“Nefret Radyosu” RTLM ve Ruanda Soykırımı – 2

YORUM | İSA YILMAZ (Ruanda’da Eğitimci)

Yazımızın ilk kısmında, Ruanda Soykırımının tarihçesine ve “Nefret Radyosu” olarak anılan RTLM’ye temas etmiştik. İkinci kısımda, RTLM radyosunda nefret söylemi ile halkı kışkırtan yayıncıların akıbetlerini ve son olarak da çok kısaca “nefret suçu”na karşı atılabilecek adımları ele alacağız.

RTLM’nin kurucusu ve Ruanda Soykırımının finansörü olmakla suçlanan milyoner Félicien Kabuga: 1970’lerde çay ticaretinden elde ettiği büyük serveti ile Hutu ölüm mangalarını silahlandırmak için kullanılan palaları Çin’den ihraç ederek tedarik ettiği iddia edildi. Kabuga, soykırımdan sonra 26 yıl boyunca saklandı, kaçak olarak yaşadı. Haziran 2002’de ABD Dışişleri Bakanlığı, Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICTR) tarafından Suçlanan Kaçakların Yakalanması Kampanyasını duyurdu. Kampanya, Kabuga’nın yakalanması için 5 milyon ABD dolarına kadar ödül teklif ederek başladı.  Kabuga nihayet 26 yıl sonra 2020 yılında 86 yaşında tutuklandı. Fransız polisi onun izini Paris’te sahte kimlikle yaşadığı bir dairede buldu. 90 yaşındaki Kabuga, Lahey’de yargılanacaktı, ancak avukatları onun demans hastası olduğunu ve mahkemeye çıkacak durumda olmadığını iddia ettiler. Mahkeme, Kabuga’nın sağlık durumu değerlendirilirken, Mart 2023’te duruşmaya ara verilmesini kabul etti ve süreç hala devam ediyor.

RTLM yayınlarında, Ruanda Yurtsever Cephesi (RPF) sempatizanlarının isimlerini ve araç plakalarını vererek Tutsilere karşı şiddeti kışkırtan Habimana Kantano: Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ne (o zamanki adıyla Zaire’ye) kaçtı, 2002’deki Birleşmiş Milletler duruşmaları öncesinde mahkemeye çıkarılamadan orada AIDS’ten öldü.

Kurşun kullanmak yerine “düşmanı” palalarla parçalara ayırmayı açıkça teşvik eden sunucu Valérie Bemeriki: Ruanda Soykırım Yasası (1996) uyarınca  “planlayıcı, organizatör, azmettirici, denetleyici ve lider” olarak tanımlanan Bemeriki, Temmuz 1994’te Kigali’den Zaire’ye kaçtı ve 13 Haziran 1999’da bugünkü Ruanda-Kongo sınır bölgesinde yakalandı. Soykırım planlamak, şiddeti teşvik etmek ve çeşitli cinayetlerde suç ortaklığı yapmaktan suçlu bulundu. 2009 yılında ömür boyu hapse mahkum edildi. Bemeriki soykırımdaki rolünü kabul etti ancak “aslında sadece işvereninin baskısı altında hareket ettiğini” iddia etti ve af diledi. Bugün başkent Kigali’deki Gikondo cezaevinde hala hapis yatmaktadır.

Siyasetçi kimliği ile de tanınan ve ilk kısımda bahsedilen uçak düşürme hadisesi sonrası kurulan geçici hükümette görev dahi alan Froduald Karamira: Soykırımın bitmesiyle kayıplara karışan Karamira, Haziran 1996’da Mumbai’de Hintli yetkililer tarafından yakalandı ve Ruanda’ya tartışmalı bir şekilde iade edilecekken, Addis Ababa havaalanında görevlilerin elinden kaçmayı başardı, ancak birkaç gün sonra yeniden yakalandı. Bu defa Etiyopya yetkilileri onu Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICTR) savcısının talebinin aksine, uluslararası hukuka da aykırı olarak, savcılığa değil, Ruanda’ya teslim etti. Yargılanmasına 13 Ocak 1997 tarihinde Kigali’de başlandı ve neticede 14 Şubat 1997’de Karamira, “kurşuna dizilerek idama” mahkum edildi. 24 Nisan 1998’de, Kigali’deki Nyamirambo Stadyumu’nda halka açık bir etkinlikte, Karamira ve diğer 21 kişi Ruanda soykırımına karıştıkları için kurşuna dizilerek idam edildi.

Sadece bu dört örnekle iktifa edelim. Bunları anlatmamızın sebebine gelelim. Ruanda’da her sene 7 Nisan’dan itibaren yüz gün süren soykırım anma etkinlikleri düzenlenir. Bu etkinliklerin mottosu, “Kwibuka: Remember, Unite, Renew” şeklindedir. Yani “Anımsayın, Birlik Olun, Yenilenin” demektir. Elbette ki buradan çıkarılacak ders sadece Ruanda halkına münhasır değildir; “nefret suçu”nun nelere mal olduğunu, hem milyonlarca mağdurun ve hem de faillerinin hayatlarını nasıl kararttığını anımsamak, bundan ders çıkarmak, benzer yıkımların tekrar etmemesi için mücadele etmek tüm toplumlar ve esasında her bir fert için de bir görevdir.

Bu yükümlülük bireylerin kimisi için dini bir vecibe, kimisi için bir prensip meselesi, kimisi için evrensel bir değer ve norm perspektifinden ele alınabilir. Herkes kendi hayat tarzına, dünya görüşüne göre değerlendirebilir bunu. Ancak “nefret suçunun” her kime karşı işlenirse işlensin, kabul edilemez olduğuna hepimizin mutabık olması gerekir. Nefret, Türkiye’de bir Ermeniye ve Aleviye, bir Kürt veya bir Gülen Hareketi mensubuna ya da bir LGBTQ bireye, yahut Amerika’da siyahi ya da Asyalı bir vatandaşa, Almanya’da bir Yahudiye vs. bir suç olarak işlenemez, işlenememelidir. Toplumun her kesimi buna karşı tepki vermelidir ve mağdur edilen kesime destek vermeli, yasaların gereği ne ise nefret grubunun faaliyetlerine karşı derhal tedbirler alınmalıdır. Çünkü nefret, bekledikçe daha da büyür ve Ruanda örneğinde olduğu gibi kontrol dışına çıkmayagörsün, telafisi imkansız toplumsal kırılmalara yol açabilir, netice olarak da o toplumu Paul Kagame’nin dediği gibi “insanlığın sıfır noktasına” indirebilir.

Tabii ki bu konuda savcılara, hakimlere, kolluk kuvvetlerine, bunlar dışında STK’lara hatta AİHM, BM, AGİT gibi uluslararası kurum ve kuruluşlara da görevler düşmektedir. Fakat, Türkiye’de bugün çökmüş durumda olan adalet sistemini ve nefret suçunun açıkça devlet yetkililerinin bilgisi dahilinde, onların teşvikleriyle ve hatta bizzat kendileri tarafından işlendiğini gözönünde bulundurunca, maalesef, bu alanda yapılabilecekler bir süre için daha çok sınırlı.

Her şeye rağmen, nefret suçu mağdurlarına düşen görevler olduğunu da ifade ederek yazıyı bitirelim. Bunları birkaç madde ile sıralamak gerekirse: 

En öncelikli olarak fiziksel veya psikolojik tedavi ya da destek gerekiyorsa bunun için acilen girişimde bulunmak; yaşananları mümkünse derhal yazılı, sesli, görüntülü olarak detaylı bir şekilde kayıt altına almak; bugün netice alınamayacağı düşüncesine takılmadan cesaretle hak aramak için ilgili makamlara başvurular yaparak bu suçları resmi kayıtlara da geçirmek; 

Güvenlik ve mahremiyet gibi hassasiyetlerinizi de değerlendirdikten sonra konuyu basın ile paylaşarak duyulmasını, böylelikle aynı türden mağduriyet yaşayanlar ve konuya duyarlı diğer insanlarla organize olabilmeyi ve onların desteklerini sağlamak; 

Nefret söylemi, nefret suçu, nefret grubu ve bunlarla mücadele gibi konularda kendi kendini eğitmek; yerel ve/veya uluslararası insan hakları örgütleri ve BM gibi organlarla kişisel olarak irtibata geçerek onları da konu hakkında bilgilendirmek… 

Türkiye içindeki durum değerlendirilince, bu son adım şu an için en önemli ve etkili adım olacaktır.

Bilhassa uzun yıllar sonra yaşananların unutulmaması için bizler de Ruanda’nın “Kwibuka: Remember, Unite, Renew” mottosuna uygun hareket etmeliyiz. Affetmek isteyenler affedebilir fakat yaşananlar asla unutulmamalı, unutturulmamalı ki tekrar etmesin, birlik olabilelim ve yenilenebilelim!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin