Bize bir destan yazsana

YORUM | ALPER ENDER FIRAT 

Solcuların, Kemalistlerin, Beyaz Türklerin nesilden nesile, överek anlatacağı yeni bir destanları daha oldu. “Biz Gezi’de nasıl direnmiştik” efsanesinin yanına bir de Boğaziçi destanını eklediler. Çocuklarına, torunlarına anlatacakları taptaze bir efsaneleri daha var artık.

Gezi eylemlerine kadar da 68 kuşağı destanlarını dinliyorduk. Üniversite yılları bir şekilde 1968 yılına denk gelenler hayatları boyunca onu satmışlardı, biz de almıştık. Biz 68 kuşağı diye başlayan nice nutuklar irat etmişler, konuşmuş da konuşmuşlar, biz de dinlemiştik. O esnada gerçekte neler yaptığını, eylemler olurken nerede bulunduğu bilmeden, kurulu düzene fiilen itiraz edip etmediğini sorgulamadan ağzımız açık hayranlık beslemiştik. 1968 yıllarında bırakın eylem yapmayı üniversitenin önünden geçmiş olanlar bile onun kaymağını yemişler yemişler yemişlerdi.

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

68 kuşağı efsaneleri artık baymaya başladığı bir zamanda gezi olayları patlak verdi. Madem Gezi olaylarına katılmışlardı elbette Gezi olayları efsaneye dönüşmeliydi. Çünkü kendileri çok önemli oldukları için yaptıkları her şey de çok ama çok önemliydi. Biz Gezi’de direnirken diye başlayan, onu kutsayan, onu efsaneleştiren sözleri dinledik geride kalan sekiz yılda.

Gerçi, Gezi eylemlerinde bulunmak hala iktidar husumeti çektiği için kamuoyuna yansıması bakımından yeterli cesarette övünememişlerdi ama olsun efsane efsaneydi. Gezide direnişin, başkaldırının, kadife devrimin kitabını yeniden yazmışlardı. O bir devrimin ulaşabileceği son noktaydı.

Doğrusu Gezi eylemleri ülkedeki bütün muhaliflerin bir araya geldiği kreatif bir karşı çıkıştı ama bu eylemi solcular ve Beyaz Türkler öylesine sahiplendiler ki onlardan başka kimse eylemlere bir aidiyet duymaya cesaret edemedi.

Kendi yaptıklarından başka hiçbir şeyi kayda değer bulmayan, kendi hayatı dışında kimsenin hayatını değerli görmeyen Türkiye’nin bencil ve narsist endişeli modernleri, iktidarın diş göstermesi nedeniyle Gezi eylemlerini yeterince örneğin 68 kuşağı efsanesi gibi ranta dönüştüremedi.

Gezi olaylarının giderek kendileri için riske dönüşmesi nedeniyle eylemleri sonlandırma ve köşelerine çekilme gereği hissetmiş, etliye sütlüye karışmamayı kendi çıkarlarına daha uygun bulmuşlardı. O tarihten sonra ülkede olan her şeyi çekirdek çitleyerek (pardon cafe lattelerini içerek) izlemeye başladılar, ‘birbirlerini yiyorlar’ diyerek keyiflendiler.

Bu süreçte bilindiği gibi yüzbinlerce insanın mallarına, şirketlerine, okullarına, üniversitelerine, hürriyetlerine el koydular; çocuklarını Ege’de, Meriç’de boğdular, tedavi ettirmeyerek katlettiler ama bunların hiçbirisi kendileriyle ilgili olmadığı için tek bir ‘gık’ bile demediler. Hatta yıllardır hapiste olanlar, kısa süre alınıp bırakılan ‘mavi tık’lı solcu Taylan Kulaçoğlu gibi adamlara kendilerini beğendiremediler. ‘Tıklı solcu’ direndiği için kendini çok beğeniyor, diğerleri direnmiyor içeride bile el pençe duruyorlar diye küçümsüyordu. Bu direndiği için devlet korkmuş ve hemen Taylan’ı bırakıvermişti.

Her neyse bugün konjonktür değişti, dünyada arkası olmayan mazluma, hunharca zulmeden iktidar bir hayli mevzi kaybetti, ABD’nin yeni yönetimi Türkiye’nin despot yönetimine sesini yükseltir oldu.. Gezi’den beri ülkede olan hiçbir şeye tepki vermeyen Solcular ve beyaz Türkler değişen konjonktürle birlikte, Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atamasını bahane ederek hareketlendiler. Efendim rektör nasıl olur da bizim okuldan mezun olmuş birisi olmaz diye ayaklandılar.

Benim gönlüm elbette kendi çaplarında yanlış buldukları bir eyleme itiraz eden öğrencilerin yanında. Ama o öğrencilerin üzerinden direniş destanı yazmaya kalkanları da komik bulmuyor değilim.

Aniden ülkede hukuksuzluk olduğunun farkına varanlar, gözaltına alınmaları eşik aşılması olarak görmeye başladılar. Fildişi kulesinden inip bizim gibi normal insanların yaşadığı dünyanın gerçeklerinin bir kısmıyla yüzgöz oldular.

Vay efendim bir gün değil, iki gün değil, üç gün değil tam 1 aydır zulüm varmış. Bilmem kaç gündür sadece yürüdükleri ve durdukları için 8 arkadaşları tutuklanmış. Ülkede bundan başka bir şeyin konuşulmaması gerekirmiş. Vay efendim nasıl  da ev hapsine maruz kalmışlar. Yok 28 Şubat’ta askerler susun demişler dinciler susmuş ama Boğaziçi Üniversitesinin öğretim üyeleri susun denmesine rağmen susmamışlar. Vay efendim toplantı ve gösteri yasağına uymayanların tutuklu yargılanması çok büyük bir eşiğin aşılması anlamına gelirmiş de buna ses çıkarılmazsa yarın çok geç olurmuş.

Bakalım gelişen dünya konjonktürüne göre Boğaziçi eylemlerinde fotoğraf vermek moda haline gelebilir. Despotizme karşı nasıl da mücadele verdik diye gelecekte kullanabilmek için…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Sayın Fırat, yazdıklarınızda haklısınız ama vakit “aklınız yeni mi başınıza geldi” deme vakti değil bence.Vakit, zülme uğramış ve şimdi uğrayanlarla beraber zalime karşı tepki gösterme zamanıdır. Zamanında yanımızda değildiniz mantığıyla bakarsak bu zulüm kısır döngüsü sürer gider.
    Şimdilik yaralarımıza tuz basıp, hesap sormayı biraz erteleyip, mevcut direnişi toplumun her kesimine yaymak yaymak lazım bana kalırsa. Zalimlere hesap sorma günü geldiğinde, işte o zaman yazınızdaki tüm serzenişlerinizi,suskun kalanlara haykırabilirsiniz.

  2. Bence serzeniş yapacak bir durum yok. Serzeniş yapabileceğin kimse yok. Serzenişte bulunacağın insanlar Kemalist veya solcu aydınlar. Onlardan neredeyse bir tane bile aydın yok ki cemaatçi diye atılan, işkence gören insanlara destek versinler.

    Bu cemaatin son 10 yılda herşeyi batırdığının göstergesi. En büyük tehdit Kemalistler iken, Diktatör Reisle anlaşmaya yanaşmadı. Bence biat etmeliydi. Gerekirse zaman gazetesini kültür ve eğitim gazetesine çevirip siyasetten uzaklaşmalı ve meydanı Reise tam itaatle bırakmalıydı.

    Bu Kemalist ya da farklı renkteki solcuların ülkeye en büyük vaadi, fetöyle daha iyi mücadele etme vaadi. Yani daha fazla işkence, daha uzun hapis cezaları vs. 6-3 verilen cezaları çok az buluyorlar. Cezasını çekip çıkanlardan oldukla endişeliler. Zaman çabuk geçiyor ne de olsa.

    Cemaat, Reisin pisliklerine halkın, muhalefetin desteğine güvenerek karşı çıktı. Ama yanlış ata oynadı. Şimdi ne Türkiye’de kendi adamları hariç savunan kişi var, ne de Dünya’da. Avrupa’dan yazanlar çizenler, orada rahat durmalarını, Türkiye’de insanların işkence görmesine borçlu. Yoksa tek tek kapılar kapanır, iade edilirlerdi.

    Enseyi karartmayın ama gerçekçi de olmak lazım. Bundan sonraki plan hayatın ne kadarının dışarıda özgür geçirileceği ile ilgili olmalıdır.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin