Sanık görünümlü tanık: Atilla bu yargılamayı neden kabul ediyor?

ANALİZ | AHMET DÖNMEZ

Eğer ki Amerika’ya kendi isteğiyle ve anlaşmalı gitmediyse modern bir ‘bahtsız bedevi’ hikayesi ile karşı karşıyayız demektir.

O isim Hakan Atilla oluyor.

Bahtsız bedeviyi bu kez Miami’de Reza Zarrab çarpmış durumda.

***

New York’taki Reza Zarrab Davası’nın adı artık değişti, Mehmet Hakan Atilla Davası oldu. Zarrab itirafçı olunca davanın tek tutuklu sanığı olarak Atilla kaldı. Duruşma dün başladı. İlginç olan şu ki, Halkbank’ta Reza Zarrab’ın sahtekarlıklarından rahatsız olan Atilla sanık iken aynı Zarrab ‘tanık’ olacak. Kime karşı? Hakan Atilla’ya karşı. Onlarca yıldır kendi yazıp oynadığımız Aziz Nesin hikayelerini sonunda Amerika’ya da ihraç etmiş bulunmaktayız.

Peki, mesele öyle mi gerçekten? Bu kadar basit mi?

Bana göre değil.

Oysa Atilla, Zarrab’ın suçlarına itiraz edip Süleyman Aslan’ın fırçaları ile bazı şeyleri yapmak zorunda kalan bir bankacı. Peki Zarrab’ın bile Amerikan yargı sistemi ile anlaştığı bir yerde Atilla neden yargılanmayı kabul ediyor?

M.Hakan Atilla, Halkbank’ta uluslararası bankacılıktan sorumlu genel müdür yardımcısı idi. 28 Mart 2017 tarihinde ABD JFK Havaalanı’nda FBI’ın talebiyle gözaltına alınıp tutuklandı. Zarrab’ın New York’ta tutuklandığını bile bile tam 1 yıl sonra Amerika’ya gitmiş olması kuşku vericiydi. Ben en baştan FBI ile anlaşarak ABD’ye gitmiş olmasının çok yüksek ihtimal olduğunu düşünenlerdenim.

DAVANIN GÖRÜLEBİLMESİ İÇİN BİR SANIĞA İHTİYAÇ VARDI

Peki o soruya tekrar dönecek olursak, Reza’nın bile itirafçı olduğu yerde Atilla neden bu rezilliği üstlensin ki? Akla hemen iki ihtimal geliyor: Ya birkaç gün içinde o da anlaşmaya karar verecek ya da ‘masumiyetinin’ ispatlanacağına kesin bir inancı var. Fakat üçüncü bir ihtimal daha var ki o en önemlisi. Davanın görülebilmesi için bir tutuklu sanığa ihtiyaç vardı. Hukuken, iddialara cevap verebilecek ve kendini savunabilecek hiçbir sanığı bulunmayan bir dava görülemez. Bu davada Atilla’dan başka tutuklu sanık yok. Zafer Çağlayan, Süleyman Aslan, Abdullah Happani, Kamelya Cemşidi, Hüseyin Necefzade gibi sanıklar tutuksuz.

Zarrab şimdi tanıklığı kime karşı yapacak? Hakan Atilla’ya karşı. İyi de suçu işleyen Reza. Atilla ise onun işlerine yer yer ‘taş koyup’ yer yer de Genel Müdür’ün emirleri gereği göz yuman bir ‘memur’. Burada asıl biri tanıklık yapacaksa, Atilla’nın Reza’ya karşı tanıklık yapması gerekir.

Şimdi Reza ne diyecek: “Evet, ben uluslararası hukuku, bankacılık sistemini, Amerikan yaptırımlarını ihlal ettim. Bunu da Hakan Atilla ile beraber yaptım.”

HAKAN ATİLLA’YA VERİLEN RÜŞVET YOK

Atilla, ne Reza’dan ‘ayakkabı kutusu’ almış biri ne de AKP ile ideolojik yakınlığı var. Patronu Süleyman Aslan, Reza’dan 15 ayrı seferde toplam 3 milyon Euro, 4 milyon Dolar ve 1 milyon TL rüşvet aldı. Fakat Atilla’ya verilen beş kuruş yok. En azından 17 Aralık fezlekesine giren bir teslimat görünmüyor.

Zarrab, Zafer Çağlayan’ın aracılığı ile ilk olarak 6 Ekim 2012’de Süleyman Aslan’la bir araya gelmişti. Görüşmeden çıktıktan sonra sağ kolu Abdullah Happani’ye müjdeyi şöyle veriyordu: “Anlaştık. Süleyman her işimi yapacak”

Sonraki bir tarihte Happani, Süleyman Aslan’ı kastederek, “Bu adama çok para veriyorsun” dediğinde de “Biliyorsun bunlar çöpe giden paralar değil” cevabını verecekti. Çünkü yine bir başka adamı Rüçhan Bayar’a dediği gibi “mama vermeden olmaz”dı bu işler…

Şu durumda Reza’nın ve önüne yatanların işlediği suçların cezasını çekmek, Atilla için ne derece akıllıca bir hareket olacak, tartışılır. Şu ana kadar çizdiği profil, henüz ‘anlaşmalı gittiği’ tezlerini doğrulamıyor. Önümüzdeki birkaç gün içinde farklı bir tablo ortaya çıkmazsa Atilla’nın gerçekten bir iş seyahatine gittiği ve hiç beklemediği şekilde tutuklandığı görüşü ağırlık kazanacak. Fakat ben komplo teorisyeni olmayı göze alarak, bunun da ‘anlaşmaya dahil’ olduğunu öne sürüyorum. Bu yargılamanın yapılabilmesi için bir kişiye ihtiyaç vardı ve o kişi, en ‘masum’ olandan ve dolayısıyla yargılama sonunda en az ceza alma ihtimali olandan seçildi.

Gelelim tanık-sanık ilişkisine… Her şeyin tersyüz olduğu ilginç bir dava izleyeceğiz.

SİSTEM NASIL İŞLEDİ?

Reza’dan ne itiraflar gelebilir? Söyleyecekleri Hakan Atilla’yı ne derece zor duruma düşürür? Bir bakalım…

Suçlamaların odağında Halkbank var.

İran’a yönelik yaptırımlar, bu banka üzerinden deliniyor.

Nasıl deliniyor? Tamamen uluslararası hukuka ve bankacılık sistemine aykırı bir şekilde.

Ne tür yöntemlerle?

Bunun için çeşitli yöntemler kullanılmış ama Hakan Atilla’yı ilgilendiren boyutu, 2013 Nisan ayından itibaren uygulamaya sokulan transit gıda ticareti yöntemi.

Nedir bu yöntem?

İran’dan alınan doğalgaz ve petrol paraları, ambargo nedeniyle İran’a nakit olarak ödenemiyor. Amerika ise bankacılık sistemi gereği doların her türlü bankalar arası ve gerçek bir ticarete dayalı olarak transfer edilmesini şart koşuyor.

Washington yönetimi, 2011’in son günü, Ulusal Savunma Yetki Yasası diye bilinen Kirk Menendez Yasası’nı çıkarmış. Buna göre İran bankaları ve enerji sektörü ile ticaret yapan şirket ya da kamu kurumlarının hesaplarının dondurulması öngörülüyor. Fakat ABD, Şubat 2013’te Türkiye gibi İran’a komşu bazı ülkelere muafiyetler getirmiş. Demiş ki “Sen komşu olarak doğalgaz ve petrol alabilirsin. Sana alma diyemeyiz. Fakat İran bu paralarla kendi nükleer silahlarını yapıyor. Bu senin için de tehdit, dünya için de… O yüzden sen İran’a parayı nakit olarak ödeme. Onun yerine aynı miktarı, Türkiye’den yiyecek, ilaç veya bazı endüstriyel maddelerle öde.”

Peki Türkiye ne yapmış?

Kendi üreticisinin mamullerini alıp İran’a vererek iç piyasasını canlandırmak, endüstrisini hareketlendirmek, üreticisine milyarlarca dolarlık katkı yapmak yerine Dubai’den İran’a Türkiye üzerinden transit ticaretin önünü açmış.

HAYALİ TİCARET VE SAHTE EVRAKLAR

“Transit ticaretin önünü açmış” derken yanlış anlaşılmasın. Ortada gerçek bir ticaret olsa yine gam yemeyeceğiz.

Peki ne var?

Hayali ticaret.

Yani Dubai’den İran’a hayali ticaretin önünü açmış Türkiye. Hem de kendi bankasını kullanarak. Kendi bankasını ve devletini dolandırarak.

Nasıl mı?

Reza Zarrab’ın paravan şirketleri (önce kendi şirketleri de var ama sonra bunu farkedip tamamen naylon şirketlere yöneliyorlar) adına Halkbank’ta hesaplar açılıyor.

Sonra bu şirketler üzerinden olmayan ticareti varmış gibi gösteriyorlar. Halkbank’a sahte evraklar sunuyorlar. Reza Zarrab’ın ofislerinde sahte gümrük mühürleri var. Çalışanlar harıl harıl mühür basıp sahte gümrük beyannameleri hazırlıyor. Sanki Dubai’den İran’a gıda malzemeleri gidiyormuş gibi gösteriyorlar.

Peki niye sahte ticareti tercih ediyorlar?

Çünkü paraları çekip nakit olarak İran’a ulaştırmaya devam ediyorlar. İran’ın çıkarına, Türkiye’yi ve Türk bankalarını yakıyorlar. Aynı zamanda Türk üreticisini, esnafını, tüccarını da çiğneyip geçiyorlar.

Tabi bu paraların ne kadarı gerçekten İran’ın parası ne kadarı Zarrab’ın eskortluğuna verilmiş kara paradır bilemiyoruz. Aynı şekilde paraların ne kadarı birilerinin cebine gidiyor, ne kadarı gerçekten İran’a ulaşıyor, o da meçhul. Belki ABD’deki davada bunun detayları ortaya çıkar.

Sistem bu şekilde işliyor. Peki burada Atilla’nın sorumluluğu ne?

Zarrab, bu sistemi rüşvetler sayesinde kuruyor. Zafer Çağlayan ve Süleyman Aslan’a her bir işlemin binde 5’ini komisyon olarak veriyor. Bu yöntemi Reza’ya öneren ise Süleyman Aslan’ın ta kendisi. Amerika’nın kararından sonra 5 Nisan 2013 günü Reza’yı yanına çağırıp, “ABD çok sıkıştırıyor. Artık altın işini de sürdüremeyiz. ‘Gıda ve ilaç ambargo kapsamında değil, bunlarla ödeme yapın’ diyorlar. Sen iyisi mi gıda işine yönel” diyor. Zarrab, “İyi de ben bu işi nasıl yapayım?” diye sorduğunda, “Yahu senden belge isteyen mi var? Yapmış gibi göster işte, belgeleri kendin ayarla” diyor.

Bu diyaloglar 17 Aralık fezlekesinde var. Reza, Aslan’ın yanından çıktıktan sonra yardımcısı Abdullah Happani’yi arayıp içeride ne konuştularsa bir bir aktarıyor. Biz de yukarıdaki diyalogları oradan öğreniyoruz.

‘HAKAN ATİLLA TAŞ KOYUYOR’

Tabii burası Türkiye, illa bir ‘memur Teoman’ çıkıyor. Halkbank dosyasında bu isim Hakan Atilla oluyor. Reza da ondan şikâyet etmek için Halkbank Genel Müdürlüğü’nü ziyaret ediyor. Aslan’la görüşüyor. Çıkışta Happani’yi arayıp, “Başlıyoruz, engel koydular. Bugün gittim oraya, onu kaldırdım işte. Benim yanımdan aradı adam (Süleyman Aslan), ‘Yapacaksınız bu işi’ dedi, anladın mı? Hakan Atilla taş koydu, o şey koydu” diyordu.

Aynı gün Atilla’yı da arayan Reza, kendisine İran’la gıda ticaretini yapma görevini dönemin Ekonomi Bakanı Çağlayan’ın verdiğini söylüyordu. Aynı zamanra Süleyman Aslan’ın da bazı eksik evrakları tolere edecekleri taahhüdünü verdiğini özellikle vurguluyordu. Yani, “Bak işgüzarlık mişgüzarlık yapayım deme, senin patronunla ben anlaştım, o onay verdi, sakın taş koyma” mesajı veriyordu.

‘ARKADAŞLAR GEREĞİNDEN FAZLA HASSAS DAVRANIYORLAR’

İşte o Hakan Atilla şimdi Amerika’da sanık. Reza ise tanık.

Devamında da karşı karşıya geleceklerdi. Reza hayali ticaret işini o kadar abartıyordu ki Hakan Atilla rahatsız olup belgesini istiyordu.

2 Temmuz’da Reza’yı arayan Happani, “Abi bu Halkbankası bizden evrak istiyor. Evraklar gelmeden işlem yapmam diyor” diye şikâyet edince Reza, “Dur bi Hakan Atilla ile bir konuşayım” diyordu. Ardından da Reza’ya telefon edip “Ya bunları daha önce konuşup halletmiştik hani” tarzında sitem ediyordu.

Fakat iş o kadar ‘göze sokulacak’ tarzda yapılıyordu ki Atilla sık sık uyarmak zorunda kalıyordu. Mesela hiç buğday yetişmeyen Dubi’den buğday alınmış gibi gösterilen evraklar… 5 bin tonluk gemide 150 bin tonluk mal taşınıyormuş gibi düzenlenen belgeler…

Reza çalışma arkadaşlarını uyarsa da bir yandan Süleyman Aslan’dan daha fazla ‘anlayış’ bekliyordu. Yine aynı 2 Temmuz günü Halkbank Genel Müdürü’nü arayan, “Bu gıda ile alakalı çok zorlanıyoruz biz Sayın Genel Müdürüm. Yani Hakan Bey’de de çok takılmıyor aslında, aşağıda çok takılıyor” diye bilgi veriyordu. buna karşılık Aslan, şu şekilde rahatlatıyordu İranlı işadamını: “Peki Rıza Bey, yarın arkadaşlarımı bir toplayayım teker teker hepsinin üzerinden geçeyim ben. Arkadaşlar biraz gereğinden fazla hassas davranıyorlar. Size net şekilde ‘Şunlardır, başka belge istenmeyecektir’ diyelim. Çünkü ona göre bu işe girdik, bu işi yapmaya başladık. Hafifleştireceğim. Hızlandırıyorum tamam mı, söz verdiysek yapacağız.”

… Ve yaptılar.

Peki Bakalım Hakan Atilla ne kadar ‘hassas’ bir bankacı imiş, yakında Amerika’daki davadan öğreneceğiz.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin