Rejim değişikliğinin ağır faturası

Tarih boyunca gerçekleşen tüm rejim değişikliklerinin faturası hep ağır olmuştur. Bu değişikliklerin bir kısmının maliyeti, genel bir herc-ü mercin akabinde geldiği için, devamı olduğu kargaşa ve kaosa fatura edilmiştir. Bazen halk ihtilalleri ve askeri darbe gibi devrimsel bir radikallikte gerçekleşen rejim değişiklikleri bazen de iktidarda bulunan iktidara doymayan yoz bir kadronun elinde tedricen gerçekleşmiştir.

Radikal rejim değişikliklerinin belirli aşamalarında nispi tedriciliğe rastlanabildiği gibi, şu an Türkiye’de yaşanmakta olduğu şekilde, tedrici rejim değişikliği süreçlerinde de 15 Temmuz darbe komplosu benzeri radikal atılımlar yok değildir. İkinci tür rejim değişikliği süreçlerinin en yeni ve en iyi örneklerinden birini, devraldığı yarım yamalak demokrasinin yerine tek-adam diktası yerleştirmeye çalışan Erdoğan’ın keyfi ve hukuksuz çabaları oluşturmaktadır.

FATURA DAHA ŞİMDİDEN CİDDİ BİR YEKÜN TUTUYOR

Türkiye’deki rejim değişikliği adımlarının ağır faturaları daha şimdiden ciddi bir yekün tutmaya başladı bile. Yüzlerce gazete ve medya organının kapatılması, binlerce gazetecinin işsiz bırakılması, yüzlercesinin ya hapiste ya sürgünde olması, 40 binden fazla vatandaşın hapse atılması, 80 bin vatandaşın gözaltına alınması, onlarca insanın gözaltında ya da hapiste işkenceyle infazı, binlerce özel teşebbüs eseri olan şirket, okul, dernek ve hastahanelere el konulup kapatılması, şehirlerin ve kasabaların aylarca muhasara altında tutulup top atışları ve bombardımanlarla yerle yeksan edilmesi… vesaire bu ağır faturanın sadece bir boyutunu oluşturuyor.

Faturanın diğer bir boyutunda ise, Türk Lirası yabancı paralar karşısında pula dönerken ekonomin çarklarının durması, değil ülkeye yeni yabancı yatırımların gelmesi mevcut yabancı yatırımcıların bile ülkeyi terke yönelmesi bulunuyor. Yabancılar şöyle dursun, mal ve can güvenliğinin bizzat devlet tarafından hiçe sayıldığı, gasp ve talanların had safhaya ulaştığı bir ortamda Türk işadamları bile Türkiye’ye yatırım yapmaktan çekinir hale geldi. Ülkenin en kalifiye kadrolarının tasfiye edildiği, en parlak beyinlerinin hedefe konulup ahlaksız tetikçi sürülerine yem edildiği, kalite ve tecrübesiyle topluma ışık olmuş on binlerce insanın görülmedik baskı ve zulümlere maruz kaldığı, gözaltına alınıp tutuklandığı bir ortamda binlerce insanın beyin göçüyle ülkenin insan sermayesi de büyük bir erozyona uğruyor.

BAŞ BELASI BİR ÜLKE HALİNE GETİRİLDİK

Bölgesine istikrar ihraç eden bir ülke olmaktan çoktan çıkan Türkiye, bugün hiçbir muhatabının güven duymadığı, çevresine sadece sorun ve istikrarsızlık ihraç eden bir problem kaynağı, tabir yerindeyse, başbelası bir ülke haline geldi.

Tehditle, şantajla, blöfle, hakaretle, kuru gürültüyle ve terör örgütlerine destek vermek suretiyle başka ülkelerin içişlerine burnunu sokarak rejim değişikliğine yeltenen Erdoğan rejimi, husumete itilen diğer ülkelerin de Türkiye’nin içişlerine karışması için adeta davetiye çıkardı. Böylece ülkede ne barış bıraktı ne huzur; ne can ne de mal güvenliği. Hukuk güvencesinin yerinde yeller eser hale geldi. Bir avuç yoz muktedirin elinde devlet, devasa bir organize suç örgütüne dönüştü. Kimyası ve karakteri çığırından çıkarılan devlet tüm hak, hukuk ve özgürlükleri değirmen gibi öğüten bir zulüm makinasına çevrildi.

Erdoğan, nihayet topyekün “seferberlik” çağrısı yapacak bir noktaya geldi. Abartılı güç gösterilerine rağmen köşeye sıkıştığını iyiden iyiye sezen Erdoğan, ipleri daha da gerecek çok daha büyük bir çılgınlığa girişmemesi durumunda denizin bittiğinin farkında.

ŞAYET BU ÇILDIRMIŞLIK HALİ DURDURULAMAZSA…

Düşünebiliyor musunuz, Erdoğan’ın rejim değişikliğini aleni gündem haline getirdiği 2015 Haziran’ından bu yana yaşanan kanlı eylemler sonucu en az 1500 insanımızı yitirmişiz. Bir o kadar da yaralı ve kalıcı sakatlık cabası. Mevcut iktidarın ülkeye, millete ve insalığa maliyeti çok ürkütücü boyutlara ulaşmış olsa da, kanırta kanırta zorladığı rejim değişikliği sürecinde karşımıza çıkacak faturanın bunlardan ibaret kalacağını düşünmek naiflik olur. Korkarım ki ülke ekonomisinin tamamen çökmesi, tüm kurumlarıyla devletin tamamen iflası, kaosun ve iç çatışmaların hükümferma olup ülkenin çok kanlı bir bölünmeyle karşı karşıya kalması Erdoğan’ın yerinden oynattığı taşlar yüzünden muhtemelden öte artık mukadder gibi gözüküyor.

Öte yandan, böyle bir süreç elbette ki ilk kez Türkiye’de yaşanmıyor. Yokluğa, kaosa, savaşa, kan ve gözyaşına açık davetiye çıkaran rejim değişikliği süreçlerinin geçmişteki örneklerine bakarak, ülkeyi nasıl bir felaketin beklediğini tahmin edebiliriz. Tabii, iyice bir çıldırmışlık haline dönüşen mevcut süreç bir noktada durdurulamazsa…

LENİN’DEN STALİN’E UZANAN CANİLİK

Lenin’le birlikte Çarlık rejimini devirip yerine Proleterya Diktatörlüğü’nü yerleştirmeye çalışan Stalin’in kendi halkına ve insanlığa faturasını bilmeyen yoktur. Lenin’in iktidarda olduğu 1917-1923 arasında “oportünist” olarak damgalanan 1 milyon 861 bin 568 kişi öldürülmüştü. Ancak bu katliam rekoru Stalin tarafından egale edilecekti. Öyle ki, Lenin yönetiminde bulunan pek çok kişi bile Stalin tarafından ihanetle suçlanarak idam edildi. Stalin, başlattığı temizlik harekatını 1935’te Komünist Parti ve Sovyet silâhlı kuvvetleri içine uzattı. Komunist Parti’nin 1934 Kongresi’nde seçilen Merkez Komite üyelerinin üçte ikisini ihanetle suçlayarak öldürttü. Aynı tarihlerde Stalin’in emriyle milyonlarca köylü ya öldürüldü veya açlıktan ölüme terk edildi.

Resmi Sovyet istatistiklerine dayanılarak yapılan bir çalışmaya göre, 1917-1950 arasında rejimin kurban sayısı 66 milyon civarındaydı. 1921-1953 yılları arasında katledilen 799 bin 455 kişinin infazı ise resmi kayıtlarla belgelenmiştir. Stalin’in, yaklaşık 1,7 milyon kişiyi Gulag’da öldürttüğü, göçe zorladığı 390 bin kişinin ise ölümüne yol açtığı bilinmektedir. Lenin’in değiştirdiği rejimi konsolide ederken Stalin’in katlettiği insan sayısı, en muhafazakar resmi rakamlara göre bile, 2,9 milyonu bulmaktadır.

DİKTATÖR DİKTATÖRDÜR, İDEOLOJİSİ MÜHİM DEĞİL

Tarih göstermektedir ki diktatör diktatördür. Komunist ya da faşist, Nazist ya da siyasal İslamcı olması hiçbir şeyi değiştirmez. Mesela, Krallığın yıkılması sonrası yaşanan İspanya iç savaşı sonrası ülkeyi 36 yıl boyunca Faşist-Falanjist ideolojiyle yöneten Francisco Franco da 800 bin kişinin ölümüne yol açmış, idam talimatlarıyla 200 bin kişiyi öldürtmüştür.

Almanya’da yeni bir rejim kuran Nazi Partisi lideri Adolf Hitler’in caniliğini ise bilmeyen yoktur. 1934-1945 yılları arasında Avrupa’da ırkçılığa dayalı bir hegamonya kurmak isteyen Hitler, 6 milyonu Yahudi olmak üzere doğrudan 17 milyondan fazla insanın ölümüne sebep olmuştur. Hitler’in rejim değişikliğinin ve dünya sistemine dair revizyonist aşırıcılıklarının Almanya’ya, Avrupa’ya ve tüm dünyaya faturası çok ağır olmuştur. İhtirasları yüzünden tetiklediği 2. Dünya Savaşı’nda Almanya ile birlikte birçok ülke yerle bir olurken 60 milyondan fazla insan hayatını kaybetmiştir.

MAO’DAN POL POT’A, KIM IL-SUNG’DAN PINOCHET’YE

Köylü sınıfına dayanan hareketiyle Çin’deki mevcut rejimi yıkarak yerine Komunist Çin’i ihdas eden Mao Zedong, iktidara geldiği ilk beş yılda 5 milyondan fazla insanı idam ederek veya işçi kamplarına göndererek öldürmüştür. Çin’i sanayileştirme amacı güden “İleri Doğru Büyük Atılım” programı esnasında 20 milyondan fazla insanın açlıktan ölümüne yol açmış, “Kültür Devrimi” program kapsamında ise muhalif entelektüelleri sistematik şekilde öldürtmüştür.

Kamboçya’da komünist bir dikta rejimi kuran Pol Pot da, kan ve gözyaşı üzerine kurduğu iktidarının konsolidasyonu için derhal bir temizlik yapmaya karar vermiş ve yaklaşık 2 milyon insanın ölümüne sebep olmuştur. İnsanları çok zor şartlar altında çalışmaya zorlayan Pol Pot, pek çoğunu da idam ettiriyordu. İktidarı döneminde Kamboçya nüfusunun yaklaşık 5’te 1’ini öldürtmüştür.

Kuzey Kore’de rejimi değiştirerek komünizmi getiren Kim il-Sung da, kanlı bir diktatörlük kurmuştu. Açlıktan, hastalıktan, bakımsızlıktan kırdırdığı insanların yanı sıra idamlar ve suikastler ile yaklaşık 1,6 milyon Korelinin ölümüne neden olmuştur. Oğluna diktatörlük devreden tek komünist liderdir.

1973-1990 yılları arasında Şili’yi dikta rejimi ile yöneten General Pinochet, bütün muhalifleri susturmuş ve siyasi partileri kapatmıştır. Muhalefete karşı acımasız bir kıyıma girişen Pinochet, darbenin ilk üç yılı içinde yaklaşık 130 bin kişiyi tutuklatmıştır. Pinochet’nin iktidarda kaldığı 17 yıllık dönemde yaklaşık 2 bin 279 kişi siyasi nedenlerle infaz edilmiş, binden fazla insan “kaybolmuş”, 30 bin civarında insan ise işkence görmüştür. Çoğu aydınlardan oluşan binlerce muhalif ise sürgün edilmiştir.

SİYASAL İSLAMCILARIN İLHAM KAYNAĞI…

Etiyopya’da yüzlerce yıllık monarşiyi askeri darbeyle devirip bir sosyalist rejim kuran Mengistu Haile Mariam, “Kızıl Terör” adlı bir kampanya başlatarak tüm muhaliflerini katletmiştir. Diğer komünist diktatörler gibi sanayileşme adı altında köylülerin tarımsal faaliyetlerini durdurmuş ve büyük bir kıtlığa yol açmıştır. Öldürdüğü insan sayısının 400 bin ile 1,5 milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir.

1979 yılında Şahlık rejimini yıkarak yerine teokratik bir rejim kuran Humeyni’nin İran’da hedefe koyduğu farklı toplumsal kesimleri nasıl yok ettiği, başta ordu ve yargı olmak üzere devletin kurumlarını nasıl ele geçirdiği başlı başına incelenmesi gereken bir tecrübedir. Devrim sonrası İran tecrübesi önemlidir çünkü bu tecrübenin karanlık hedeflerine ulaşma konusunda Erdoğan rejimine ilham kaynağı olduğu aşikardır.

YAŞANANLAR YAŞANACAKLAR YANINDA DEVEDE KULAK…

Humeyni rejiminin devrim sırasında desteklerinden yararlandığı komünistleri, sosyalistleri, liberalleri ve Kürtleri daha sonra nasıl elimine ettiği ibret vericidir. Sebep olduğu kaos, savaş, suikast ve idamlarla milyonlarca insanın ölümüne, sakat kalmasına, yoksullaşmasına ve özellikle eğitimli kesimlerin ülkeyi terketmesine yol açan Humeyni’nin yaptıklarının ülkede yol açtığı sosyo-kültürel çölleşme, ekonomik ve siyasi tecridin ağır faturaları bugün hala İran tarafından ödenmektedir.

Daha da çoğaltabileceğimiz örneklerden görülebileceği gibi rejim değişiklikleri faturası ağır olan zorlu ve kanlı süreçlerdir. Yarım yamalak da olsa demokrasi ve hukuk devleti olan bir rejimi tedricen yıkıp bir oldu bittiyle yerine hanedanımsı bir tek-adam diktası kurmaya çalışmanın faturasının ise çok daha ağır olacağı aşikardır. Üstelik Türkiye, henüz böyle bir sürecin başındadır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin