Payitaht Tayyip!

HABER-YORUM | NACİ KARADAĞ

Elbette tarihçiler çok daha iyi bilir ancak devletlerin de insanlar gibi, doğup büyüdüğü, yükseldikten bir süre sonra çöküp öldüğü de biz sıradan insanların da kolayca idrak edebileceği bir gerçek.

Genelde büyük imparatorluklara, özelde Osmanlı Devleti’ne baktığımızda yükseliş ve çöküşün temel dinamiklerini kolaylıkla görebilmek mümkün.

Bu dinamikleri bugünkü iktidar devlet eliyle çektiği dizilerde ne kadar gizlemeye çabalarsa çabalasın ele aldığımızda ortaya çok enteresan bir tablo çıkıyor.

AKP iktidarı, kendine model olarak Osmanlı’nın kuruluş ya da yükseliş dönemini değil, çöküş dönemini esas almaktadır.

Lüks, şatafat, yalan, rüşvet gibi Osmanlı’yı adeta bir tahtakurusu gibi kemirip çürüten ne kadar maraz varsa, günümüz Türkiye’sinde hepsi mevcut maalesef.

İsterseniz Osmanlı’nın kuruluş ve yükselme dönemindeki temel motivasyonlara bir bakalım:

Adalet anlayışı. Söylenebilir ki, Osmanlı henüz büyük bir devlet olmadan bile Kayı Aşireti adaletin timsali bir topluluktu. Sadece kendi içinde değil, çevresindeki toplulukların da sıkıntıları ve çatışmaları durumunda adeta bir hakem ve hakim konumunda olurlardı.

Dolayısıyla Devlet-i Aliye’nin en temel kuruluş dinamiği adalet anlayışıydı.

Siz, insanlara bu anlayışı verir ve kim olursa olsun mutlak adalete azami riayet hissini güçlendirdiğiniz an ikinci temel dinamik olan “ulu-l emre itaat” anlayışı kendiliğinden devreye girip, işliyor.

Bunlara ilave olarak “insanı yaşat ki devlet yaşasın” temel mottosunu da devlet işleyişinde temel kurala dönüştürürseniz muhteşem yüzyıllar yaşıyorsunuz.

Aynı dönemde Avrupa çok güçlü şekilde, kendisine temel dinamik olarak Hürriyet (özgürlük), Musavat (eşitlik), İstihsal (üretim) kelimelerini seçse de bu temel dinamiklerin Adalet, Uhuvvet ve Feragat karşısında bir üst noktaya çıkma şansı pek yoktu. Öyle de oldu zaten.

Şair, “dağı tanıyan nasıl tanımaz uçurumu” diyor.

Dolayısıyla her yükselişin bir de düşüşü oluyor.

Düşüşün kader planında başka hikmet ve sebepleri olabilir ancak işin görünür planda temel unsurları da bellidir. Devletin üzerinde yükseldiği kavramların önce içinin boşaltılması, ardından başka ve daha kötü kavramların tercih edilişi.

Şimdi bir de çöküşün temel dinamiklerine bir göz atalım:

Geciken adalet ve bir süre sonra adaletten umudu kesiş.

Gelir adaletsizliği.

Eşitsizlik.

Lüks ve şatafat…

İçi boş imaj…

İnsanın yerine devletin öncelenmesi.

Ulufe ve müsaderenin etkin hale gelmesi.

Ulema ve eğitim sisteminin ifsad olması.

Bu iç dinamiklere bir de dış etkenler eklenince çöküşün kaçınılmaz oluşu.

Günümüz iktidarının kendisine model olarak kuruluş ve yükseliş dönemini değil çöküş dönemini alması bugünkü Türkiye’nin modern terminolojide kırılgan yapı falan filan gibi kavramlarla ifade edilse de aynı akıbetin kaçınılmaz olduğunu göstermektedir.

Dolayısıyla çöküş sürecinin figürlerinin de bu dönemde ortaya çıkması tesadüf olmasa gerek.

İşte bunlardan biridir Nilhan Osmanoğlu.

Üzerine oturduğu tarihsel bir hazineyi ucuz çıkarları için kullanma, bunun için yalanı mübah görme ve sadece imaj üzerine itibar inşa etme çabaları.

İsterseniz kendini “yaşayan 16 sultandan biri” olarak tanımlayan Nilhan Osmanoğlu’nun ticaret sitesi olan “sultandan.com”a girerek ne demeye çalıştığımızı daha iyi anlayabilirsiniz.

Kof bir geçmişle övünme üzerine oturtulan işportacı mantığıyla yürütülmeye çabalanan kervan.

Diriliş Ertuğrul ve Payitaht gibi dizilerle abartılı bir mazi kurarak üzerinde oturmaya çabalayan iktidarın ete kemiğe bürünmüş hali gibi Nilhan Osmanoğlu.

Armalı kılıçlar, sedef kakmalı tablolar, alengirli isimlerle piyasaya sürülen kokularla yaşatılmaya çalışılan bir tarih…

Bu amaçla abartı, iftira, yalancı bir geçmiş kurgulama dahil her şey mübah bu güruh için.

Rol model olarak alınan figür Topkapı değil Dolmabahçe olunca gösteri ve şatafatın esas kavramları önemsizleştireceğini düşünüyorlar sanırım.

Bilmem kaç odalı sarayın artık zerresi kalmayan adaleti unutturacağını düşünüyorlar bu sebeple.

Tıptı temel dinamikler kadar mekanlara bakılarak da tarihsel okuma yapmak mümkün.

Şöyle ki;

Topkapı ve Dolmabahçe Sarayı.

Topkapı Sarayı Osmanlı Devletinin 6 asırlık tarihinin 400 senesinde, devletin idare merkezi ve Sultan’ın resmi ikametgâhı işlevi gördü. Fatih Sultan Mehmet tarafından 1478’de yaptırılan Topkapı Sarayı Osmanlı’nın “kendi” medeniyet algısıyla yaptırdığı ve kullandığı bir saraydı.

Abdülmecit döneminde bu mekan terkedildi. 5 milyon altına inşa edildiği söylenen, ki Osmanlı ekonomik olarak çöktü çökecek bir durumdaydı, Dolmabahçe Sarayı’na geçildi. Büyük bir kompleks ve devlet olmanın anlamı ıskalanarak yapılabilirdi böyle bir çılgınlık. Dolmabahçe ile Osmanlının genel tavrı ve dinamikleri de terkedilmişti. Artık Batı mimarisiyle, Batı’dan alınan borçla, Batı’lıya benzemek için yapılan bir saray vardı, Batı dili konuşan, Batılı gibi giyinen bir sultan ikamet ediyordu.

Nilhan Hanımın dedeleri böylesi bir sürecin kahramanlarıydı.

Açıkçası yönetim modeli ile “Küffarın” da ümidi iken “Frenkten” veya “”kefereden” medet ummaya kadar düşen Osmanlı’nın hüznünün ta kendisiydi bu saray. İçinde yaşanan trajediler ise başlı başına bir kitap konusudur.

Gerileyen eğitim, düşen vergi tahsilatı, yükselen rüşvet sistemi, değer kaybeden para, yükselen iç ve dış borç, artık kapatılması mümkün olmayan koca karadelikler olarak bu saraydan tüm coğrafyaya yayıldı.

Sadelikten gösterişe, iktisattan israfa, tevazudan caka satmaya büyük savruluş…

Ve kaçınılmaz netice; çöküş…

Dolmabahçe büyük bir imparatorluğun yönetim merkezi değil, adeta büyük bir medeniyetin morgu gibiydi.

Payitaht gibi diziler daha ne kadar sürer bilemiyorum ama çöküşün uzun sürmeyeceğinden eminim.

Payitaht Tayyip’i kim hangi şartlarda çeker bilemiyorum.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin