Sihirli üç kelime: Adalet, meşveret ve ehliyet

 YORUM | VEYSEL AYHAN

(Nübüvvet ve Devlet Yazıları- 13)

Kur’an bir siyasi sistem önermemiştir ama çağdaş demokrasinin temeli olarak ele alabileceğimiz “insan” temelli üç esasa vurgu yapmıştır. 
Bunlar “adalet”, “meşveret” ve “ehliyet’tir.
Bu üç kelimeyi 3 yazı halinde inceleyelim.

1- ADALET

Kur’an’ın en çok vurguladığı kelime “adalet”tir.

Her yönetici ve devlet “âdil” olduğu iddiasındadır. Kimse zulmettiğini düşünmez. Ama adaletin varlığı veya yokluğu yönetenlere değil yönetilenlerin şahitliğine bakılarak anlaşılabilir. 

Nahl, 90: “Allah adaleti… emreder…”

Maide, 8: “…Haktan yana olup var gücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin ve adalet numunesi şahitler olun. Bir topluluğa karşı, içinizde beslediğiniz kin ve öfke, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Âdil davranın, takvâya en uygun hareket budur…” 

Nisa, 58 : “Allah … insanlar arasında hükmettiğinizde adalete uygun tarzda hüküm vermenizi emreder…” 

Mümtehine, 8: “Allah adaleti ayakta tutanları sever.” 

Araf, 29: “Rabbim bana adaleti emretti.”

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

EN KRİTİK AYET

Adaletle alakalı en can alıcı, en kapsamlı ayete gelelim. 

Bu ayet, tüm mahkemelerin duvarına asılsa değer. 

Adaleti engelleyen tüm sebeplere tek tek işaret edilmiş. Kelime kelime üstünde durulsa değer.

Nisa, 135: “…Haktan yana olup var gücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin. Allah için şahitlik eden insanlar olun. Bu hükmünüz ve şahitliğiniz isterse bizzat kendiniz, anneniz, babanız ve yakın akrabalarınız aleyhinde olsun. İsterse onlar zengin veya fakir bulunsun; çünkü Allah her ikisine de sizden daha yakındır. Onun için, sakın nefsinizin arzusuna uyarak adaletten ayrılmayın…”

SUÇUN ŞAHSİLİĞİ

Adalet sağlanmasında önemli bir alt başlık “suçun şahsiliği”dir.

Özellikle doğu toplumlarında “kan davası” şeklinde ortaya çıkan yaygın bir adet var.

İlkellik, bedevilik ve cehaletin bir araya gelmesi ile bu tür “kan davaları” ortaya çıkar.

Herhangi bir cinayet işlendiğinde adil olan davranış, kâtilin cezalandırılmasıdır. Ama bu uygulanmaz. Karşı kabileden masum da olsa biri öldürülerek “kabile adaleti” sağlanır. Karşılıklı cinayetler böyle sürer gider. Onlarca, yüzlerce masum boş yere ölür, çocuklar yetim kalır. 

Şu an ülkemizde hüküm süren vahşilerin de yaptığı bu. Bir “suç” isnadıyla suçlu olan değil tüm akraba ve yakınlar suçlanıyor.

Kur’an suçun şahsiliğini tescil eder.

Bu o kadar önemli bir konudur ki Kur’an, 5 ayrı ayette aynı lafızlarla geçer:

“Hiçbir kimse bir başkasının suçunu veya günahını yüklenmez.” 

(En’âm,164; İsrâ, 15; Fâtır,18; Zümer,7; Necm, 38) 

Hadislere bakalım:

“Güçsüzün, incitilmeksizin hakkını alamadığı bir toplum yücelemez.’’ (İbn-i Mâce, Sadakat, 17)

“Bilesiniz ki kişi ancak kendi suçundan ötürü cezalandırılır. Baba evladının suçundan, evlat da babanın suçundan dolayı cezalandırılamaz.” (Ebu Davud, Diyet, 2)

KUR’ANDA İTİRAZ VURGUSU

Adaletin sağlanmasında en önemli rükün yöneticidir. Yöneticilerin güç zehirlenmesiyle adaletten ayrılmasına karşı Kur’an, insanlara uyarma görevi verir.

Bir taraftan yöneticilere itaat istenirken, diğer yandan da onların zulüm ve haksızlıklarına karşı sessiz kalınmaması gerektiğine işaret edilir: 

Şuarâ, 151-152: “Yeryüzünde ıslaha çalışmayıp fesat çıkaran haddi aşmışların emrine itaat etmeyin.” 

Kalem, 10-14: “İtaat etme! (gerçeğe saygısızlık içinde) sürekli yemin edip duran değersiz kişilere; Başkalarını aşağılayan, insanların şerefiyle oynayan, söz getirip götüren; 

Hayrın sürekli önünü kesen, davranışlarında hiç ölçü tanımayan, günaha dadanmışlara; 

Kaba, hoyrat ve zalim, bütün bunlara ek olarak fenalıkla damgalı; (kişilere, bunların) malları ve çocukları var diye.” 

“Kalbini Bizi zikretmekten gafil bıraktığımız, heva ve hevesine uyan ve işi hep aşırılık olan kimselere itaat etme!” (Kehf, 28)

“Zulmedenlere en küçük meyil dahi göstermeyin. Yoksa size ateş dokunur’ (Hud, 113)

Benzer hatırlatmalar hadislerde de vardır:

“Hz. Peygamber (sas) bir gün ashabına: ‘Sizden hiçbiriniz kendi nefsini hor ve hakir görmesin’ buyurur. Sahabe ‘Ey Allah’ın Rasulü! İnsan kendi nefsini nasıl hor ve hakir görür?’ sorusunu sorar. Hz. Peygamber; “Kişi birisine bir uyarıda bulunmak ister ama bir şey söylemez. Kıyamet gününde Allah bu kişiye; ‘Falana şöyle şöyle demene ne engel oldu?’ diye sorar. Kişi; ‘İnsanlardan korktum’ cevabını verir. Bunun üzerine Allah; ‘Ben korkulmaya daha layık değil miydim’ diye mukabelede bulunur.” (Ahmet b. Hanbel, Müsned)

“Zalim sultanın yanında hakkı söylemek, en büyük cihad sayılır.” 

“Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır.” 

 “Şehidlerin en hayırlısı Hz. Hamza ve zalim sultana hakkı hatırlattıığı için öldürülendir”

Hz. Bedüzzaman, zâlim idarecileri haydut olarak kabul eder: 

“İstibdat, zulüm ve tahakkümdür. Meşrutiyet, adalet ve şeriattır. Padişah, Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygambere tâbi olmayıp zulmedenler, padişah da olsalar haydutturlar.”

Bediüzzaman, Osmanlı’da uygulanan “Nizam-ı alem için kardeş katli”ne şiddetle karşı çıkar:

 “… insanın, cüz’î ve zahirî ve muvakkat bir hâkimiyeti için kardeşini ve evlâdını zalimâne öldürmesi…” (Şuâlar). 

“Çok padişahlar, bu redd-i müdahale haysiyetiyle, masum evladlarını ve sevdiği kardeşlerini merhametsizce kesmişler.” (Lem’alar). 

Bediüzzaman, ‘Adalet-i mahza’yı yani tam ve mükemmel adaleti tavsiye eder. ‘Adalet-i izafiye’den sakındırır: 

“Vahşet ve bedevîliğin dehşetli bir kanun-u esasîsi olarak kabul ettikleri şimdiki öylelerinin siyasetinin bir nokta-i istinadı şudur ki: ‘Cemaatin selameti için fert feda edilir. Vatanın selameti için eşhasın hukuku nazara alınmaz. Devletin siyasetinin selameti için cüz’î zulümler nazara alınmaz.’…” (Emirdağ Lahikası)

“İslâm’ın talep ettiği itaat, mutlak bir itaat değildir. İslâm, yönetici konumunda bulunan kimselere herhangi bir kutsiyet atfetmediği ve onlara sınırsız yetkiler vermediği gibi, onlar için mutlak ve sınırsız bir itaat yetkisi de tanımamıştır. Yöneticilere itaat, onların dinin belirlediği meşruiyet sınırlarına riayet etmeleri ile kayıtlıdır. Allah Rasûlü (s.a.s), “Allah’a isyanın olduğu yerde mahlûka itaat edilmez.” (Buharî, Kitabu’l-âhâd 1); “İtaat, sadece maruf (makul ve meşru) işlerde söz konusudur.” (Buharî, Ahkâm 5);  “Masiyet emredildiğinde itaat çedilmez.” (Buharî, Ahkâm 43) şeklindeki hadisleriyle bu konuyu net olarak ortaya koymuştur.” (Yüksel Çayıroğlu)

Bir seriyede komutan öfkelenip askerlerine “Kendinizi ateşe atın!” der. Askerler onu dinlemez. Sahabi bu konuyu Allah Rasulü’ne(sas) sorduğunda şu cevabı alır: “Ateşe atlasaydınız ebediyyyen cehenenemde idiniz” 

İlk rükün Adalet. Fakat adaleti tam anlayabilmek için zulmü de anlamak lazım.

ZULÜM

Bir insana Allah’ın vereceği en büyük ceza ne olabilir?

‘Hidayetten yoksunluk’, ‘Allah’ı bilmemek’ veya ‘Yolunu kaybetmek’…

Bunların dışındaki şeyleri ceza sanmak ahiret inancının zaafına işaret eder.

Bu nedenle namazın her rekâtında Allah’tan “Bizi doğru yola ‘hidayet’ etmesini” isteriz.

Çünkü bir insanın başına gelebilecek en büyük bela ‘hidayetsizlik’tir. Yolunu yitirmektir.

Peki Allah bu cezayı kimlere verir?

Zâlimlere verir.

Ve bu, Kur’an’da 10 ayrı yerde aynı cümle kalıbıyla yer alır: 

“Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.”

 “Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez.” Mâide, 51; En’âm, 144; Kasas, 50; Ahkâf, 10.

“Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” Bakara 258; Âl-i İmrân, 86; Tevbe, 19; Tevbe, 109; Saff, 7; Cum’a, 5.)

Yani Allah’ın sahip çıkmayacağı, doğru yola iletmeyeceği kimseler “zâlim”lerdir.

Hidayetten mahrum kalacak kimseler üç zümredir: Cahiller, Kibirliler ve zâlimler.

Zulüm Kur’an’ın en çok vurguladığı kelimedir. 289 yerde geçer. 

Zulüm hidayetten mahrumiyetin en kapsamlı sebebidir.

Zulmün olmaması adaletin var oluşunu gösterir. 

Adalet yoksa zulüm vardır. 

Zulüm varsa adalet yoktur. 

Önermeyi tersinden şöyle ifade edebiliriz. 

Âdalet, âdil olmak hidayete ulaşmak için önemli bir vesiledir. Aynı şekilde zâlimler de nasıl görünürlerse görünsünler ‘hidayet’te olamazlar. 

Veya kesinlikle hidayette kalamazlar.

Mesela şu ayete bakalım: 

Âli İmrân, 128: “…Allah ya tövbelerini kabul ederek onları bağışlar yahut da zalim oldukları için onları cezalandırır.” 

Ayette cezanın gerekçesi olarak “zulüm” kaydı var. 

Zemahşerî, tefsirinde tabiin dönemi müfessiri Atâ bin Ebu Rebah’ın bu ayeti şöyle tefsir ettiğini aktarır: 

“Allah kendisine tevbe edeni bağışlamayı diler, ‘dilediğine azap eder.’ ancak huzuruna zâlim olarak gelene de azap eder.” 

Ayrıca ayetten zalim olanların tevbe etmesinin zor olduğu anlamı da çıkarılabilir.

Yüksel Çayıroğlu’nın zulüm tespiti önemli:

“Bakara suresinin 193. ayetinde, ‘Zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.’ buyrulur. Kur’an-ı Kerim’de zulümle ilgili başka hiç bir ayet olmasaydı, zulmün çirkinliğini ve kötülüğünü anlatma adına bu ayet yeterdi…

Ayet-i kerimenin, düşmanlık yapılacak kimseler olarak; kafirden, müşrikten, münafıktan veya herhangi bir din mensubundan bahsetmeyip zalimleri zikretmesi zulmün kötülüğünü gösterir ve zalimin kimliğine bakılmaması gerektiği dersini verir.

Zalim hangi dinden ve milletten olursa olsun, ayetin hükmü gereğince ona karşı şefkat ve müsamaha gösterilmez, onun yaptığı zulmün üstü örtülmez; bilakis girdiği yanlış yoldan döndürülür, verdiği zarar izale edilir, işlediği cürümler hukuk çerçevesinde cezalandırılır.”

Kur’an her türlü devlet, kurum ve bünye için telkin ettiği üç kelimeden ilki bu. Yani adalet.

Sonraki yazı: Her Türk diktatör doğar!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Çok güzel ve önemli tesbitler. Düşünüyorum acaba bu ikazlar ve hatırlatmalar bugünün zalimlerine daha erken vakitlerde yapılsa (yapılamazmıydı) idi bir tesiri faydası olur muydu?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin