadim” kavramıdır. Bu ifadeyle bir taraftan “şer-î hukuk”, diğer taraftan da “örfî hukuk” anlaşılıyor, padişahın icraatının kanunlara uygun olması amaçlanıyordu. Hükümdar, Fatih Kanunnamesi’nde görüldüğü gibi örfî hukuk alanında düzenlemeler yaparak “yasama” yetkisini kullanıyordu. Siyasetname yazarları ayrıca “emanetlerin ehline verilmesi” prensibini vurgulamış ve “Gerçekten Allah, size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder (Nisa, 4/58)” ayetinden hareketle tayin edilecek kişilerin gerekli vasıfları taşıması gerektiğini ifade etmiş, hak etmeyen kişinin yüksek makamlara getirilmemesi gerektiğini belirtmişlerdir. Tayinlerde liyakat ve ehliyet esas alınmalı, rüşvet ve kayırma ile görevlendirme yapılmamalı, özellikle “maraz-ı bî-ilac (ilacı olmayan hastalık)” olan rüşvete bulaşmış kişilere görev verilmemelidir. Ayrıca reayaya sahip çıkılmalı, halk Padişaha Allah tarafından emanet olarak verildiğinden kaldıramayacağından fazla yük yüklenmemeli, huzur ve güven içinde yaşaması sağlanmalıdır.

Uygulamada yapılan yanlışlar

Siyasetname yazarları ideal şartları ortaya koymaya çalışarak eserlerini kaleme alsalar da Osmanlı tarihine baktığımızda bu kriterlere uyan padişahlar olduğu gibi bazen de dikkate alınmadığı görülmektedir. Örneğin Kanuni has odabaşısı İbrahim Ağa’yı sadrazam tayin ederek hiyerarşiyi alt üst etmiş, 3. Murat oğullarının sünnet merasiminde halkı eğlendiren hokkabaz, cambaz vs. kişileri Yeniçeri Ocağı’na kaydettirerek kanun-ı kadim’e uymamış, bazen de makamlar rüşvetle satılmıştır. Bazı hükümdarlar ise geçen yazımızda söz ettiğimiz gibi keyfi olarak muhaliflerin mallarını müsadere ettirmiştir. Geçmişten bugüne bu tür yanlışlıklar karşısında yöneticileri uyaran bilge kişiler ise birçok zulme maruz kalmış, sürgün veya hapisle cezalandırılan âlimler ve tasavvuf büyükleri olmuştur.

Yöneticilerin adaletle hükmetmesi ve devletlerin varlığını sürdürebilmesi için gerekli ilkelerin birçoğu elbette günümüzde de geçerlidir. Bugün siyasetname yazarlarının vurguladığı kriterler itibarı ile bakıldığında ülkemizde adaletle hareket etme endişesinin olmadığı, emanetlerin ehline verilmediği, tayinlerin liyakate göre değil, “düşük profil” ve adam kayırma ile yapıldığı, rüşvetin devleti zarara uğratmadığı gerekçesiyle suç olarak bile değerlendirilmediği, insanların hiçbir delil olmadan hapse atıldığı bir dönem yaşanmaktadır. Bu yanlışlıklar karşısında yöneticileri uyarmanın, cahilliğin alkışlandığı bir ortamda mümkün olmadığı çok açıktır. Devleti yönetenlerin vasıflarının Farabî’nin tanımladığı on iki özelliğe uygun olup olmadığının değerlendirmesini ise değerli okuyuculara bırakıyorum.

Kaynaklar: Hüseyin G. Yurdaydın (Çev.), “Farabî’nin Siyasi Nazariyeleri”, AÜDTCF Dergisi, S. VIII; Mehmet Öz, Osmanlı Siyaset Düşüncesi, İslami Araştırmalar, S. XII; Demokaan Demirel, “Farabî’nin İdeal Devleti: Erdemli Şehir”, NÜ İİBF Dergisi, C. 7, S. 1.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Hocam elinize sağlık. Keşke, bu siyasetnamelerin bir benzeri de toplumun kılcal damarlarına inen stk, cemaat vb. oluşumların karar alma mekanizmaları için yazılsa. Belki de böylece; keyfilik, neme lazımcılık, amme hakkı hassasiyeti gibi konulara dikkat edip, zulme sessiz kalmaz veya kendileri de benzer bir zulme kalkışmazlar.

  2. Degisen birsey yok. Kisir donguye girilmis. Toplum kendini degistirmiyor idareci ona gore sekilleniyor, idareci cehalet ve sehvetiyle devam ediyor toplum ona gore sekilleniyor ve devam edip gidiyor. Ta ki buyuk şok .

  3. “cahil toplum””fasik toplum””karakteri bozulmus toplum”
    bilin bakalim hangi kibirli,asil,secilmis, “necip” toplum.

  4. Habil ve Kabilin kavgası hiç bitmeyecek. Biri payına düşene razı olmayacak, hased edecek, gaspedecek, zarar verecek, öldürecek. Diğeri de mütevazi olacak, yardım edecek, nasihat edecek, paylaşacak, hakkına razı olacak, yaşatmak için yaşayacak… ama asla pes etmeycek.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin