Rab lafzı, firavunlar ve siyasal İslamcılık

YORUM | ENGİN TENEKECİ

Naziat suresinin 17. ayetinden 26. ayetine kadar peşi peşine sıralanan ayetler, Firavun ile Hz. Musa (as) arasında geçen diyaloğa yer verir. Bu ayetler aynı zamanda kibrin cisimleşmiş hali olarak gözlerimiz önünde beliren Firavun’un içindeki şirk psikolojisini net bir şekilde deşifre ve beyan eder.

Öncelikle Hz. Rabbül alemin, büyük rasül Hz. Musa’ya (as)  Firavun’a gitmesini, çünkü onun iyice azgınlaştığını vahyeder. Akabinde Hz. Musa, Firavun’a gider ve ‘’Gel, seni Rabbinin yoluna yönelteyim de, saygıyla O’na teslim olasın!’’der. Fakat Firavun O’nu yalanlar ve O’na cephe alır. Bununla da yetinmez, O’nunla mücadeleye girişir.

Günümüz ifadesiyle danışmanlarını ve askerlerini toplar, sonrasında ilanatta bulunur. Tarihin kara sayfalarına yazılan, şirkinin aşikar ilancısı olan şu malum,  yokluk, aynı zamanda Zakkum ağacı tohumunu içeren sözlerini sarfeder: “Ben”, dedi, “sizin en büyük rabbinizim!”

Nihayet Allah onu kıskıvrak yakalar, Âhiret ve öncesinde dünya azabıyla herkese örnek olacak şekilde cezalandırır. Daha sonra Hz. Kelammullah (cc), kulu Kelimmullah’a şöyle vahyeder: “Kuşkusuz bunda, Allah karşısında kalbi yumuşamaya açık herkes için bir ders vardır.” (Nazirat, 26)

Hatırlarsak Şeytan da henüz İblis’ken Allah (cc) huzurunda Hz. Adem’e karşı aynı üstünlük havasına girmişti. Aslında onun kibri aynı zamanda İlahi Yaratıcı’ya karşı idi. Zira İblis, “Aralarında taksimi yapan biziz” (Zuhruf sûresi, 43/32) ayetindeki  hakikatini anlamamış, anlamak istememiş ve sonunda içinde o ana kadar daha önceden ilk nebi Safiyaullah’a karşı beslediği kini ve hasedi kusmuştu. Daha çok, itaateki incelik, Hz Adem nezninde Allah secde olarak meal edilen “Adem’e secde edin.” İlahi emri şeytanın o malum hasid fıtratının  bir gulyabani gibi hortlamasına neden olmuştu. Tıpkı bugünkü yığınların, yıllarca içinde gizleyip ve mevsimi gelince Hizmete olan husumet ve hasetlerini kustuğu gibi.

Daha sonra da Cenab-ı Hakk karşısında edepsiz ve küstahça vehmi bir üstünlük tavrı takınarak, “Ben” dedi, “ondan daha hayırlıyım. Beni bir tür ateşten yarattın, onu ise bir tür çamurdan.” hezeyanlarını sergilemişti. Orada Hz. Adem’e -yukarıda da denildiği üzere- hem de Allah nezdinde kibir taslayan bir cinni Şeytan; burada ise Hz. Musa karşısında kibir bataklığına düşerek kendisini tanrı edinen insi şeytan Firavun. Fesat, bir varlığı hem de Allah’ın huzurunda nasılda Allah’a başkaldırmaya itiyor!

Ayrıca burada Firavun ve Hz. Musa arasında geçen ayetlerdeki kelimeler üzerinde durmak gerekiyor. Zira Hz. Musa, Firavun’u imana davet ederken “Rab” kalıbını kullanıyor. Firavun da  tanrılık iddiasında aynı kelimeyi seçiyor. Bir yanda hakiki Rabb’a iman ve teslimiyete çağıran büyük bir nebi, diğer yanda ise Allah’ın zatına ait ilahi isim Rabb’ı ‘vehmi’ bir surette kendine atfeden bir tiran. Aynen günümüzdeki bir takım siyasilerin meydanlarda yaptığı gibi.

‘Rab’ lafzı, “ismi fâil mânâsında bir mastardır ki, terbiye eden” demektir. Gramer bilgisinde ise ismi fail; “masdarın ifade ettiği iş, oluş veya durumu yapan, yahut taşıyan şahsı bildiren kelimedir, meselâ; kâtip.” O halde kâtibin kaleminden çıkan bir yazının kendini kâtip görmesi ne kadar ahmaklık ve akla zıt ise, Halik ismiyle hiçten yaratılıp, Rab ismiyle terbiye olunan bir yaratılmışın kendini -haşa- ‘Rab’ ilan etmesi de bir o kadar mantık dışı bir şirktir.

Türkçede ironik bir uslupla kullanılan “sopayla terbiye” ifadesi vardır. Terbiye ama sopayla. Burada sopa gücü sembolize eder. Kendine İlahlık vasfeden günümüz  firavunları, tiranlar, diktatörleri gücü sopa olarak kullanır ve böylelikle kendine tabi yığınları ‘terbiye’ eder. Hikmetten, adaletten uzak güç insanı firavunlaştırır. O toplumda jakobenist bir kast sistemi meydana getirir. Toplumda kutuplaşmalar olur. Zengin zenginleşir, fakirse daha da fakirleşir. Akrabalar kayırılır, israf tavan yapar. Ancak yaşanan tüm bu menfilikler aynı zamanda İlahi kahır tecellisine de birer davetiye olur.

“Bizim rahmetimiz gazabımızı aşacaktır.’’ şeklindeki hezeyanlar; AKP’ye verilen bir “oy”un kıyamet günü kurtuluş belgesi olarak ilan edilmesi… işte bu ve bunun gibi söylemler günümüz firavuniyetinin somut yansımalarıdır.

Zira ilkinde, bir ayetle Allah’ın kendi zatına has kıldığı ilahi bir vasfı kendine gaspetme varken, ikincisinde ise, Allah adına konuşup insanları,  Cennet’e koyma var. Ya AKP’ye oy veren bir kişi ehli nifak ve inkar ise? Burada hemen Peygamber Efendimiz’in (sav) en sevdiği arkadaşlarından birini defnederken “Cennete gitti.” diyen yaşlı bir kadına, “Ben peygamberim bilmiyorum sen nereden biliyorsun.” şeklindeki cevabını hatırlatalım.

Öteki tarafta -tevbe edilmezse- sormazlar mı bir “oy”la insanları Cennete gönderme hakkını kimden aldınız diye? Olan dine oluyor. Karşımızda ayetin de ifadesiyle “kemale erdirilmiş” bir İslam dini, diğer taraftan ise o dini dar görüşlerine, şahsi çıkarlarına, nifaklarına,  iktidarlarına, mal mülk edinme hırslarına, yığınları oy uğruna yalanlarına alet eden şuursuz yığınlar…

Ali Bulaç’ın da daha önce Zaman gazetesinde yazdığı bir yazıda vurguladığı gibi, bu ülkeye AKP sonrası muhafazakar bir iktidarın gelmesi artık çok zor. Zira ortada özellikle siyasal islamcılık tarafından çalmaya, rüşvete, hırsızlığa, eşkiyalığa, adam kayırmaya alet edilmiş bir din telakkisi var artık. Bunda şüphesiz ‘kahraman’ fetvacı başıların da büyük payı var. Artık bir lahza da olsa inanca yaklaşmak isteyenler dinden kaçıyor ve İslam dinini araştırmaktan soğuyor. “Bu mu sizin dininiz” deniliyor. Gelecekte bu kalenin tamiri için yine Hizmet’e büyük işler düşecek.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin