Rejimin bilinmeyen mağdurları!

YORUM | M. NEDİM HAZAR 

İsimleri, şahısları rencide etmemek adına yazmıyorum, zira birazdan yazacaklarım vaktiyle birebir yaşanmış şeyler. 

Türk Sineması 1965-73 arası bir tür ‘Altın Çağ’ yaşadı. Yıllık film sayısı, sektörün tüm iptidailiğine rağmen, 300’ü geçiyordu. Yeşilçam’ın kendi hataları, seyirciyi müşteriden başka hiçbir şey olarak görmemesi, televizyonun yaygınlaşması gibi sebeplerle hızla inişe geçti yerli film sektörü. Anadolu’da neredeyse her mahallede bir sinema salonu varken, filmler boş salonlarda gösterilmeye başlanmıştı. Bunda Yeşilçam’ın hızla tüketen azgın iştahının da payı büyüktü. Hemen her alanı tüketiyordu yerli film sektörü. Avantür komedi ile başlayan gayr-ı ahlaki film sektörü giderek salonları zehirli bir sarmaşık gibi kuşatmaya başlamıştı. 

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Pek çok karakterli ismin sinemadan uzaklaşması bu döneme denk gelir. Vaktiyle halkın gönlüne taht kurmuş birçok sinema yıldızı 70’lerin ortalarından itibaren sinemadan elini eteğini tamamen çekmek zorunda kalmıştı. İşte bunlardan biri, tiyatro kökenli olanlarından üstelik… Sektör Anadolu’nun kurnaz kapitalistlerinin elinde oyuncağa dönüşmesiyle sinemadan uzaklaşmış, kendisine gelen ahlak dışı içerikli filmleri ısrarla reddediyordu. Ancak bütün birikimin tüketmiş, eşe-dosta olan borcu epey kabarmıştı. Bir gün bakkala gitti ve ihtiyacını alıp borç olarak yazdırmak isteyince bakkal, “Bu kadar meşhur adamsın, utanmıyor musun borcunu ödememeye, hala yazdırıyorsun” deyince çok ağırına gitti. Bir süre evine kapandı…  Sanattan başka hiçbir şey gelmiyordu elinden. Sonunda pes etti ve erotik filmlerde oynamaya başladı.

Gerçi bu kararından duyduğu pişmanlığı yıllar sonra defalarca dile getirdi ama derd-i maişet onu hiç de arzu etmediği işlerde rol almaya yöneltmiş, bir süre sonra da artık normal filmlerde bile oynayamaz hale gelmişti. 

İkinci örnek ise bir türkücüden…

90’lı yılların ortalarından itibaren Türk televizyonlarını tıpkı 70’lerdeki erotik filmler gibi bir zehirli sarmaşık misali çepeçevre kuşatan sulu magazin programlarının sürekli malzemesi olan bir sanatçı. Neredeyse her hafta bir mizah figürü olarak yer alıyordu ekranlarda. Reytingi yüksek olan sanatçılara yaptırtılan ‘şov’ programlarında türkülerinden ziyade sözleri, taklitleri, ünlü Amerikan oyuncusuna benzerliğiyle malzeme olan bu sanatçı bir sabah evden çıkarken ev sahibi yakalıyor merdivende. Çok ağır konuşuyor, “Karaktersiz adam, her akşam televizyon ekranlarında cirit atıyorsun, kaç aydır kiranı ödemiyorsun, çık evimden!”

Gariban türkücünün cevabı iç yakıcı bir gerçeği ifade ediyordu aslında: “İşte senin kiranı ödeyebilmek için maymun oluyoruz o insanların elinde. Bir tane ekstra gelsin, üç beş kuruş alalım da adam gibi yaşayabilelim diye!”

Elbette bu iki örneğin dışında, her şeye rağmen onurluca, aç kalma pahasına varlığını ve sanatını sürdürmeye çabalayan yüzlerce sanatçıdan bahsetmek de mümkün. Ve şüphesiz daha erdemli örnekler onlar.

Tasvip edilemez belki ama anlayabilmek adına yazıyorum bu satırları.

Üstelik mesele sadece açlık ve maişet meselesi de değil. Zira bazı örnekler var ki, daha fazlası için giyiyorlar bu kostümleri. Daha fazla ekmek, para, daha fazla imkan, daha fazla şöhret, daha iyi ev vs. Malum insan iştihası kolay doyan bir mekanizma değil.

Bir başkası ise yazar. Kendince gelişmeleri önceden fark edip, “Önümüzdeki 10 yıl bu adamların dönemi, dolayısıyla siz haklı olsanız bile sizin yanınızdaymış gibi görünemem” dediğini bizzat işitmişliğim var.

Sonrası kendisinden beklenen tavır ve fikirleri serdetmesi…

İktidar cenahında hürmet görmesi ve kendince parsayı kapması.

Ne bileyim Akaretler’de iki katlı bir bina da olabiliyor bu, bilmem kaç milyon bütçeli sanat işi de, basılacak kitap da…

Kutsal Kitap bu türlere “Ne kadar da ucuza satıyorsunuz kendinizi” diyor ama onlar için mesele para değil, bir şeyler üretmek ve hayatta kalmak belki de.

Aksi durum ölümden beter gibi görünüyor onlara.

Yani, sanırım öyle.

Devletin bir sahip ve patron rolüne soyunduğu her devirde bu zavallılığı onun adına yapanları gördükçe kızmadan önce üzülmek, lanetlemeden önce anlamaya çalışmak gerektiğini düşünüyorum. Ve açıkçası bu acınası duruma düşmek, düşürülmek sadece sanatçının suçu değil galiba. 

Makam sahipleri, kerameti kendinden menkul aracılar ve nevzuhur iş bitiricilerin zirve yaptığı son dönemlerde “o iş n’oldu”lar gırla giderken muktedir kendine bağımlı ve tabiri caizse “dilenci” pek çok aydın, sanatçı ve bilim adamı üretti.

Bu ülkede sanat, bilim ve fikir üretebilmek için muktedire yaltaklanmak ön sebep artık.

İktidarın söylemlerinin aksini ifade etmek zaten hain olmak için yeterli sebep. Anında linç ediliyorsunuz.

Sessiz kalmanız da yetmiyor Saray ve çevresi için.

Onların türküsünü söylemek, hatta onların istediği türküyü söylemek durumundasınız. Kendi halınızda mırıldanmanız da kesmiyor onları. Yüksek sesle ve onların arzuladığı mecralarda yapacaksınız bunu.

Örneğin havuza çıkıp röportaj verecek, ekranlarda güzelleme yapacaksınız.

Meseleye bu perspektiften bakınca, pek çok insanı mazur, hatta mağdur görmek kolaylaşıyor.

Her ne kadar gerçek mağdurlar başkaları olsa da…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. “Beğenen alır, beğenmeyen bırakır.”

    Belki de sınırı geçtiği nokta Hz Osman hakkında, devlet adamı yönünü nazara vererek ve siyasal islamcılar ile kıyas ederek, yaptıgı sorgulayıcı (belki eleştirel) ifadeleriydi. Halbuki kesin beyan vardı, “Bundan sonra yaptıkları ona zarar vermeyecekti.”

    Söylediklerimiz dönüp bizi buluyor, imtihan edilmediğim bir konuda kimseye laf edemem. Ancak, kendimi kurtarmak için de başkalarını canavara yem etmem!

  2. Adil Sultanlar zamanında baştacı yapılan ilim irfan ve sanat ehli. Zalim hükümdarlar zamanın da soytarı olurlar. Herkes kaderinin rolünü oynuyor. Kaderi yaratan Yüce Mevlamızın Hocaefendimize, hizmetimize ve hadimlerine yakıştırdığı mübarek role kurban olayım.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin