Secde ne büyük imkân!

YORUM | FAİK CAN

Secde başla ayakların aynı noktada buluştuğu tevazu edalı azametli duruşun adı ve kulun hiçliğini idrakinin unvanıdır. Sonsuz karşısında sıfır olmanın, aczi, fakrı ve kusuru iliklerine kadar hissetmenin tezahürüdür. İnsana hakiki insanlık yolunu açan sırlı koridor, onu âlây-ı illiyyîne çıkaracak nurlu helezondur, secde… Secde, insanı ebedi saadete ulaştıran geniş caddedir.

İlmihallerin tariflerindeki secde, olması gerekenin asgarisidir. Hakiki secde Nebi’nin dilinde “Kulun Rabbi’ne en yakın olduğu ân” dır… Secdeden murad, o kurbiyeti (yakın olmayı) yakalamaktır; yakalayıncaya kadar çabalamaktır. O yakınlığı duymuyorum diye ye’se düşmek, secdede daha güzeli aramaktan vazgeçmek doğru değildir. Zira kulluk, vazgeçmemektir. Israr ve istikrar, hedefe ulaştıran iki kanat gibidir. Bu yüzden, insan seccadede ne kadar çok vakit geçirirse, hedefe doğru o kadar mesafe almış demektir.

Secde üç defa “sübhâne rabbiye’l-a’lâ” diyerek tamamladığımız herhangi bir ritüel değildir. Hele, “tavuğun yemi gagalaması misali” hızlıca geçiştirilecek şuursuz bir davranış hiç değildir. O, bize gerçek kimliğimizi kazandıran, Hak nezdinde itibar sağlayan muhteşem bir buluşmadır. “Secde edenlerin arasında, secdede nasıl kıvrım kıvrım kıvrandığını (ve o secde edenlerin iyi birer kul olmaları için nasıl gayret sarfettiğini) Allah görüyor” (Şuara/219) ayeti, böyle bir secdeye ilahi iltifat olarak nazil olmuştur.

Kulun Allaha en yakın olduğu an secde ise, Allah’ın da en ziyade hoşnut olduğu amel secde olsa gerektir. Öyleyse secde, O’nun hoşnutluğuna mazhar olacak, sahibini O’na yaklaştıracak bir nitelikte ve dolulukta olmalıdır. Secde abd ile Ma’bud arasında, içine hiçbir şeyin sızamadığı/sızmaması gereken dupduru bir konuşmadır. Kulun Rabbine içini döktüğü, halini arz ettiği bir muhaveredir. Kimsenin bilmediği sırlarını, başkasına açmaktan korktuğu günahlarını, mahcup olmaktan endişe ettiği kusurlarını sadece O’na açtığı bir bağışlanma kurnasıdır. Çünkü bilir ki kul, O’ndan gizli kalabilecek hiçbir şeyi yoktur ve yine bilir ki, bütün kusurlarını örtecek, günahlarını bağışlayacak, ihtiyaçlarını giderecek yegâne merci O’dur. Öyleyse bir insan için secdeden uzak durmak, bütün feyizlerin, bereketlerin kaynağından mahrum kalmak demektir.

Arz-ı hal için en müsait zemin secdedir. Tevbe için en güzel vesile secdedir. İç dökmek, ihtiyaç dile getirmek; çaresizliğini, yalnızlığını, güçsüzlüğünü ve yetmezliğini haykırmak için en iyi imkân secdedir. Secdenin en güzeli, yalnızken ve kimse görmezken sahibine arz edilendir. Derinden bir âh ve iç çekişe gözyaşlarının eşlik etmesi secdeye tarifsiz bir derinlik katar.

Dilin sussa da kalp konuşur

Secdeyi sadece kendisi için yapmaz/yapmamalı insan. Kardeşlerinin ızdırabına tercüman olmak için fırsat bilmelidir o vuslat anını. Beyaz dilekçesinin ilk satırlarına mahpusları, mağdurları, mevkufları, mehcurları koymalıdır. Mahpus damlarından semaya yükselen âh u enînlerin beyaz kanatlarına takmalıdır yakarışlarını. Gri duvarlarda yankılanan bebek seslerini katmalıdır araya. Yaşlı amcaları, anneleri, iftiraya uğramış yüzbinleri yâd etmelidir. Binlerce masumun adını tek tek sayamasa da onların ızdırabı hafakanlar halinde dökülmelidir gönlünden seccadesine.

İşte secde bunun için Rabbin kula en büyük ihsanıdır. Bunları söylemek için secdeye gidilir. Bu duyguyu dökmek için secde edilir. Ama dile getirilen meselelerin ağırlığı, arz-ı halde bulunulan makamın Yüceliği bazen insanı çaresiz bırakır. Böyle anlarda susar insan secdede ve içinden konuşur. Dili, haline ve olan bitene tercüman olmaya yetmemektedir zira. Bazen,  dilini döndürmeye çalışır hissiyatını ortaya koymak maksadıyla ama heyhat; kelimeler yürekte birikeni ifadede yetersiz kalır. Bunun için Kur’an’dan medet ister veya Nebi’nin lâl ü güher niyazlarını şefaatçi yapar kendine. Bir başka zaman, kalbi hüşyar, marifeti engin, neyi nasıl isteyeceğini bilen hak dostlarının iniltileri yetişir imdadına. Onların dediklerinin, kendi demek istedikleriyle örtüştüğünü görür ve sımsıkı sarılır o nurani zincire, kabule karin olur ümidiyle. Takılır peşlerinden ve yürür onlarla birlikte aydınlık ufuklara.

An gelir, secdenin hakkını veren bir gönül erine rast gelir insan. Duaların, niyazların o kutlu ağızdan inci gibi dökülüşüne şahit olur. Önce kulağını verir iniltiyle karışık gelen sese, sonra gönlünü de katar o nurdan ırmağa… Semadan inen ilham yağmurlarıyla banyo yapmış gibi olur adeta… Derken en arka saflardan bile duyulabilecek iniltiler, dilden dökülen nağmelerden daha tesirli vurur gönül imbiğine… Secdeden kalkmak istemeyen, dünyanın en lezzetli sofrasından kâm alırcasına dilini dudağını yalayan o adamın haline bakar. Seccadesinde gözyaşlarının oluşturduğu nurani adacıkları temaşa eder… Yanında oluşunun şükrüyle, bir türlü olamayışının hüznü karışır birbirine… Kendi yetersizliğine, bir türlü olamayışına, düşe kalka yürüyüşüne ağlar. Utanır kendinden, bomboş geçen yıllarından. Konuştuğu kadar olamayışından, anlattıklarını yaşamayışından; dilini kalbine tercüman edemeyişinden. Yaşarmayan gözlerinden utanır ve ürpermeyen gönlünden…

Utanır, dünyaya meylinden. Korkuya prim verişinden, içini güve gibi kemiren istikbal endişesinden… Utanır, terk edemediği fâniyattan, bel bağladığı sahte sevgililerden… Utanır, günü birlik yalancı mutluluklardan, ahiret adına hiçbir şey vaad etmeyen oturup kalkmalardan… Utanır, hep başkasının kusurları peşinde koşmaktan ve kendini kusursuz zannetmekten… Utanır, içi günah dolu heybesiyle yüzü kızarmadan her gün huzura çıkmaktan… Utanır halinden ve bir türlü yola koyamadığı yanlış ahvalinden… Sonra tekrar döner, seccadesinde gözyaşlarından lekeler oluşturan adama bakar… Derin bir iç geçirir ve “biz unutmuşuz böyle secdeleri” diye hayıflanır. Ama ümitsiz değildir; zira bilir ki unutmanın (sehiv) bile telafisi yine secde iledir!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin