Kendini akort etme

YORUM | YUSUF ÜNAL 

Size de oluyor mu? Ben her ne vakit ölçüsüz insanlarla zaman geçirsem, sosyal medyayla mesafemi koruyamasam, kötü metinler okusam; zevk, estetik ve düşünce akordum bozuluyor.

Sadece bunlar da değil, dünya ile kurulan hemen her bağ bir akort bozulması gibi geliyor bana. Güdümüne girildiğinde dünya bozuyor insanı, değiştiriyor, dönüştürüyor. Fıtratını kaybettiriyor ona. O zaman bozuk ve boğuk sesler çıkarıyor kişi. Yırtılmış davul gibi, teli kopmuş bağlama yahut deliği tıkanmış zurna… Dan dun, gacır gucur, zart zurt…

O yırtığı yamamak, kopanı bağlamak, tıkananı açmak için aklı başında insanlar meşreplerince bir yol arıyor. Benim akordumu tekrar bulabilmem için biraz kenara çekilmem, kendimle baş başa kalmam, güzel metinler okumam, türküler dinlemem, yürüyüşler yapmam ve dolu başak dâneleri gibi insanlarla görüşmem gerekiyor.

Geçen gün böyle bir arkadaşımla görüştüm. Derviş gibi bir adam. Köşesine çekilmiş kendi içine bakıyor, habire kalbinin aynasını parlatıyor. Yazarlardan, kitaplardan, yaşamdan, dostlardan söz ettik. Acının anlatılabilirliğinden konuştuk ve anlatılamayacağında ittifak ettik. Bir film seyrettim ardından. Filmde bir göl, bir ada, üç beş su insanı, kuşlar, su sesleri ve rüzgârın yaprakları hışırdatışı…

Sonra… Sonra içime bir şiir doldu. Kendime gülümsedim, talihime göz kırptım. Sesim düzeldi, bakışım keskinleşti, tıkanıklığım açıldı. Biliyorum, yine bozulacak ayarım. Ama en azından şimdilik kendi kendimi akort ettiğimi sanıyorum.

Ben böyleyim. Başkaları başka şekilde akort edermiş kendisini. Kendi sesini bulabilmek, belki de kaybetmemek için, Flaubert günlük çalışmalarına başlamadan önce annesiyle sohbet edermiş mesela. Thomas Mann yazmaya başlamadan önce karısıyla bir fincan kahve içermiş, Jane Austen sabahları erkenden kalkıp piyanosunu çalarmış. Bediüzzaman kır yürüyüşlerine çıkar, geceleri yıldızları seyredermiş. Haruki Murakami günde on kilometre koşar yahut bin beş yüz metre yüzer, bilinçaltının derinliklerine ancak bu şekilde inebileceğine inanırmış. Ayfer Tunç şiir okurmuş. “Benim ilhamım şiir. Sabuna benzetiyorum şiiri. Beni günlük hayatın kalıntılarından arındırıyor, yazının büyülü dünyasına taşıyor,” diyerek açıklıyor.

“Sokaktan Gelmek” şiirinde Behçet Necatigil, evin odalarına kapanıp oturmayı salık veriyor. İçimize evin serin sessizliği dolarmış o zaman. Fakat sokağa çıkınca bozulurmuş o büyü, yavan gelirmiş ev. Haince olurmuş sokaktan dönüşlerimiz. Çünkü başka yaşayışlar görürmüşüz dışarıda, akordumuz kaçarmış yani.

Bu yüzden uyarıyor ev içlerinin şairi:

“Sokağa mı çıkıyorsun, dikkat et

Emanet ol Tanrıya,

Sokak demek

Eksilmek yarı yarıya.”

Bunların hepsi dünya ile arasına mesafe koyma çabaları sayılabilir. Ve sanırım en sağlam böyle akort edebilir insan kendini, dünya ile arasına mesafe koyarak…

Ama bilirim ki herkesin mesafe koyma biçimi farklılık arz eder. Kimisi dünyanın iyice dibine batınca ancak çekilebilir ölçülü uzaklığa. Bir arkadaşıma kendimi akort etme biçimimi anlatınca imrendi bana. “Seninki ne hoş ne kolaymış!” dedi. “Ben büyük sarsıntılarla akort olurum. Yani toslamalar ile.” Başka türlü akort tutmazmış. İlla bir kuyunun dibine düşecek, bir duvara çarpacak, tepesine balyoz inecek, bir kazığını yiyecekmiş hayatın, bedelini ödeyecekmiş yaşamanın. Ancak bunlardan sonra onarabilirmiş kendini.

Belki musibetin insanı terbiye etmesi denebilir buna, hayat mektebinin ipleri eline alması. Riskli bir akort etme biçimidir fakat. Sazın telleri hepten kopabilir, kişinin sesi bütünüyle içine kaçabilir, keçileri toptan firar ettirebilir.

Sesini bulmak, bulunca da kaybetmemek güçtür. Etrafımızda o kadar gürültü var, biz o kadar başka şeylerle meşgulüz ki, çoğunlukla onun bozulduğunun farkına bile varamayız. Hayatı biraz yavaşlatmak, gürültüyü illaki azaltmak, sessiz bir köşeye çekilip içimize bakmak yahut iyilerle buluşmak işe yarayabilir bunun için.

Dünya halidir, yalnız yürünmez yollar. Sil baştan öğrenilmez her şey. Bunları yapabilmek için ekserimiz bir ustaya bir üstada ihtiyaç duyar. Akort için sazı, sesi, telleri ve elleri iyi tanımak lazım zira. Bizse kendimizi bile tanımayız. Tanımayız ama biliriz; kendi kendini akort etmeyi öğrenmek, en mühim işidir dünyanın. Bunu veliler ve bilgeler ancak ustaca yapabilse de bu yolculuğa çıkan çıraklar da nasipsiz kalmaz sanırım…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin