Şark şarkiyatçılığı: İyi hırsız, kötü hırsız

YORUM | SEYİD NURFETHİ ERKAL

Doğu’nun karşısında ya aç kurt olmuş Batı ya da kurnaz bir tilki. Baharat yolundan barut getirmiş Marco Polo, ipek yolundan makarna. Havai fişek olarak giden barut, füze olarak dönmüş öz yurduna. Makarnası elinden alınan kurban, iyice zayıf düşmüş; kısa süren bir çırpınış ve sonra derin bir sükût. Kurbanının kadere olan teslimiyetini kendisine hürmet sayan aç kurt, geçirdiği dişlerin kirasını peşin istemiş avından. Fakat cesedinden gördüğü iltifatı ruhundan göremeyince bu sefer de kurnaz tilki çıkmış arenaya.

Kurnaz tilkinin de silahı iki muhacir olmuş, daha doğrusu iki forsa. Kâğıt ve matbaa. Kâğıdı matbaaya, kurşunu namluya sürer gibi sürmüş Batı adamı. Paris’te, Londra’da yayımlanan her makale, çıkan her bir risale, birer kurşun gibi saplanmış Doğu’nun dimağına. Sinir uçlarına saplanan kurşunlar uykuda olan Doğu adamını tamamen felç etmiş. Yeniden düşünme yetisini kazanma adına sunulan ilk reçete serbest düşünce, ilk ilaç tarafsız vicdan olmuş. Bîtarafane muhakemenin tarafı diğeri iltizam olduğunu, taraf tutmayan bir vicdanın haysiyetinden de söz edilemeyeceğini seslendiren çok az uyanık şahsiyet çıkmış Şark’tan.

Kurşunların yerini nükleer silahların alması da pek uzun sürmemiş. “Tanrı öldü.” “Hayat bu dünyadan ibaret.” “Yalnız gördüğüne inan.” “İstediğini yap.” gibi bombaların düştüğü merkez üssü olmasa da radyoaktif serpintilerinden uzak kalamamış Doğu coğrafyası. Felç olsa da sonunda uyanmış uyuyan dev. Uyandığını gördüğü hasta adama, kullanma talimatıyla birlikte geri vermiş silahlarını Batılı mürebbileri.

İlk ders namluyu beynine dayamak olmuş, ikincisi kalbine. Müteferrika’nın ilk tefrikaları hangileri olmuş dersiniz? Mesnevi mi yoksa Kelile ve Dimne mi? Elbette ki hayır. İlk yayımlanan eser-i şahaneler(!) ya bir Fransız sefirimizin hatıraları olmuş ya da yüce Alman imparatorluğunun(!) savaş taktikleri. Zaten, Ezeli Kelam ve mahsulâtının neşri yine nurani ellerde devam etmiş uzun zaman. Ta ki hastamız ayağa kalkarken düşüp hafıza kaybına uğrayana kadar.

Kartaca tarihini Roma’dan okuyan kaç kişi vardır bilinmez ama bizim coğrafyamızda Hammer’ın Naima’dan çok okunduğu şüphesiz. Binlerce yıl önce yaşamış bir Hun cengâveri üzerinde kesin olarak anlaşırken, neden farklı IV. Murad’larımız var dersiniz? Evet Hun’u da Batı’dan öğreniyoruz ama oryantalist için bir sorun yok. Çarpışan iki Doğulu ve çarpışılan diyarlar da oldukça uzak kendi topraklarına. Tarihimiz Batı’ya yakınlaştıkça mı farklılaşıyor acaba? Pek sayılmaz; barbar olarak anılsa da Avrupa ile mutabık kalabiliyoruz Atilla’nın tarihi üzerinde. Sanırız asıl sır, Hammer’ın şu sözlerinde gizli olsa gerek: “Muhammedîler Kur’an’ın kelamullah olduğuna inanır. Biz de aynı kesinlikle Muhammed’in kelamı olduğuna.”

İbn-i Haldun tarihin oluşumunda asabiyete asli rol verebilir ama tarihin yazılışındaki asabiyete ne demeli? Oryantalistlere kızmanın anlamı yok aslında. Onlar vazifelerini yapmanın haklı gururu içerisindeler. Zaten artık yerli oryantalistlerimiz mevcut. Müsteşrikler ne kadar şartlı olsa da gayet ciddi araştırma eserleri vermişler birçok konuda. Hadis lügatinden, tarih ve coğrafyaya ait düzenli kaynaklara kadar pek çok ciddi çalışma yine onlara ait. Ya yerli oryantalistlerimizin kaçı kaç ciddi araştırma eseri koymuş ortaya?

Dile bir nebze vakıf her mustağrip aynı hipnotik kavramları başlamışlar tekrarlamaya. Önyargılar, steryotipler hatta zaaflar bile tekrar edilmiş. “Şark zihniyeti” “Şark kurnazlığı” “Şark tipi üretim” gibi idam yaftaları bir nişan-ı Zişan gibi benimsenilmiş. Her ne kadar Rene Geuonon dini gelenek itibariyle İslam’ın Batılı olduğunu ortaya koysa da Edward Said’in belli ettiği gibi Şarkiyatcılık jeopolitik bilinciyle sosyal bilimleri aletleştirip/silahlaştırıp ötekini yani Doğu’yu belirlemiş, denetlemiş ve şekillendirmiş. Neticede yakın körlüğünden kurtulmak için değil, şaşı olmak için bir dizi ameliyat geçirmiş Türk aydını.

Peki sağ duyulu aydınımız ne yapmış bu arada. “Muhafazakâr”, Doğu’nun sağ aydın kitlesini istisnaları hariç tüm tedaileriyle bize anlatan belki de tek kelime. Muhafazayı kâr sayanların yerinde bile duramayacağını, yerinde sayışın bir geri gidiş olduğunu dillendirilse de Doğu uzun zamandır tez olamamış ve antitez veya sentez olma kompleksleri içerisinde çırpınmış. Her şeyiyle bize müze memurluğunu, terk edilmiş bir manastırın son keşişi olmayı anımsatan “muhafazakâr” nişanının haklı sahibi doğu münevveri de sağduyulu birkaç Batılı oryantalistin etkisinde kalmaktan kurtaramamış kendisini.

İslâm ansiklopedisinin İngilizce çevirisini yapan meşhur İngiliz oryantalist Hamilton bakın ne gibi tavsiyelerde bulunuyor Doğulu kardeşlerine: “Her şey Müslüman toplumun değerlerini ve geleneklerini Batı istilalarına karşı savunma ve koruma kapasitesine bağlıdır. Eğer bunu başaramazsa Müslüman toplum niteliğini kaybedecek ve kaçınılmaz olarak farklı ülke ve dillere mahsus ikincil karakteristikleri ile Batı toplumunun az veya çok sadık bir taklitçisi hükmüne geçecektir.” Hamilton’ın niyetini değerlendirmek gibi düşüncemiz yok; fakat bu tür çağrıların Doğu’da hüsn-ü kabul gördüğü ve bunun sonucunda hareketli ve canlı bir kültür mirasını bile statik hale getirebilen muhafaza psikolojisine zemin hazırladığı muhakkak.

Bu noktada bize düşen “Geleneğin Direnişi”nden değil, belki daha çok geleneğin dirilişinden söz etmek; söz etmekten de öte onu hayatımıza hayat kılıp yaşayan bir gerçek olarak sunabilmek olmalı. Bu da kendi kimliğimizi, kendi kaynaklarımızdan yine kendi kendimize bulabilmemize bağlı. Yani bir çeşit yeniden bir hafıza kazanımına.

Anlaşılan o ki kâğıt ve matbaa, barut ve makarnadan daha az etkili olmamış Doğu seferlerinde. Mertliği bozan da delikli demirden çok, demir punktular olmuş gibi. Bu film çok seyredilen fakat ismi pek bilinmeyen bir film. Ne hırsız-polis filmlerine benziyor ne de iyi polis-kötü polis versiyonlarına; bu daha çok “İyi Hırsız-Kötü Hırsız” filmi galiba.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

7 YORUMLAR

  1. Allah razı olsun. Seyyit Bey harika bir hazine bizim için gerçekten. Kaleminize, yüreğinize sağlık. Rabbim istifade etmeyi nasip etsin.

  2. Bir Sevgi Kahramanı, sevenlerine sevgiyi meslek edinmelerini söyledi. Sevme ve sevilme aşamalarında ilerleyerek sanatta sevdirme seviyesine gelenlere de, yeryüzüne dağılmalarını…
    Yalancı da olsa, bahar günlerinde bu sözleri dinlese bile uygulayamayanlar bir Zalim’in zulmüyle mağdur olarak yayıldılar bütün dünyaya.
    Farkında olsunlar ya da olmasınlar, oksidantizmi öğreniyorlar; terimin anlamını bilmeseler bile.
    Ve Batı, “dönüştürücü” bu sevgi kahramanlarının ellerinden tutup, kendi topraklarına ekiyor bir bir.
    Siz yüzünüzü ister Batı’ya, ister Doğu’ya dönün. Orada sevgiyi bulacaksınız yakın bir gelecekte Allah’ın dilemesiyle…

  3. Nasıl bir halet-i ruhiye içerisinde yazdı bilemiyorum değerli Seyid Nurfethi dostum ama şarklının şarklıya attığı kazığı hiçbir garplı şarklıya atmamıştır!
    Tamam, garp melek değil, şeytan da değil.
    Şark da masum değil…
    Biz kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz demişler.
    Etme sevgili Seydi, başkalarını suçlamak, temizliğe riayet etmediği için hastalanan birinin mikropları suçlamasından farksız.
    Yapmak isteyen bir yol bulur, yapmak istemeyen de bir bahane!

  4. Şarkın son 1000 yılda kendi topraklarında insan hak ve hürriyetleri ile adaletin tesisi için neler yaptığını söyler misiniz? Şarklı şarklının zulmünden kaçıp garba sığınıyor. Şark akla, rasyonaliteye, tabiî ilimlere geri dönmeli. Felsefeyi yeniden keşfetmeli. Ortaçağdaki batı despotizmi ve yobazlığı şarkta hüküm sürüyor. Muaviye ölmedi, Yezid kıtalar dolaşıyor.

  5. Harika tespitler. Yine bilindik sanilan bir meseleye farkli bir bakis acisiyla ve uslupla ‘yenilikci’ bir bakis.

    Seyid Hocamizi gercekten anlamak istiyorum fakat Risale-i Nur gibi tekrar tekrar okumak gerekiyor sanirim. Buradaki yazilarini bastan okumaya baslayacagim..

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin