Saray mutfağından son haberler [Bir mutfak görevlisinin hatıratından]

Yorum | Prof. Dr. Mehmet Efe Çaman

Aşağıdaki satırlar nereden bilmem, elektronik postama düştü. Düzgün bir el yazısı ile, dolmakalemle tutulmuş notların bir kısmı, hemen ilgimi çekti. Bu notlar bir günlüğün parçalarıydı. Biraz okuyunca bunların uzaklarda bir yerlerde bir sarayın mutfağıyla bağlantılı, son derece enteresan anekdotlar içerdiğini anladım. Lafı fazla uzatmadan, sizlerle paylaşayım.

“… Gece ışıklar yine hiç sönmemiş, bin-bir odalı sarayın bin-bir çalışanı harıl-harıl memleketimizin bekası, İslam âleminin muvaffakiyeti ve görünen-görünmeyen iç ve dış düşmanlara karşı verilen mukaddes mücadelenin gayretkeş amelleriyle meşguliyet içindeydiler. Ne mutlu ki ben de onlardan biriyim. Kolay değil – bu mukaddes davanın cevval muhariplerine çay-kahve taşımak, onları iaşe etmek, memleketin ve memalik-i İslam’ın reisinin suyunu taşımak!

Bu Ankara sabahında karşımda duran o Türkiye tarihini değiştiren adam. O bizim efsanemiz. Reisimiz. Öylece, kalın ve yaldızlı kadife, ipek işlemeli perdelerin önündeki çalışma masasında elindeki kupayı tutuyor. İçinde bitki çayı var. Her derde deva Anadolu yaylalarından ve dağlarından toplanan ıtırlı ve baharatlı bitkilerle, alternatif tıbbın ve şifalı otların uzmanı danışmanların gizli, hiç kimsenin bilmediği bir karışımı ile yapılıyor. Konusundan nenemin nane-limonunu, ıhlamuru ve kekik gibi diğer keskin kokulu bazı otları tanıyorum. “Hayırlı sabahlar Beyefendi” diyorum. Her zamanki gibi gözlerini az bir yumarak selamımı alma âlicenaplığını gösteriyor. Mübarek suratı her zamanki gibi ciddi, dudaklar sanki kahve höpürdetmenin ilk aşamasındaki dibi hafifçe öne doğru uzamış vaziyette, yanında danışman beyefendilerden birkaçı, fikir teatisindeler. Neden sonra kulak misafiri oluyorum tabii, “Elon’la konuştum. En ileri teknoloji neyse onu yapacağız” diyor. Bir önceki hafta yine çay kahve servisi esnasında, ecnebi tüccar ve âlim Elon Musk tabir edilen zatla istişarelerde bulundukları hatırıma geliyor. Adam o kadar hürmet ettiydi ki zatı-ı âlilerine, zannedersin İmam Hatip tedrisatından geçmiş! O derece hürmet!

Beyefendiye vırvırvır “Yeah, pretty cool stuff”

Zatı âlilerinin ileri görüşlülüğünden çok etkilenen bu ecnebi Beyefendi hazretlerinin kendisine buyurduğu Türksat 5A ve Türksat 5B uydularımızın fezaya çıkartılması meselesine (Türkçe şeyettiklerinden oralarını kendim anladım) mukabil Beyefendiye vırvırvır “Yeah, pretty cool stuff” diyerekten kendi lisanlarında bir şeyler dedi.  O’nun dehasına ve ileri görüşlülüğüne atfettiği önemi ifade buyurmuşlardı zannedersem. Sonrasında tercüman Beyzade bana “Evet, çok takdire şayan” dediğini tercüme buyurmuştu da anlamıştık işin esasını.

Girişimciliğin dehası tabir edilen bu ecnebi müteahhit Elon Bey ve ilm-i-siyasetin Ortadoğu ve Balkanlar’daki tartışmasız ustası, son dönemde Avrasya steplerinden Suriye çöllerine kadar uzanan engin coğrafyada vasfını, dirayet ve kararlılığını defaten ispat eden, ümmet-i İslam’ın yegâne ümidi, biçare milletin bağrından doğan ve gölgesi bile atinin nuruna vesile Sayın Reis-i Cumhurumuz kafa kafaya vermiş, memalik-i Osmanî’nin en ücra serhatlarına kadar her köşeyi abad etmeye adeta ant içmişlerdir! Herkesin ortak kanaatleri böyleydi efendim. O ruh vardı o gün. Çok şükür Beyefendi hazretleri bu memlekete yolu, suyu, elektriği, treni, tayyare ve otomobili, fabrikayı, köprüyü, aklınıza ne gelirse artık, hepsini getirdi. Görmeyenin gözüne-dizine dursun (herkes âmin der mutfakta ben ne zaman bu saymakla bitmeyen icraatları efendim saysam).

Ayrılırken yine özel misafirlere çıkardığımız altın kupaları, altın yaldızlı koleksiyon bardakları toplarken, “I’m gonna check it out, Mr President – and I’ll get ya back!” diye vırvırvır bir şeyler dedi kendi lisanında. Tercüman beyzade yine sonradan bana manasını sağ olsun söyleyiverdi. “Vaziyeti menfaatimize olmak kaydıyle bilahare murakabe edip yüksek zatınızla temasa geçeceğim Sayın Cumhurbaşkanı Hazretleri inşallah” demiş. Şükür onun hizmetine şahsen kabul buyurduğu en yakın efendim personelinden biriyim. Allah’ın talihli kulu! O benim evet!

Derken, bu ecnebi sonradan Saray’dan ayrılmışlardır efendim. Beyefendi hazretleri sayesinde, bu bedbaht toprakların efendime söyleyeyim, müşahit olduğu büyük inkişaf ve kutlu yol sayesinde, en terakkiperver, en inkişaf etmiş, en hızlı ve karlı şekilde efendim, memleketimize ve vatandaşımıza… O da ne! İsmimi zikretti gibime geldi! Evet, işte oradan bana bakıyor! İkinci kez ismimi telaffuz ettirtmek mecburiyeti hâsıl olup da onu hiddetlendirmeden, hemen öne doğru atılarak, pür dikkat, ellerimi önden birbirine kavuşturmuş vaziyette zat-ı âlilerine doğru – tabii kata gözlerine bakmadan – hareket ettim. Asaletle efendim, O elindeki boş ve halen ılık olan kupayı bana verdi. Alırken hafifçene ürperdim tabii – ne kadar sık olsa da bu, hele de arada parmağı falan değdi mi, Billahi vakit namazına değin elimi yıkamam. Kim ürpermez ki! Hatta bulaşıkçısından şeflere, çeşnicisinden kasabına kadar emrimde kaç kişi varsa, velev ki şahsen bir münasebetimiz olsun, onlar da hürmet ve deruni hislerle aynı hürmeti gösterir, elimi bayramda öper gibi hafifçe çenelerine doğru götürerek o mübarek elin temas ettiği eli huşu içinde öperler. Burada herkes deruhte ettiği devlet ve memleket hizmetinin haricinde, hizmetlerinin adeta ahret yolunda ifa olduğunu bilecek kadar, efendim, dinine ve ümmetine bağlıdır. Hepsinin referanslarını ben bizzat tetkik ettim. Geldikleri cemaatleri, Menzil olsun, Erenköy olsun efendime söyleyeyim, ya da Sakarya grubu veya bazı muhterem zatların teveccüh edip bize sağ olsunlar, verdikleri muciz isimlerini bu fakir de yeri geldiğinde yamak, yeri geldiğinde şef yardımcısı veya garson, yeri geldiğinde ise bulaşıkçı kadrosuna dâhil ettim. Zinhar, iddia eden haysiyetsizlere bakmayın, kata en ufak bir şahsi menfaatim olmadı. Gelen hediyeleri efendim reddetmek ayıp olur. Hem hediyelerin teveccühe iltifat gereği kabulü de sünnettendir. Beyefendi hazretleri de – kendimi onunla mukayeseye men ederim! – öyle yapmıyorlar mı? Danışmanlarına ve has efradına da bu şekilde deruhte ettikleri devlet işlerinde aynı şekilde hareket etmeleri istikametinde tavsiyelerde bulunmuyorlar mı? Zati Karamanlı Hocaefendi de fetva vermedi mi, icazet-i riyasetle efendim?”

Sonra notlar daha ileri bir tarihle devam ediyordu. Okumaya devam ettim. Siz de okuyunuz:

“… Derken mübarek ramazanı idrak ettik. Beyefendinin iftarını servis ettiydim bugün. Efendime söyleyeyim, Fodula istedilerdi de. Bilmeyenine arz edeyim. Çavdar ekmeğinde dana eti! Çavdar ekmeğini çok sever Beyefendi. Sindirimi kolaylaştıran bu yemekle efendim, zat-ı alileri genellikle Mutancana yer. Güveçte kuzu eti, kayısı ve arpacık soğanı, kırmızı üzüm ve bal, badem ile pişirilir. Bunu yapmak genellikle 6-7 saat sürdüğünden, mutfakta çift vardiya usulüne göre efendim, mutfak amelelerini tanzim ettim. Dolayısıyla, gecemizi gündüzümüze kattık, devlet ve din için efendim, deruhte ettiğimiz vazifeleri bir an olsun gözümüzü kırpmadan, ondan sonra, ifa ediyoruz! Beyefendi ete düşkün olduğundan – her büyük ve muzaffer emir gibi – vişneli yaprak sarma, közlenmiş patlıcanla yapılan efendim, sarımsak ve zeytinyağı ile harmanlanmış, içinde biberi de olan babaguş gibi saray sebzelilerine pek iltifat buyurmaz. Yine de bunları hazırlamadan sofra kurmak adetten değildir. Neme lazım, ister falan! Yine biz ister diye hep öğlen ve akşam yemeklerinde, bir de Ramazan ise an itibarıyla olduğu üzere, mutlaka karidesli kalamar dolmasının yanına dövme hıyar salatasını da beraberce servis ederiz. Yemekleri bitirdiler. Kalanları biz bir yarım saat kırk beş dakikada topladık efendim – iki grup, servis ve toplama ağır işlerdir. Beyefendi tam teşekküllü sofra olmadı mı sağ olsun, Allah ona uzun ömürler versin, hiddetlenir. Fakat ne hikmetse o gün yemekte yanındaki danışmanlarından Yiğit Bey ve İlnur Beyler çok iştahlı değildi herhalde.

Yiğit Bey’in başı önündeydi – ki normalde yemeğini tabakta hiç bırakmaz, adeta yeni yıkanmış gibi pırıl-pırıl eder, Allah sizi inandırsın, ilk defa tabağındakilere dokunmamıştı bile desem mübalağa etmiş sayılmam. Bu işte bir gariplik var dememe kalmadı, bir başka hayra olmayan alamete rast geldik.

İlnur Bey’i ağlarken gördüm

Öğleden sonra İlnur Bey’i ağlarken gördüm. Hayırdır inşallah. Odada Beyefendi’nin sesi geliyordu da, biz tam anlamamıştık, acaba kapı mı aralık kaldı ki diye sormuştum kapıdaki özel harekâtçı çocuğa, kapalı amca dediydi. Hayırdır, ses geçirmez duvarlardan duyuracak kadar neden üzüp de bağırtıyorlar Beyefendiyi derken, kapı açıldıydı da orada gördüm. Kravatını ve buruşan gömleğini alelacele elleriyle ütüler gibi yapıp, yüzü al-al, tabi başı önde, çıkıp gitti. Yerleri silen Ali çavuş neden sonra yerde bulduğu iki küçük beyaz düğmeyi güvenliğe teslim etmiş de anlamış bizimkiler İlknur Bey’in yediği zılgıtı. Efendim, lider sert olmalı. Yeri geldiğinde adeta bir baba gibi, cennetten çıkmadır sonra, bunu devlet ve din hizmeti deyip, efendim, neyse gereği onu icra etmeli. Bana, kapıdaki özel harekâtçı çocuklara, bazen nice bakana, mebusa, artık devlet vazifesi kime gerektiriyorsa, hak ettiği şekilde, efendim, lazım geleni yapmalı. Liderlik budur. Riyasetin gereği budur. Suat Bey’in tabiri caizse benzetildiği gibi, ben yokken efendim üç bakanı sille-tokat, Osmanlı tokadı amma, benzettiği rivayet değil, bizzat yanında olaya şahitlik eden, efendim adını vermeyeyim, personel tarafından bizzat bana söylenmiştir. Fakat hiç biri İlnur Bey kadar – tabirimi mazur görün – ağır muamele görmedi Beyefendi hazretlerinden efendim. İlnur Bey’in çözüm süreci meselesini açarak Devlet Bey’i kızdırması, Yiğit Bey’in ise efendim döviz kurları meselesinde isabet puşende-i hata edememeleri, Beyefendinin efendim köpürmesine, hiddetinden efendim neredeyse altın varaklı yüksek ve geniş koltuğunun kolçağını heşm etmelerine sebebiyet verdi.

İşte günlerimiz böyle geçip gidiyor. Ben evvelki gün fakir aile iftarı yapan ve neredeyse Hanımefendiyle beraber aç kalan Beyefendi hazretlerine affınıza sığınarak yarma buğdaylı ve nohutlu Toyga Aşı Çorbası, kuzu gerdanından sebze ve bol baharatlı, üzerine ekşi erik asidesi serpilmiş Gerdaniye kebabı, yanında da inşallah pirinç unundan güllü memnuniyye helvası, son olarak da – biraz da bu ruznameye ahenktar olması babında! – üzüm pekmezli yaz tatlısı Zırva yapadurayım. Bunun daha sahuru var, siz beni mazur görün, olmaz mı!”

****

(Bu yazı tümüyle mizah amacıyla yazılmıştır ve tamamen kurgusaldır, hayal ürünüdür. Yazıda bahsi geçen şahısların gerçek hayattaki şahıslarla alakası yoktur. Gerçek karakterlerle olan benzerlikler – isim benzerlikleri de dâhil – tesadüften ibarettir. Bir yerlerde, ülkelerden birinde, anayasayı hiçe sayarak ülkesinde hukuku öldüren, anayasal devleti bitiren, insan hak ve özgürlüklerini hiçe sayarak insanları hapse atan, onları takibata maruz bırakan hukuksuz rejimlerle veya o rejimlerin karar alıcıları ve yardakçılarıyla herhangi bir benzerlik varsa, bu da mutlaka bir rastlantıdır.)

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Hocam muhteşem olmuş,uslub;Rabbim en kısa zamanda ferec ve mahreç versin Ahmed Turan Alkan beyefendiyi de hatırlattı,ellerinize sağlık devamını bekliyoruz.

  2. Yaz dostum acıktan işlenen ve herkese zarar veren bir gunah hakkında bilgilendirmek ve zararı onlemeye calismak gıybet degildir. Zira islamiyette zararı onlemeye calısmak tercih edilir. onceliklidir.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin