‘Saray hukukçuları’

YORUM | NURULLAH ALBAYRAK

Adalet duygusu, insana ait bir duygudur. Bu duygunun kazanılması için sadece insan olmak ve insani hislere sahip olmak yeterlidir. Adalet duygusuna sahip olmak için de hukukçu olmaya gerek yoktur.

Hukukun amacı adaletsizliği önlemektir. Hukukçunun amacı ise adaletsizliğin önlenmesi için mücadele etmek olmalıdır. Hukukçu gerçeğin peşinde çıkar gözetmeden koşmalı ve o gerçeği yine hukukta aramalı ve hukukta bulmalıdır.

İnsan haklarını savunmayan, adaletsizliğe, hukuksuzluğa, haksızlığa, zulme, hukuk dışı muamelelere karşı çıkmayan, hukuku araç kılmak suretiyle haksızlık yapan kimse hukukçu sayılmaz. Adalete ulaşmak ve adaleti gerçekleştirmek için çaba göstermeyenler de hukukçu olamaz.

Hukukun siyasallaşmasına katkı sağlayan, iktidarın hukuksuzluklarına destek veren, iktidara yaranmaya ve yanaşmaya çalışan, önyargılı, koşullanmış, korkak kimseler ise hukukçu olmadığı gibi adalet duygusuna dahi sahip olmayan zavallılardır.

Bizim sistemimizde iki tür hukukçu profili var.

Birincisi; şartlar ne olursa olsun, evrensel hukuk ilkelerini esas alan, iktidar mensuplarının ne dediğine değil evrensel hukukun ne dediğine bakan ve adaletin tesisi için mücadele eden hukukçulardan oluşmaktadır. Sayıları az olsa da sesleri gür çıkmasa da hala varlar.

İkinci profilde ise; siyasi düşüncesine göre hukuki değerlendirmeler yapan, kişilere göre uygulamaların değişmesi gerektiğini söyleyen, hukuku siyasi ideolojisinin aracı olarak kullanan, asıl olanın evrensel hukuk değil siyasi iredenin ne dediği olduğuna inanan, yaşanan zulme meşruiyet kılıfı bulmak için çabalayan kişilerdir. Günümüz Türkiye’sinde ikinci gruba ‘Saray Hukukçuları’ diyoruz ve ne yazık ki sayıları hiç de az değil. Bu guruptaki kişiler ‘Sarayda’ fotoğraf çektirmek uğruna hukuk katliamına ses çıkarmayan hatta katliamın yapılmasını fiilen icra eden hukukçulardır!

Ülkeyi dünyanın en büyük cezaevine dönüştürülmesine katkı sağlayan bu hukukçular, ülkeyi ilkel dönem hukuk sistemi anlayışına dönüştürmeyi başarmışlardır. Masumiyet karinesini yok sayan uygulamalar, suçun şahsiliği ilkesi yerine suçun kolektifliği inancıyla yapılan işlemler, cezalandırma amacıyla yapılan tutuklamalar, savunma hakkını izin verilen ölçüde kullandıran anlayış, hak arama özgürlüğüne getirilen engeller, düzmece kanıtlarla yapılan suçlamalar, savaş mantığıyla hareket eden itirafçı gizli tanıklara sağlanan imkanlar ve cihad yapma inancıyla yürütülen mücadele sayesinde hukuk yerle bir edilmiştir. Hukuku yerle bir edenler de ne yazık ki önce hukukçular olmuştur.

Keyfilikler ve kötülüklerin hukuk eliyle önlenmesi gerekirken, saray hukukçuları marifetiyle hukuk sadece keyfilik ve kötülük kaynağı olmuştur. Hukukçu olduğunu zanneden bu kişiler, iktidarın söylemlerini doğrulamak ve yanlışlara kılıf bulmak için mücadele etmektedir. Çok sayıda uluslararası örgütün raporunda yer almasına rağmen “Tutuklulara İşkence yapıldığına dair kanıt veya anlatım yok” diyerek siyasi iktidarın söylemini doğrulama çabası içerisine girmişlerdir. Evrensel hukuk ilkeleri değil de iktidarın ilkelerini esas aldıkları için Yargıtay’ın kararı bizi bağlamaz, biz iktidarın dediğini esas alırız diyebilmişlerdir. Hakim değil de  cihat yaptığına inandıkları için, ‘biz hala okçular tepesindeyiz’ diyebilmişlerdir.

Hukukçunun yanlış yapma hakkı ve lüksü yoktur, olamaz da. Bu nedenle hukukçuyum diyen kişinin yanlışlığı hoşgörülemez ve bağışlanamaz. Bu ilke gereğince de yaşanan hukuksuzlukların, zulmün, haksızlıkların  en önemli faili olarak ‘saray hukukçuları’ anılacaklardır.

Tarihe bakıldığında insan önceleri tek başına, yalnız ve korumasızdı. Sonraları ise yaşamını güvence altına almak, tehlikesiz bir hayat sürdürmek düşüncesiyle aile, kabile, aşiret, site gibi aşamalardan geçtikten sonra devletler kurmaya başlamıştır. Devletlerin kuruluş amacı: bir arada yaşayan insanların haklarını güvenceye almak, özgür bir ortam sağlamaktır. Oysa bazı devletler, zamanla hakların ve özgürlüklerin düşmanı haline gelmiştir. Bu konuda anlatılan bir öykü vardır:

Konfüçyüs, öğrencileriyle birlikte Thai Dağı ‘nın eteklerinde gezinirken ağlayan bir kadın görür. Öğrencilerinden biri kadına neden ağladığını sorar: 

Kadın: “Çok acı çekiyorum. Bu çevrede bir kaplan var. Önce kaynanamı parçalayıp yedi. Sonra kocamı, şimdi de oğlumu öldürdü.” der. 

Konfüçyüs söze karışır ve: “Öyleyse, niçin başka bir yere gitmiyorsun? diye sorar. 

Kadın, şu ilginç yanıtı verir: “Çünkü; burada insanlara baskı yapan bir devlet yok.” (Selçuk 2000, 13-14 b)

Baskı yapan devletler, kaplanlardan daha korkunçtur. Şu an ülkemizde kaplandan daha tehlikeli bir iktidar var ve bu iktidarın vahşiliğinin en büyük nedeni de ‘saray hukukçularının’ iktidarın hukuksuzluklarına verdikleri pervasızca destek olmuştur.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin