Neredeydiniz?

YORUM | NEVİN ERDEM

Suçların adi suçlar ve siyasi suçlar diye ikiye ayrılması gibi, mağduriyetler de adi mağduriyetler ve siyasi mağduriyetler şeklinde ikiye ayrılabilir.

Bu yazıda sözü edilen mağduriyetler, sebepleri ve sonuçları çok farklı olan siyasi mağduriyetler.

Hepimiz adeta bir siyasi mağduriyetler coğrafyasında yaşıyoruz.

Mağduriyetin biri bitiyor, biri başlıyor; ya da biri daha bitmeden diğeri başlıyor.

Coğrafya kader midir, tartışılabilir. Ama şurası kesin ki, Türkiye’de yaşıyorsanız bir gün siyasi mağdur olma potansiyeliniz oldukça yüksek.

“Ben etliye, sütlüye karışmam” diyerek kimse kendine güvenmesin. Kaçış çok zor.

Mağduriyetle bazıları çocukluğunda, bazıları gençliğinde, bazıları emeklilik hayalleri kurarken hatta emekliliğinin tadını çıkardığını düşündüğünde karşılaşabilir.

Son nefesinizi vermeden, büyük bir mağduriyet yaşamayacağınızın garantisi yok.

Herkes için bu kadar açık ve yakın olan bu tehlike, bazılarının gündemine hiç girmez, bazılarınınkine ise mağduriyet artık tehlike olmaktan çıkıp zarara dönüştükten sonra girer.

Bazıları gündelik yaşamın yoğun telaşından görememiştir mağduriyetleri; bazıları görmüştür ama mağduriyeti engellemeye gücünün yetmeyeceğini düşünerek kayıtsız kalmıştır; bazıları görmüştür ama “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” mantığıyla sessiz kalmıştır; bazıları sadece kendisi gibi düşünenlerin mağduriyetlerini mağduriyet olarak kabul etmiştir…

Siyasi mağduriyetlerin temel kaynağı, tek derdi kendi iktidarını muhafaza etmek olan hukuksuz iktidarlardır. İktidarın mağduriyet üretirken en önemli silahı, kitleleri mağduriyetlere duyarsızlaştırmaktır. Bunu ne kadar yaygın ve etkin kullanabilirse mevcut mağduriyetleri o kadar sürdürebilir, yeni mağdurlar yaratabilir.

Mağduriyetleri sona erdirmenin yolu, iktidarı hukuk çizgisine getirmektir.

İktidarı hukuk çizgisine getirmek için, hukukun üstünlüğüne inanan insanların birleşmesi, hep birlikte mücadele etmesi gerekir.

Birlikte mücadelenin ortak paydası, temel hak ve özgürlüklerdir.

Uluslararası sözleşmelerle sınırları çizilerek güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklere, her birey insan olması nedeniyle doğuştan sahiptir. Kimsenin paşa dedesinden veya zengin ailesinden gelen bir hak ve özgürlüğü yoktur. Kimse kimseden daha fazla insan değildir; dolayısıyla kimse kimseden daha fazla veya az hak ve özgürlüğe sahip olamaz. 

Bu temel haklar kapsamında kimseye ırkı, inancı, cinsel kimliği, dünya görüşü gibi nedenlerle ayrım yapılamaz.

Temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması bir iktidarın en temel görevidir. Bu görevin eksiksiz yerine getirilmesini iktidardan talep etme de, her bireyin en temel hakkıdır.

Ortak paydası bu şekilde belirlenen mağduriyetlerin giderilmesine yönelik mücadelede, mücadele verenlerin bir araya gelememeleri ciddi bir zafiyet ve iktidarın başarısıdır.

Bu kapsamda, mağduriyet potasına daha önce giren ya da bir şekilde mağduriyet mücadelesine daha erken başlayan birisinin, daha sonradan mücadeleye katılan birisine, son zamanlarda çok favori olan, “Neredeydiniz?” sorusunu sorması oldukça sevimsiz.

Bu soruyu soran kişi nasıl bir cevap bekliyor?

Kendisine aynı soru yöneltildiğinde cevap vermeye hazır mı?

Gezi’de neredeydiniz? 28 Şubat’ta, 12 Eylül’de, 12 Mart’ta, 27 Mayıs’ta, 6-7 Eylül’de, 1915’te ve daha nice tarihlerde neredeydiniz?

Bizde tarih çok!

İnsan haklarını bir türlü kurumsallaştıramamış, iktidarı ele geçirenlerin sürekli bir kesimin hak ve özgürlüklerini ihlal ettiği, politik nedenlerle bir kesimin sürekli mağdur edildiği bir ülkenin insanlarıyız biz.

“Neredeydiniz?” sorusuyla, moral bozucu, enerjiyi boşa tüketen bir sarmalın içinde ilk insana kadar gidebilecek, sonuç vermekten uzak, mevcut sorunların çözümüne katkısı olmayacak bir yolculuk başlıyor!

“Neredeydiniz?” sorusu, yeni mağdur olarak mücadeleye giren kişinin mağduriyetini küçümseyici bir anlamı da içinde barındırıyor.

Bir diğer yandan, “Neredeydiniz?” sorusunu soranın hak ve özgürlük mücadelesindeki samimiyeti de ayrı bir konu. Temel hak ve özgürlükler, herkesin insan olması nedeniyle sahip olduğu, hakları ihlal edilenin durumuna bakılmaksızın korunması ve savunulması gereken değerler olduğuna göre, neyin hesabını soruyorsunuz? Alacağınız cevaba göre mi muhatabınızın hak ve özgürlüklerini savunacaksınız?

Hepimiz büyük sancılar çekiyoruz. Ülkemizin bu kötü gidişatı hepimizi olumsuz bir şekilde etkiliyor. Yargı her geçen gün daha bağımlı hale geliyor, dediğimiz günleri dahi arar olduk.

İnsanlar arasında ekilen nefret tohumları, her geçen gün biraz daha dallanıp budaklanmakta. Farklı kesimlerden insanların bir araya gelerek sağlıklı bir iletişim kurmalarının yolları kapatılmakta.

Büyük bedeller ödedik ve ödemeye devam ediyoruz. YARSAV Başkanı Murat Arslan’ın, “Bedel ödeme sırası bize geldi,” dediği tarihten bu yana tam 4,5 yıl geçmiş. Arslan, o günden bu yana tek kişilik bir hücrede yargı bağımsızlığı için verdiği mücadelenin bedelini ödüyor.

Bu bedellerin ödenmesinin ve sancıların çekilmesinin bir anlamı olmalı tüm mağdur edilenler için. Dün, geride kaldı. Bundan sonrası için ne yapılabileceğine odaklanmak zorundayız.

Mağduriyetlerin acı tecrübeleriyle, “Neredeydiniz?” sorusunu sormak yerine öncelikle bir “geçmiş olsun” diyelim. Hukukun üstünlüğünün esas alındığı, faşist zihniyetin çöpe atıldığı, insan haklarının tam olarak güvenceye bağlandığı Türkiye paydasında, ortak bir ahlakı beraber inşa edelim.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin