Özgürlükçü ilericilik ve sol

YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

Sol çok kapsayıcı ve bir o kadar da kafa karıştırıcı bir politik kategoridir. Her ne kadar modern sol Marksizm’den kendisini tümüyle soyutlamıyorsa da, günümüzde solun birçok tonu politik yapıları ve toplumları etkilemekte.

Solun temelde ideolojik merkezini oluşturan temel varsayımlar şunlardır: 1) İnsan doğası gereği sosyal bir varlıktır. 2) Kapitalist sistem insanların işbirliği ve toplum merkezli doğasıyla çelişki içindedir. 3) Kapitalist sistem, döngüsü içerisinde sosyal eşitsizlikleri üretir ve yeniden üretir. Sol bu yapının patolojik olduğuna inanır. Tüm insanların birbirleriyle aynı ya da birbirlerine çok yakın ekonomik ve sosyal olanaklara sahip olmaları için çalışır.

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Sol düşünce, geleneksel, dini ahlak ve hukuk kurallarına yerine evrensel ve rasyonel aklın ürünü olan insan haklarını merkezine alır. Bu her zaman dini etik değerlerin veya hukuk kurallarının reddi anlamına gelmez. Fakat eşitsizlik ve adaletsizlik ürettiği düşünülen dinsel ahlak veya hukuk normları karşısında, aydınlanmacı, eşitlikçi değerleri savunur. Sol, geleneklerin işlevsizleştiği noktada yenilikçidir. Buna aydınlanmacı ilericilik de denebilir. Sağ, var olan gelenekleri – ve sosyal norm ve kurumların – devamından yanadır. Örf ve din gibi geleneksel hukuk ve toplumsal yapı kaynaklarını benimser. Yani sol ile taban tabana zıt bir dünya görüşünü savunur. Sağın savunduğu her zaman var olan politik sistemin korunması değildir. Solun da savunduğu, her koşulda var olan sosyo-politik yapının değişmesi değildir. Değişim veya muhafaza bazlı yaklaşımlar, mevcut, var olan sosyo-ekonomik koşullara göre değişim gösterir.

Sol ve liberalizm aydınlanmanın ve modernitenin ürünüdür. Liberalizmin politik özgürlükçü yanı (libertarianism) ile ekonomik liberalizmi (laissez faire ekonomik yaklaşımı ya da piyasa fetişizmi) arasında ayrım yapmak gerekiyor. Özgürlükçü politik liberalizm, merkeze yakın soldur. Mesela Batı demokratik sosyalizmi ve sosyal demokrasisi ile üzerlerinde anlaştıkları birçok ortak nokta bulunmaktadır. Örneğin temel birey hak ve özgürlükleri veya hukuk devleti gibi bağlamlarda, Avrupa solu tümüyle özgürlükçü politik liberal değerleri benimsemiştir. Fakat bu, Marksist/Leninist devrimci sol için söylenemez.

Genel olarak Ekim 1917 Devrimi sonrası, Sovyet tipi Leninist devlet pratiği, dünya solunda ciddi kırılmalara yol açtı. Bu kırılmanın ana hattı, devrimci sol ve özgürlükçü sol arasındadır. En yalın ve biraz fazla basitleştirici bir ifadeyle devrimci sol, proletaryanın (işçi sınıfının) devrimini ve sonrasında onun egemenliğindeki bir diktatörlüğü savunur. Devrimci sol totaliterdir ve başka siyasal düşüncelere ve ideolojilere yaşam hakkı tanımaz. Bu yaklaşıma göre, sınıf farklılıklarının ortadan kaldırılması için mutlaka diğer sınıfların – başta burjuvazinin – gücünün kırılması gerekmektedir.

Diğer tarafta, sosyal değişimin devrimle değil, daha evrimsel bir süreç içerisinde, diğer görüşlerle uzlaşma arayarak gerçekleşmesi gerektiğini düşünen özgürlükçü sol, özellikle ortaya çıktığı Batı Avrupa’da sosyal demokrasiye ve demokratik sosyalizme evrilmiştir. Bu sol gelenek, çoğulcu toplumu reddetmez ve liberal demokrasi içinde, çok partili ve kozmopolit bir toplumsal rekabet dâhilinde mücadele vermek gerektiğini inanır. Her iki sol düşüncenin de özü, toplumda ekonomik eşitliği sağlamaktır. Devrimci Marksist/Leninist sol bunu bir devrimle ve işçi sınıfının egemenliğine dayanan totaliter bir devletle gerçekleştirmeyi hedefler. Özgürlükçü sol ise, demokratik yöntemlerle iktidara gelerek ve diğer toplum kesimleriyle ve siyasi gruplarla uzlaşarak, daha yavaş bir şekilde toplumsal eşitliği sağlama stratejisini izler.

Frankfurt Okulu ya da Eleştirel Düşünce olarak adlandırılan sosyal bilimler kuramı ve bu teoriyi geliştiren kuramcılar ve bilim insanları, Max Horkheimer, Herbert Marcuse, Theodor Adorno ve diğerleri, sol düşüncenin Marksizm’den ayrı bir kulvarda, ortodoks devrimci proletarya diktatörlüğünü reddeder, insanın özgürleşmesini ve ilerlemesini savunur. Aydınlanma (Al: Aufklärung) ve değerleri, hem liberal hem de Avrupa solu düşüncesinin temelidir. Bu değerlerin en başta gelenlerinden biri, bireyin özgürleştirilmesi (Al: Emanzipation) idealidir. Eleştirel Düşünce’ye göre bu, ilericilikten anlaşılması gereken şeydir. Diğer bir ifadeyle, ilericilik, bireyin özgürleştirilmesinden başka bir şey değildir. Özgürleştirme eylemi, geleneksel yapıların (din, faşist devlet, otoriterlik, ataerkil aile, vahşi kapitalizm vs.) deşifre edilmesine ve işlevsizleştirilmesine dayanır. Çünkü bu yapılar bireyin ve toplumun özgürlüğüne engel olmaktadır. Otoriter karakterle mücadelede en can alıcı nokta, özgürleştirme, zincirlerin kırılması, köleleştirilen – ve çoğunlukla bunun farkında dahi olmayan – insanın özüne döndürülmesidir.

Frankfurt Okulu kuramcılarının Yahudi kökenli olmaları nedeniyle 1930’ların Nazi Almanya’sında takibat altına alınması ve bunun sonucunda ülkelerini terk etmek zorunda kalarak ABD’ye kaçmaları, otoriter karaktere – hem sosyolojik kontekstlerde, hem de politik ve devlete ilişkin bağlamlarda – neden karşı olduklarını anlamamız konusunda ipuçları verebilir. Bu nedenle, Eleştirel Düşünce, Marksiyan köklere sahip olmakla beraber, totaliter kuramsal yapısı ve pratiği bakımından devrimci ve Leninist-Sovyet tezahürüne karşı net bir pozisyon almıştır. Temel hak ve özgürlükleri benimsemiş olmasından dolayı, dinin özgürlüğe engel olduğuna inanmasına karşın, dini özgürlükleri savunmuştur. Bu noktada Avrupa solunda ortaya çıkan birçok uygulamayla da paralellik gösterir.

Özgürlükçü politik liberalizm bireyin hak ve özgürlüklerinin geliştirilmesi ve ceberut merkezi devletin gücünün sınırlandırılarak onun ehlileştirilmesi noktasında ne kadar önemli bir katkı sağladıysa, sol da bu liberalizmin ekonomik teorisinin – kendi kendine işleyen ve denge kurabilen piyasa varsayımı – yeniden ele alınması ve daha kurallı bir piyasa ekonomisinin ortaya çıkması konusunda çok ciddi katkı sunmuştur. Böylece, Marksizm getirdiği kapitalizm eleştirisiyle piyasa ekonomisinin kendisine çeki düzen vermesine neden olmuştur. Örneğin çalışan insanların uzun çalışma saatleri, tehlikeli çalışma koşulları, hastalığa ve sakatlığa karşı koruma önlemlerinin olmaması gibi kronik sorunlar büyük ölçüde aşılmıştır. İş güvencesi, işsizlik ödeneği, emeklilik, sağlık güvencesi, ücretsiz temel eğitim gibi reformlar bu eleştiriler sonrasında hayata geçirilmiştir. Frankfurt Okulu kavramlarıyla ifade edecek olursak, bu insanın emek-üretim temelli varlığını büyük oranda özgürleştirmiştir. Aynı şekilde, cinsiyetler arası eşitlik, ırkçılık ve dini ayrımcılık gibi habis olgular, gücü sınırlandırılmış ve seküler devlet sayesinde büyük oranda geriletilmiştir.

Özgürlükçü ilericilik, Ortadoğu’da bir türlü kök salamadı. Türkiye, bir Ortadoğu ülkesi olarak, solun otoriter tüm özelliklerini benimseyen politik akımlarla doludur. Özellikle yukarıdan aşağıya otoriteryan yaklaşımlar, Türkiye solunun ana nüvesini oluşturuyor. Bir kolda Kemalo-faşizm, diğer kolda ise Sovyet tipi Leninist-Stalinist damar, Türkiye solunun ana nüvesidir. CHP, tabanı gereği birincisinin yoğun olduğu, ikincisinin ise daha marjinal kaldığı bir yapıdır. Özgürlükçü liberal değerlerin benimsenmediği bu yapılar, özgürlük üretmiyor. Tüm yaptıkları elbette yanlış değil. Fakat yukarıdan aşağıya doğru, sosyal mühendislik yoluyla yürütülen modernleşme stratejileri, tıpkı Sovyet coğrafyasında veya diğer baskıcı rejimlerin ardılı toplumlarda olduğu gibi, başarısız oluyor.

Türk solunun en fazla gelecek vaat eden projesi olabilecek seküler devlet ve toplum bile, başarısız oldu. Türk solunun liberal demokrasiyi (Batılı, ileri demokrasileri) gerek Kemalist damardan, gerekse de Marksist damardan reddetmesi, Türk devletinin özgürlüklerin karşısındaki en büyük canavar olmasına yol açtı. Tıpkı Sovyet solu gibi, Türk solu da özgürlük karşıtı, devletçi, insan haklarıyla bağ kuramayan bir ideoloji ola geldi. En tipik örneklerden biri, Kürtlerin özgürlük taleplerine karşı Türk solunun geliştirdiği asimilasyoncu, etnik milliyetçi politikalardır. Özgürlükçülükten koptuğu oranda, evrensel sol da, Türkiye solu da ilerici değildir. Ve bu zihniyetle, özgürlükçü Avrupa solu arasında ciddi bir uçurum vardır.

Yukarıdaki yazıyı yazmaya, Twitter üzerinden Türk sağını eleştirerek “Sağcılardan neden dik duran, sağlam duran, ilkeli, adil insan kolay kolay çıkmıyor? Niye hep topaç, fırıldak, yanardöner tipler hâkim bu mahalleye?” paylaşımını yaptıktan sonra karar verdim. Kendisini solda gören biri olarak, sağı eleştirdiğim sürece solu da eleştirmeyi görev kabul ettiğimden, bu yazıyı yazdım. Bu bir başlangıç! Solu ve sağı Türkiye özelinde analiz etmeye devam etmeliyiz. Bu fırsatla, özgürlükçü-ilerici duruşuyla Türkiye solunun evrensel değerlere yaklaşmasına katkıda bulunan Ahmet Altan’a ve Selahattin Demirtaş’a selam ve saygılarımı gönderiyorum.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin