Sinemada yansıma motifi ya da perdedeki ayna metaforları

YORUM | M. NEDİM HAZAR

Kamera objektifin temel görevi, içindeki mercekler vasıtasıyla dış dünyadaki görüntüleri toplayarak kamera gövdesine ulaştırmaktır. Objektifin önünde bulunan mercek görüntüyü toplar, bu görüntü daha arkalardaki merceklerden aynadan yansıyarak kamera gövdesine ulaşır. CCD’ler bu görüntüleri elektronik sinyallere çevirir. Kameralar ve objektifler insan gözünün görüntüyü oluşturma sisteminden yola çıkarak üretilmiş ve geliştirilmesine rağmen günümüzün en ileri teknolojisi bile bir kamera objektifinin insan gözünün mükemmelliğinden fersah fersah uzakta olduğunu söyleyebiliriz. 

Sanatın pek çok dalında olduğu gibi, sinemada da ayna metaforu pek çok derin katmanda karşımıza çıkar. Kimi zaman benlik, kimi zaman sırlı yüz, kimi zaman hakikatin yansıması, kimi zaman ise bir suç ortağı olarak yansır perdeye aynalar. Ayna, keşfinden itibaren kamera ile yakın bir ilişki kurar ve seyircinin insanî olan tüm yönlerini hikâyenin içine eklemleyen nadide unsurların başında gelir.

İnsan-ayna ilişkisinin kadimliği yansıma kadar, kimi zaman yanılsama olarak da filmlere ilişir. Geceden gökyüzüne, insan benliğinden hislere kadar bir dolu karşılığı vardır metafor olarak kullanılan aynaların. Mevlânâ, ‘hakiki olana yüzünü dönmek’ cümlesiyle özetler insan ile ayna arasındaki mistik ilişkiyi. Ona göre, yansıma aynı zamanda bir devinim ve değişimin de ifadesidir: “Şu derede akan suya bakın; Güneş, Ay ve yıldızlar O’nun yüzünde yansımada. Su akarak durmadan değişmede amma suyun yüzündeki yansıma devam etmede. Bu dünyadaki insanlara da düşünceler ve hakikatler yansımada. İnsanlar su gibi durmadan değişmede fakat hakikatler, bilgiler ve düşünceler yeni gelenlere yansımada…”

Sinema, teknik olarak fotoğraf kökenli olduğu için yapısal olarak aynalar vasıtasıyla görüntüyü perdeye düşürür. Erken dönem sinemacıları ise ayna ve yansıma metaforu kullanmakta ellerini çabuk tutmuşlardır. Şüphesiz bu çabuklukta Charlie Chaplin, çağdaşlarından hep bir adım önde olmuştur. Sinemanın bu erken dönem ustası, birden fazla filminde ayna metaforunu bol bol kullanmıştır. The Circus (1928)’da neredeyse 5 dakikalık ayna labirenti kullanarak bu tür sekanslara öncüllük yapar.


Sinemada bir duygunun yansımasını desteklemek, derinleştirmek ve metaforik bir katman olarak kullanmak üzere kullanılan ayna, sayısız filmde bambaşka anlatımlara kapılar açar.


Orson Welles, Lady from Shangai’de (1947)  katarsisi yaparken kahramanın üzerine gölgeler düşürür. Karanlığın yansımasını ise bir final sekansında sekansta aynalarla donatılmış gerçek üstü bir labirentte yapar.

Sinema, keşfinden hemen itibaren ürettiği filmlerde kurgulu filmlere geçene kadar perdeyi tiyatro sahnesi gibi (belgesel filmler elbette farklıdır) kullanır. Esas mesleği sirk cambazlığı olan George Melies, bu yeni keşif ile gösterilerini birleştirebileceğini düşünerek sinemada aynayı bir metafordan ziyade teknik aksam olarak kullanır. Bu minvalde ayna kullanılan ilk film 1903 yapımı 5 dakikalık sessiz film olan Melies’nin The Inn Where No Man Rests’idir diyebiliriz. Fransız mukallit, tiyatro sahnesine benzer bir şekilde dizayn ettiği şenlikli bir platformda ayna ve resim çerçeveleri kullanarak bol bol illüzyon gösterisiyle komedi türünün de ilk başarılı örneklerinden birini verir.

Geliştirdiği yeni çekim teknikleriyle drama türünün babası sayılan Edwin S. Porter ise bundan iki yıl sonra çektiği 7 dakikalık ‘How Jones Lost His Roll’de hem tipografi oyunları yaparak filmin diyaloglarını daha dikkat çekici kılar, hem de aynaya önemli bir rol verir. Kumarbazın arkasına yerleştirilen boy aynasıyla elindeki kartların görülmesi sağlanır ve sadece parası değil elbiseleri bile alınır!

Mary Shelley’nin ilk uyarlaması sayılan ve yönetmenliğini J. Searle Dawley’in yaptığı 1910 yapımı Frankenstein’da, Dr. Frankenstein, odasının kapısına sırtı dönük oturmasına rağmen tam karşısına yerleştirdiği boy aynası sayesinde girip çıkanı kontrol etmektedir. Bu film, sinema tarihinde aynayı metaforik olarak kullanan ilk film olma özelliğine sahiptir. Çünkü biraz sonra odaya yaratık girer ve doktorun nasıl bir canavara sebebiyet verdiğini bizzat aynaya bakarak görüp öfkelenir. Ve her canavar gibi finalde sahibine yönelip bedel ödetir.


Mary Shelley’nin ilk uyarlaması sayılan ve yönetmenliğini J. Searle Dawley’in yaptığı 1910 yapımı Frankenstein’da, Dr. Frankenstein, odasının kapısına sırtı dönük oturmasına rağmen tam karşısına yerleştirdiği boy aynası sayesinde girip çıkanı kontrol etmektedir. Bu film, sinema tarihinde aynayı metaforik olarak kullanan ilk film olma özelliğine sahiptir. 


Enteresandır ilk uzun metraj filmde ayna kullanımını da yine bir uyarlamada (Pamuk Prenses) Searle Dawley yaptığında yıl 1916’dır. 63 dakikalık filmde meşhur ‘ayna ayna söyle bana’ repliğini çocuklar masal dinlerken zihinlerinde canlandırmayıp, perdede izlerler.  Yine sinemanın ilk starlarından olan Harold Lloyd, 1925 yapımı The Freshman’da buğulu aynayı sildiğinde hayalindeki kadını karşısında görür. Bundan bir yıl sonra ise ayna bu kez gerçek hikâyeden uyarlanmış bir suç filminde arz-ı endam eder. Filmin adı Chicago, yönetmeni Frank Urson’dur.

İlk kez bir savaş filminde ayna metaforunun kullanılması ise 1930 yılına denk gelir. Ünlü ‘Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’ filminde asker sevkiyatını harabeler içinde sağlam kalmış büyükçe bir salon aynasından izleriz. Aynı yıl korkunun babası Alfred Hitchcock da ayna kullanan yönetmenler arasına katılır. Clemence Dane ve Helen Simpson tarafından yazılan ‘Enter Sir John’ adlı romanın sinema uyarlaması olan ‘Murder!’ Sıkı kurgusu ve usta diliyle hayli takdir toplayan Hitchcock, aynı seti kullanarak bir de Alman versiyonunu çeker. Ustanın bu filmde kullandığı kamera hareketlerine alışık olmayan seyirci, işlenen cinayeti derinden hisseder. Şüphesiz bu etkideki etkenlerden biri de cinayet işlenen odanın duvarında asılı olan aynadır!


İlk kez bir savaş filminde ayna metaforunun kullanılması ise 1930 yılına denk gelir. Ünlü ‘Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’ filminde asker sevkiyatını harabeler içinde sağlam kalmış büyükçe bir salon aynasından izleriz. 


İlk kez 1921’de sinemaya aktarılan Bram Stoker’ın Dracula’sı 1931’de bu kez Bela Lugosi’yi yıldızlaştıracak uyarlamasıyla ‘ayna’lı çekilir. Tchaikovsky’nin  Swan Lake’yle açılan filmde yönetmen Tod Browning öylesine etkileyici bir mekân tasarımı yapmıştır ki, yüksek tavanları ile tekinsiz ve terk edilmiş olan Kont Şatosu’nun her adımında ürperti vardır. Ve erken katarsisi iki kadın devasa bir ayna karşısında yaparlar. Film o kadar tutar ki, hemen aynı yıl bir Dracula daha yapılır. Üstelik içinde ayna da vardır!

1931, sinema için ‘ayna yılı’ dense yeridir. Fritz Lang’ın sinema tarihine giren klasiklerinden olan ‘M’ de o yıl çekilir. Filmde ayna, katilin gazeteye yazdığı mektup dış ses tarafından okunurken kendi çökmüşlüğünü incelemesi esnasında kullanılır.

Walt Disney, 1935 yapımı The Golden Touch’ta aynayı ilk kez bir animasyonda kullanan film şirketi olur. Aynı yıl Edgar Allen Poe’nun meşhur eseri Kuzgun (The Raven) da sinemaya aktarılırken sahnede ayna vardır.

Sadece çekim tekniği, kamera hareketleri açısından değil, kullandığı metaforik katmanın kalınlığı ve senaryosuyla da önemli bir film olan Matrix için ayna ve yanılsama metaforu bambaşka bir yazı konusudur belki. Yaşayan en tehlikeli insan Morpheus kahramanımız Neo’ya hakikati göstermek için tercih sunar. Malum mavi ve kırmızı haptır bunlar. Yapacağı tercihe göre ya uykuya devam edecek ya da ‘gerçeğin çölüne’ uyanacaktır. İşte tam bu esnada Wachowski Kardeşler bize tercihi Morpheus’un gözlüklerinden yansıtarak verirler. Başka bir sahnede ise Neo, yaşadığı dünyanın sahteliğini aynaya elini uzatarak test eder, aynanın arkasına uzanan parmakları uyuduğu evrenin derinliğiyle koşut sarsar onu. Bir başka sahnede ise kaşık büken çocuğu görürüz. Kahramanımızın ‘seçilmiş kişi’ olup olmadığını test etmek için gittiği mekândır burası ve kaşıktan yansıtarak repliği patlatır film: “Eğilen kaşık değil, zihnindir!” Araç dikiz aynasından kapı tokmağına kadar bir dolu yansımayı mebzul miktarda kullanır yönetmen kardeşler Matrix’te.

Yıl 1933 Marks Biraderleri’in (iki değil, dört kişidirler; Groucho, Harpo, Chico ve Zeppo) anlaşılması için 30 yıl bekleyen ve içerdiği sert devlet eleştirileri ile bir anti-savaş filmi Duck Soup’ta kahramanlarımızdan biri aynanın içinden geçmeye kalkışınca tuz buz eder. Ancak hiç kırılmamış gibi öte taraftaki diğer kahramanı taklidiyle ‘kim gerçek?’ algısı oluşturulur. Görüntüye üçüncü bir şahıs girince illüzyon bozulur.

Ayna metaforunu en sert şekilde ve doğrudan modernizme yönelten çalışmalardan biri de şüphesiz, 2011 yapımı İngiliz kısa filmler serisi Black Mirror / Kara Ayna’dır. Her sezonunda ana ekseninde ‘ekran’ olan çalışma fişi çekildiğinde anlamsız bir siyahlığa bürünecek dijital ekranlar üzerinden modernizme yüklenir. Yalanlarımızı parlatan, geleceğimizi karartan, bizi yakınlaştıracak sanırken uzaklaştıran ve giderek bizi kendisine ‘râm’ eden ekranlar! Ayna kavramı ile günümüz insanının cihaz bağımlılığına oldukça tutucu bir dille sert bir dil kullanarak yaklaşır Black Mirror. Özellikle 2. sezonun 2. bölümü olan ‘Beyaz Ayı’da büyük bir suç işlemenin bedelini ödeyen kadın, kendiyle ilk yüzleşmesini hafızası silik olarak ayna karşısında yapar ve kendinden korkar!


Ayna metaforunu en sert şekilde ve doğrudan modernizme yönelten çalışmalardan biri de şüphesiz, 2011 yapımı İngiliz kısa filmler serisi Black Mirror / Kara Ayna’dır. Her sezonunda ana ekseninde ‘ekran’ olan çalışma fişi çekildiğinde anlamsız bir siyahlığa bürünecek dijital ekranlar üzerinden modernizme yüklenir


Sıra dışı yönetmen Quentin Tarantino, Pulp Fiction’daki bar sahnesinde ayna kullanımında cömerttir. Tarantino, kahramanı Vincent Vega’ya Martin Scorsese’nin Taxi Driver’de Travis Bickle’a yaptırdığına benzer bir kendiyle diyalog yaptırır. Her ne kadar Travolta DeNiro kadar başarılı olamasa da, beyazperdede aynayı alt benlik olarak yerinde kullanan ender sahnelerden biridir bu. Şüphesiz usta oyuncu Robert DeNiro’nun canlandırdığı taksi sürücüsünün yapacağı fenalığa savrulmadan önce aşkı ve eylemi arasındaki sıkışıklığa kendi kendiyle diyalog yaparak çıkış aradığı meşhur sahnesi belki de sinema tarihinin en etkili ayna sahnesidir. 1995 yılında Mathieu Kassovitz çektiği sert filmi ‘La Haine’ benzer bir ‘aynadaki ben ile diyalog’ plan koyar. Kadr öznel açıyla ilerler ve kendi yansımasıyla hem diyalog hem de silah çekme egzersizi yapan Vinz’in yerine geçer. Üstelik bunu yaparken aynada görünmesi gereken kamera yok olmuştur.

Benzer bir teknik oyunu Robert Zemeckis’in Carl Sagan’dan uyarlanan bilim kurgusu Contact’ta görürüz. Küçük Ellie, babası ölümcül krize girdiği an üst kattaki ecza dolabına koşar. Bir çocuğun babası için çırpınışını dolabın aynasından izleriz. Ve bu müessif olay çocuğun ruhunda öylesine derin yaralar açar ki, film boyunca bu yaranın onarılmasını izleriz.  

İki dâhinin anlatıldığı iki filmde de ayna/yansıma metaforuna rastlıyoruz. İkisi de Oscar ödüllü. Ron Howard’ın A Beautiful Mind’ında John Nash zihin olarak pencere camını kullanırken, Gus Van Sant Good Will Hunting’de matematik dâhisine doğrudan aynayı zihin olarak kullandırır. Nash, kodları çözdüğü sahnede her şey yansıma dizaynıyla yapılmıştır. Aklın tezahürlerini bir yerlerden yansıtarak anlatır film.

Alman yapımı şahane film Çöküş-Der Untergang’da da karşımıza ayna çıksa da, sanırım savaş filmleri arasında en etkili ayna sahnesi Jean-Jacques Annaud’nun 2001 yapımı Enemy at the Gates’nde keskin nişancıların kedi-fare oyunu oynarken harabe fabrikada sıkışıklığına çözüm olarak kullanıldığı andır. Keza Steven Spielberg bol Oscar’lı Schindler’s List’in de adeta tıraş dersi veriyorcasına Liam Neeson’u aynanın karşısında tutar. Spielberg Jurassic Park’ta yerdeki suyu ayna olarak kullanır. Dev dinozorun gelişini, kahramanımızın çamurlu suya yansıyan suretinin titreşiminden anlarız.

Spagetti Western’in usta ismi Sergio Leone, Bir Zamanlar Batıda – Once Upon a Time in the West’te kötü adamlarla mızıkacıyı karşılaştırdığı sahnede önce lamba camından küçük bir yansıma oyunu yapar. Dikkatler harmonikaya dönmüşken, hemen arkasındaki kırık aynayı görürüz. İyiyle kötünün bol göndermeli diyaloğuna şahittir ayna.

Stanley Kubrick’in kült filmi The Shining’de pek çok mekân ve sahnede aynayı kullanması belki olayların bir otelde geçmesi münasebetiyle gibi düşünülebilir. Ancak odadan bara, tuvaletten fantastik sahnelere kadar pek çok anda ayna ürkütücü bir yansıtıcı olarak kullanılır Cinnet’te.

Darren Aronofsky’nin derinlerimizdeki kötülüğü yüzeye doğru ittiği Oscarlı filmi Black Swan’da aynaların çok özel bir yeri vardır. Nina ile Siyah Kuğu arasındaki ruh bölünmesi aynada tezahür eder.

Çizgi dünyasından sinemaya transfer olan kahramanlardan Spider-Man’de ayna hem iyiliğin hem de kötülüğün tarafında kullanılır. Peter Parker’ın kahramanlığa giden yoldaki gelişimini aynada görürüz ara ara. Ancak esas metafor kötülerin tarafındadır. Green Gablin, ruhunu bir ayna aracılığıyla şeytana satar.

Sinema tarihindeki en etkin ayna kullanımlarından biri de, gerek diyalog, gerekse görsel olarak 2005 yapımı fenomen film V for Vendetta’da görülür. Kahramanımız V, medyaya gönderdiği görüntüsünde aynen şöyle der: “Eğer suçluyu arıyorsanız aynaya bakmanız yeterli olacak!” Filmin ilerleyen sahnelerinin birinde ise Evey, kirli aynayı silerken Latince şu yazı görülür: “Vi veri veniversum vivus vici” Dikkat edilirse tamamı ‘V’ ile başlayan kelimelerden oluşan bu söz Dr. Faust’un şeytanı kandırdığı cümledir: “Hakikatin kudretiyle kâinatı fethettim!”

Peter Weir’in modern insanın medya ve gözetleme bağımlılığı hakkında sıkı eleştirilerle bezeli Truman Show’da kahramanımızın tüm aynaları aslında mahremiyetine açılan birer kapıdır. Truman, aynada kendini izlerken aslında milyonlara mahremiyetini sunduğundan habersizdir. Film, parlak ve saydam olan her şeyin geçirgenliği nispetinde insan özelini ihlal ettiğini kara mizahi bir dille anlatır.

Avrupa sinemasının usta ismi Krzysztof Kieslowski, bayraklarındaki renklere adadığı üçlemesi Mavi, Kırmızı ve Beyaz’da ayna kullanmayı ihmal etmez.

Açılır kapanır dolap aynası özellikle korku filmlerinin vazgeçilmez ögelerinden biridir. Pek çok korku/gerilim filminde kahramanlar dolabın kapağını kapattıkları anda korku unsuruyla ayna vasıtasıyla karşılaşırlar. The Ring, Halloween II, Saw III, Orphan, Omen. Shaun of the Dead, The Unborn, The Grudge, A Nightmare on Elm Street 3, Dark Water bunlardan sadece birkaçıdır.

Elbette Orta Dünya’da ayna metaforunun kullanılmaması düşünülemez. Ünlü Yüzüklerin Efendisi serisinin Yüzük Kardeşliği’nde Galadriel sudan ayna yaparak yazgısını gösterir Frodo’ya.

Bruce Lee için sadece iyi bir aksiyon aktörü demek asla doğru olmasa gerek. Uzak Doğu sinemasındaki gerçeklik algısını mantık sınırlarına çekerek kültürüne en önemli katkıyı yapan Lee, kendi felsefesini her filmindeki metaforik katmana ustaca ekmiştir. Bunlardan en önemlisi ise şüphesiz Enter The Dragon’un finalindeki aynalı oda sahnesidir. Bu sahnede kötü karakter ayna vasıtasıyla alabildiğince çoğalıp iyiye sürekli hasar verir. Çözüm ise yanıltıcı olan görüntüleri tuzla buz etmektir. Kahramanımız aynaları kırmaya başlayarak alt eder düşmanını.

Uzak Doğu’nun bir başka fenomeni olan Pang Biraderler’in Hollywood tarafından tekrar çevrimi de yapılan kült korkusu Gin Gwai yani Göz, görmek ve görünmek üzerine oldukça derinlikli bir filmdir. Kör bir kadının yapılan göz nakliyle gördüğü şeyler ile gerçekte olanlar arasındaki farkı ilk anladığı an, aynada kendi görüntüsüne baktığı andır. Gördüğü kendisi değildir kadının!

Tunuslu yönetmen Nacir Khemir’in metaforlarla bezeli epik filmi Bab’Aziz’in ayna ve yansıma metaforu kullanmaması elbette düşünülemez. Zira ayna ve suretin yansıması tasavvufta çok ciddi bir yer tutar. Khemir, filminde dede ile torunu hikâyelerle bezeli bir yolculuğa çıkarır. Anlatılan öykülerden biri de, sefahat içindeki bir prensin öyküsüdür. Bir eli yağda bir eli balda günün gün eden prens, çölün ortasında bir yavru ceylanın peşine düşer ve çöllerde kaybolur. Bulduğu bir vahada sudaki yansımasına bakar ama şüphesiz bambaşka âlemleri temaşa etmektedir. Yoldan geçenler aracılığıyla izleyici için kolaylaştırıcı metinler meseleyi bize yaklaştırır: “Görsen sanki sudaki yansıması ile temaşa halinde sanırsın. Belki kendi görüntüsü değildir. Sadece âşık olmayanlar kendi yansımalarını görürler.” “Peki ne görüyor?” diye sorar değir yolcu cevap: “Ruhu ile temaşa halinde. Uyandırma!” Mevlânâ, Attar, İbn Arabi gibi Müslüman bilgelerden zenginleştirilmiş diyaloglarda sudaki yansıma meselesi bu kadarla kalmaz, sevgiliyi kuyuda gören kahramanın atlayışına kadar uzanır.

Bilim kurgu sinemasının son ‘iyi’ örneklerinden olan Ex Machine, yapay zekânın vücut bulmasıyla insanoğlunun ne gibi tekinsiz sulara açılabileceğine dair bir distopik tablo sunuyor. Şüphesiz insanlar ile makineler arasındaki bu ilişkiyi aynasız mekânlarda görmek mümkün değil. Bu nedenle Alex Garland’ın filmi aynadan yansıtarak birtakım can sıkıcı gerçekleri anlatan son örnek.

Yazıyı bir sinemacıdan daha çok feylesof gibi eserler veren Andrei Tarkovsky’nin Ayna isimli filmiyle tamamlayalım. Yer yer gerçeküstü anlatımıyla oldukça zor bir dile sahip ve ustanın belki de en kişisel filmi denebilecek olan Ayna, bir yansıma, yanılsama ve rüya filmidir. Inception’a da esin kaynağı olan sahnede kadının sudaki suretinin akabinde tavan ve duvarların çöktüğünü görürüz.      

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin