Rejimde siyasi polemik yasak (2)

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Siyasetin kamu yararına yapılan bir faaliyet olması ve “ortak iyi” arayışının en uygar ve makul yolunun demokrasi olması, siyaset kavramının ister istemez “polemik” üzerine inşasını zorunlu kılıyor. Bir önceki yazımda Erdoğan rejiminin dilinin bir “antikoru” veya panzehiri olması gerektiğini yazmıştım. Bu yazımda yeniden polemiği mümkün kılabilecek, diyaloğa kapı aralayabilecek bir strateji üzerine düşüneceğim.

Erdoğan rejimi, tıpkı dünyadaki diğer otoriter rejim örneklerinde olduğu gibi, diskur üzerinden bir egemenlik alanı oluşturuyor. Bu diskurun (dilin) ana ekseni, ötekileştirmeler üzerine inşa edilmiş durumda. Sözgelimi “Fetö” kavramını kullanırken, yapay bir terim fabrikasyonu yapılıyor ve bu terim çerçevesinde, rejimin yaptığı anayasa ve yasa dışı takibat politikalarına “meşruiyet zemini” devşiriliyor. Yenikapı Ruhu diye adlandırdıkları 15 Temmuz 2016 sonrası toplantıda, bu diskurun temelleri atıldı. Bu toplantıda, 17 ve 25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarının Erdoğan hükümetine karşı bir sivil darbe girişimi olduğu, 15 Temmuz “öyküsüne” montajlandı. Böylelikle bir kavram kolajı oluşturuldu. Bu kavramsal kolajın anlattığı hikayeye göre, her şey seçimlerle işbaşına gelmiş bir sivil hükümeti devirmeye gayret eden iç ve dış güçler önermesi temelleri üzerine oturuyor. İslamcı tanımlamaya göre demokrasi eşittir seçimler olduğuna göre, demokratik başka kıstas ve kriter aramak da abes. Seçilmişler istediğini yapar, buna da halkın iradesi denir. Yerli ve milli güçlerin hainlere ve dış mihraklara karşı direniş mücadelesi olarak kurgulanan bir siyasi diskura göre, vatan, millet, din daimi bir saldırı altındadır.

En son Yeni Zelanda’da meydana gelen elim Christchurch saldırılarında da bu “öykü” üzerinden bir Türkiye uyarlaması yapıldı. Saldırganlardan birinin silahı üzerine yazdığı bazı yazılardan, örneğin Viyana kuşatmasının püskürtülmesi ya da İstanbul’un Konstantinapolis olarak adlandırılması gibi malzemeler de gayet başarıyla kullanılarak, gerçek tersyüz edildi ve iş “Erdoğan’a ve Türkiye’ye saldıran Batılılar” noktasına vardırıldı. Birçok havuz organında eşzamanlı ve eşgüdümlü olarak hep aynı minvalde yazılar döşenmesi, bir algı çalışması yapıldığını ve bu çalışmanın gayet merkezi bir yönlendirmeyle yapılmakta olduğunu gözler önüne serdi. Erdoğan’ın yerel seçim mitinglerinde defalarca ve dakikalarca saldırıların videosunu izlettirmesi, bu yaratılan yapay öykünün tüm saçmalığına ve mantık hatalarına karşın geniş kesimlerde karşılık bulmasına sebep oldu.

Erdoğan’ın İslamcı tabanı zaten çok radikal düşüncelerin ikliminde sosyalleşmiş bulunuyor. Biz ve onlar ayrımını yaparken çoğu kez bilinçli bir manipülasyonu zaten kullanmakta olan bu insanlar, “Hristiyan haçlılar zavallı gariban Müslümanlara karşı” retoriğini satın almakta hiç zorlanmıyor. İşin enteresanı, daha geçenlerde Bilal Erdoğan’ın vakfından bir grup başörtülü İslamcı genç kadın, Viyana kuşatmasını “kapanmamış hesap” olarak niteledi. Bu, İslamcı tabanın vardığı radikalleşme oranını gözler önüne sermesi bakımından oldukça düşündürücüdür. Üstüne üstlük Erdoğan Çanakkale Savaşı yıldönümü üzerinden ANZAC askerlerinin “tabutlarla ülkelerine yollandığını, gerekirse bunun yeniden yapılabileceğini” söyleyerek bilfiil nefret suçu işledi. Dahası, Mustafa Kemal Atatürk’ün anısına saygısızlık etmiş oldu. O savaşlara bizzat komutan olarak katılmış ve emrinde binlerce askeri kaybetmiş olan Anafartalar Kahramanı’nın büyük vakur ve olgunlukla, belki de 20. yüzyılın en insani mesajlarından birini vererek, ölen ANZAC askerlerini “Türk milletinin kendi evlatlarıyla koyun koyuna uyuyan ‘bizim’ çocuklarımız” olarak nitelendirmişti. Hiçbir savaşa katılmamış ama insanlıktan da aldığı nasibi bu örnek çerçevesinde kolaylıkla değerlendirilebilecek olan Erdoğan, hiçbir suçu olmayan Yeni Zelandalılar ve Avustralyalılar üzerinden “yerel seçim” çalışması yapınca, diskurun ne denli önemli olduğu sanırım netlikle ortaya çıkmış oldu. Birkaç cümle ile bir anda münferit bir saldırıyı “medeniyetler çatışmasına” aparan siyaset “ustası”, bu yetmiyormuş gibi Kılıçdaroğlu üzerinden CHP’lilere vatansever olmayan mankurt kimliksiz kitleler suçlamasında bulundu. Yerli ve milli olarak nitelenen Erdoğan rejimi ve ortaklarının karşısına, “işgalci Batı’nın” Truva atı içerdeki hainler önermesini çıkardı. Semboller bakımından durum gayet açık aslında. Öldürülen Müslümanlar, onların katili “Batı”, Batı’nın kölesi iç hainler ve onlara göğsünü siper eden yerli ve milli lider Erdoğan.

Aynı mantıkla, örneğin Mansur Yavaş’ın PKK’nın emrinde olduğu algısı oluşturuluyor. Diskur bu noktada çok kilit önemde bir rol oynuyor. HDP eşittir PKK çalışması uzunca süredir yapılıyor. Ustalıkla Demirtaş ve onlarca Kürt milletvekili saf dışı edildi. Ilımlı ve Türkiyeli HDP yerine, gittikçe radikalliğe eğilim gösteren ve ipleri Öcalan’ın elinde olan bir HDP yaratılmaya gayret ediliyor. Meclis içi dengeler bakımından muhalefetin yeknesak Erdoğan rejimi karşısında yer alması böylelikle engelleniyor. Bu tür bir demokrasi bloğunun olmazsa olmazı CHP-HDP-İYİ parti ittifakı, radikalleştirilen Kürt siyaseti üzerinden olanaksızlaştırılıyor. Gayet ustalıkla, diskur üzerinden CHP-HDP-İYİ parti arasındaki sınırlar derinleştiriliyor. Bu çalışma, polemiğin sıfırlandığı, siyasetin konsensüs damarının tümden tıkandığı kısır ve radikal bir iklim meydana getiriyor. Ve bilin bakalım kime hizmet ediyor?

“Cadı diye bir şey yok!”

Tüm muhalifler “Fetö” üzerinden tasfiye edilirken, mesela “sol” kanat veya Kürt mağdurlar, “Fetö’cü” olmadıklarını ispat etmeye çalışıyorlar. Ortaçağ’da cadı olmadığını ispat etmeye kalkan kadınlar, cadı olarak mahkûm edilmekten ve yakılmaktan kurtulabildi mi? “Ben cadı değilim” demek yerine “cadı diye bir şey yok!” diye haykırsaydı insanlar, engizisyon mahkemelerinin diskurunu reddederek karşı strateji oluşturabilselerdi, bağnaz Katolik Kilisesi Ortaçağ’a daha erken veda etmez miydi? Bugün de rejimin diskurunu (onun kavramlarını ve dilini) kullanan muhalifler, rejimin kavramlarını kullanarak rejimin yeniden üretimine ve konsolide oluşuna hizmet ediyorlar. Her “Fetö” dediklerinde, rejim yeniden enerji elde ediyor ve toparlanıyor.

Dahası, bu diskur polemiği sıfırladı. Artık medenice oturup, tüm farklılıklara karşın yapıcı bir diyalog gerçekleştirmek imkânsız hale geldi. Süleyman Soylu gibi, Devlet Bahçeli gibi piyonlar, haykırarak ve azarlayarak, kanalizasyon bir diskur üzerinden “öteki devşirmeye” çalışıyorlar. Benim üzüntüm, İslamcı kesimden de, Kemalistlerden de, Ülkücü kesimden de, Kürtlerden de basiretli bir çıkış, bir “yeter be!” tepkisi gelmemesi.

Algılar, rejimin gücünün ana kaynakları

Özellikle iki oku var ki, kesimler arası pek bir yaklaşım farkı yok. Bunlardan birincisi, komplo teorisi yaklaşımı. Her sosyal veya politik olayın arkasında bir “güç” olduğu ve bu gücün tüm oyunu kontrol ettiğini varsayan yaklaşım. Bu, İslamcılarda da, nasyonalistlerde de, “solcularda” da yaygın. Diğer yaklaşım, şiddetli bir zenafobi, özellikle de Batı düşmanlığı. Belki de Cumhuriyet döneminin en anti-Batıcı dönemini yaşıyor Türkiye. Giderek içine kapanan, diğer ulusları ötekileştiren, “herkes bize karşı”, “kimse bizi sevmiyor”, “çünkü biz Müslüman’ız, onlar Hristiyan” türü bir ilkel korelasyon yaygın. Aynı şekilde bu “kötü Batılılarla” işbirliği yapan, mesela onların ülkelerinde yaşayan veya değerlerini savunan Türkiyeliler de en az Batılılar kadar “kötüler”. Dahası “anti-Batı” grubunun Avrasyacı güçleri, en başta Rusya olmak üzere, içerideki Avrasyacı derin güçler tarafından “Türkiye’nin verdiği” söylenen mücadelenin ana unsuru. Bu algılar, rejimin gücünün ana kaynakları arasında.

Peki bu zehrin bir panzehiri var mı, bu habis yapının antikoru mevcut mu, bu patolojik dokunun tedavisi mümkün mü? En önemli stratejik soru budur. Kanımca rejimin diskurunun komple terk edilmesi, rejimin ana güç kaynağına indirilecek en yerinde ve etkili darbe olacaktır. Yeniden polemiğin canlanması için bu yapılmalı. Muhalefetin bu konuda adım atmaması durumda, Erdoğan gitse bile (ki bir gün öyle ya da böyle Türkiye siyasetinde olmayacak, çünkü hiç kimse zamandan bağımsız değil!) rejim yerleştirdiği diskur üzerinden var olmayı sürdürecek. Bunu anlamak çok mu zor?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin