Peker anlatısı

YORUM | M. NEDİM HAZAR

“Bütün insanlar doğaları gereği bilmek isterler.

İnsan ırkı aynı zamanda zanaat ve akıl yürütmeyle yaşar.’’

Aristoteles – Poetika

Yunan edebiyatında hassaten hatipler, siyasetçiler ve yazarların, dinleyiciyi ya da okuyucuyu herhangi bir konuda ikna etmek ya da yeri geldiğinde onlara büyük heyecanlar yaşatarak çeşitli konularda kararlar almalarını sağlamak maksadıyla kullandıkları tarza deniyor retorik. En genel anlamda ise “güzel ve ikna edici konuşma sanatı” demek mümkün.

Roma döneminde iyi bir hatibin tanımı, “vir bonus, dicendi peritus” (söz söylemede usta, iyi bir adam) olarak formülize edilmiştir.

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Aristoteles, retoriğin düşüncenin ifade edilmesinde çok önemli bir yöntem olduğunu fark ettikten sonra, mantık ve diyalektikle ilgilendiği kadar bu sanatla da ilgilenmiş ve bu ilgisinde bir felsefeciden çok bir edebiyat eleştirmeni, seçkin bir dil ve üslup uzmanı gibi davranmasıyla meşhurdur. Yine büyük ustaya müracaat edecek olursak, onun için retorik, Yunan’ın genel anlayışında olduğu gibi, sırf ikna sanatı değildir: “Herhangi bir konuda ikna etmek için uygun olan araçları bulma yetisi”dir de…

İşte Sedat Peker’in “Bir tripod, bir kamera” formülüne bu bağlamdan bakabiliriz. Peker, kendi retoriğini belki bilinçli, belki de tesadüfen keşfetti ve kısa sürede inanılmaz yol aldı.

Bu yazıda Peker’in herkese adeta bir TV dizisi tadında gelen videolarını içerik açısından değil, yapısal ve biçimsel olarak değerlendireceğiz.

Öncelikle Sedat Peker’in her ne kadar çok okuyan, kafa yoran izlenimi vermek için alabildiğince alıntılarla süslediği konuşmalarıyla, bizim ele aldığımız mevzu arasında bir ilişki olmadığının altını çizelim. Peker’in bu işin okumasını yaptığını hiç zannetmiyorum. Ancak Allah vergisi bir retoriği olduğu ve gelen reaksiyonlarla kendini düzelttiği izlenimi edindiğimi söyleyebilirim.

Bu sebeple bir anlatıda çok önemli olan ve izleyici-dinleyiciyi ikna etmekte hayli önemli olan “anlatıcı” karakterine bakmak gerekiyor. Şüphesiz klasik dramada en etkin anlatıcı “Her şeyi bilen” (omniscient) anlatıcıdır. İşin ehlinin bir tür “Tanrı Göz” (God Eyes) olarak nitelendirdiği bu anlatıcı türüne sıfır odaklanıcı derler. Peker bundan hassasiyetle kaçıyor. Kendisini küçültmekten çekinmiyor hatta kriminalize ederek, “Bana da inanmayın… Mesih değilim” gibi söylemlerle belagatini güçlendirmeyi amaçlıyor.

Peker – muhtemelen – bilinçsiz olarak kendine “şahit anlatıcı” pozisyonunu seçmiş durumda. Şahit anlatıcı, her şeyi bilmez, sadece gördüklerini, işittiklerini ve anlayabildiklerini aktarır. Kimi zaman üçüncü şahıs konumuna geçip anlatısını odak kaydırması yapabiliyor. Bilgi ve görüşünün kısıtlı olduğuna seyirciyi inandırarak aslında inandırma katsayısını artırıyor. Elbette bu anlatıcı türünün en önemli özelliği dış odaklanmasının kusursuz oluşu. Yani onun yerine başkası bile aynı olaya şahit olsa aynı şeyi görmez. Görse bile aynı şekilde aktaramaz!

Bununla beraber retoriğin en temel ikna silsilesi olan zaman, Kişiler, eylemler, nesneler ve mekanlar ayrıntılarını çok dikkat ediyor. Bu etmenlerden herhangi birinin eksik olmasının izleyen/dinleyeni olumsuz etkileyeceğinin farkında.

Tekrardan kaçınma en dikkat ettiği özellik. Bazı tekrarları mizah ve anlatısını güçlendirme ya da yabancılaşma efekti olarak kullanmayı çok iyi beceriyor. “Sülü” diye bağırması bundan.

Yine bu bağırmanın bir başka özelliği daha var. Sürekli “Sülü, kaşar, düşük” tekrarlamaları hem muhatabını aşağılayarak kendini yüksek bir konuma oturtuyor hem de etiketleyerek kalıcılaşmasını sağlıyor.

Peker’in çok iyi yaptığı şeylerden biri de, muhatap sayısını stabil tutup, birer birer önce kendi minderine çekmesi, ardından oyun dışına itmesi.

Pelikan, Berat Albayrak, Özışık kardeşler, Soylu, baba oğul Ağar’lar ve nihayetinde Erdoğan…

Burada çok ilginç bir durum var.

Dramada Ters Ninja teorisi dediğimiz bir durum vardır. Bir anlatıda kötü karakterler birer birer devre dışı kalır. İlk başta en zayıf kötü ekarte edilir lakin en sona kalan en kötü, en büyük kötülüğü yapabilecek potansiyelde olan kötüdür. Peker Tayyip Erdoğan’ı finale saklayarak bunu başarmış durumda.

Yine çok iyi yaptığı şeylerden biri merak duygusunu sürekli gıdıklaması. Her bölüm bir sonraki bölümü merak ettiriyor ve beklenti içine sokuyor. Hem anlattığı konunun zenginliği ve derinliğini artırıyor hem de tekrardan kaçınıyor. Bununla beraber her videosunda bir sonraki bölümün kısaca içeriğinden bahsedip adeta fragman yapıyor.

Ele aldığı konuların büyüklüğü ve agresyonu da paralel olarak yükselirken, ara sıra kontrolü elinden kaçırsa da, muazzam bir zaman yönetimi var. Anlatacağı hikayenin yan öykülerle süsleyip hem anlatısını destekliyor, hem de izleyicinin sıkılmasına engel olmaya çabalıyor.

Ve tabi bu kadar malumatfuruşluk, “Adam boş değil yahu” hissiyatını da güçlendiriyor.

Son tahlilde, Peker kendi retoriğinin ne kadar farkında ve Allah vergisi yeteneğini ne kadar bilinçle donatıyor emin değilim ama muhataplarının da yapılacak en yanlış şeyleri birer birer yapması onun adına işleri yolunda götürüyor.

Sedat Peker anlatısında şu anda her şey yerinde. Hikayede minik sarkmalar dışında pek sorun yok… Bakalım film bitince ortaya ne tür bir anlatı çıkacak…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. “Başkalarını acılara boğmuş bir kalp, gün gelir, bu acıların altında dayanamaz, durur, atmaz olur.

    İşte o zaman yaşamak, acı çekenler için değil de acı çektiren için kurtulmak mümkün olmayan bir zindana dönüşür.

    Kalp, ancak kendisiyle yüzleşebilir, pişmanlık gözyaşlarıyla yıkanabilirse eski canlılığına kavuşur, o zindandan kurtulur.

    “Önce Kalp Ölür”, duran bir “kalbin” yeniden atma mücadelesi…”

    Roman – İlyas Amangeldi

    Birçok suç işlemiş, yanlışlar da yapmış olsa Sedat PEKER’in de BİR KALBİ VAR ve sanırım romandaki gibi kalbini yeniden kazanma gayreti içinde…

    • Sesli güldüm. Ne güzel romantizm hayalleri. Kibrit yakar gibi adam öldüren kişilerden bahsediyoruz. Zaten kendisi de kızımı ağlattınız diyor. Burada da yazılmıştı. Yelda Kahraman’a tecavüz edilmesi, millete bunca zulüm, hapislerdeki bebekler ve anneler, Uğur Mumcu’nun 20 küsur sene önce öldürülmesi değil. Asıl mesele sistem dışına atılması ve kaçmak zorunda olması. Zaten hala açıklamaları tüm sorunları vermiyor. Pazarlık yapacak kadar ucundan açıp, “anlaşalım yoksa daha fazla konuşurum” noktasında tutuyor. Gerçekten öyle bir romantik bir kimliği olsa çıkarıp masaya küt diye koyardı dosyaları ve biterdi bu olaylar.
      Zaten siz saftirikler değil misiniz, “reisimizi yanılttılar, namaz kılan dindar bir lider. İncitmeyelim, tweetlerler uyaralım” sonrasında da her darbe yediğinde “yok canım bundan daha kötüsü olmaz, kanun hak nizam var, hem bunlar dindar insanlar” deyip duran. Yahu kalkın da bir uyanın. Takır takır adam harcayan mafya babalarına hüsnü zan yapmaktan vazgeçin, kendinize gelin

  2. Sedat Peker, mafya’ya çağ atlattı. Kariyer yaptırdı. Kol kırılır, yen içinde kalır. Düsturunu yerle yeksan etti. Dünya mafyasına yeni yol haritası çizdi. Derin ilişkilerin ifşa edilebilmesi cesaretini verdi. Derinlerin korkulu rüyası oldu. Ya bizim mafya lideri de konuşursa halimiz nice olur diyenlere şimdiden hafakanlar bastı. Bu sürecin kahramanları yargı mensupları olması gerekirken, kahramanlık da sana nasip oldu. İmtihan dünyası kimine kaymak, kimine dayak yediriyor.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin