Ne yapmalı, nasıl yapmalı? [Kemal Ay]

Karşımızda bir kötülük problemi var. Kopkoyu bir kötülük bu. Ancak kendini ‘iyilerden iyi’ zannediyor. Arttıkça artıyor, karardıkça kararıyor. Gökyüzünü kapladığı yetmezmiş gibi, evlerimizi ve kalplerimizi kuşatıyor. Kanımızda dolaşıp zihnimizi bulandırdığı yetmezmiş gibi, dilimizle ve kelimelerimizle çoğaltıyor kendini. O karanlıktan içinde bir parça taşımayan yok neredeyse. Her şeyi geçelim, ümidimizi bile elimizden almak üzere. Peki, ne yapmalı? Nasıl yapmalı?

Çernişevski’nin ütopyası

Bu soruyla ilk ilgilenenlerden birisi, Nikolay Gavriloviç Çernişevski. İki cilt hâlinde yayınladığı “Çto Delat” (Nasıl Yapmalı?” romanıyla, sokağından Saray’ına çürümekte olan Rusya’da, karanlığın içinde bir ışık görmeye çalışmıştı. Bazılarına göre bu kitap, Çarlığa karşı yükselen Rus halk öfkesinin devrime dönüşmesinde Karl Marx’tan ve Lenin’den daha etkili olmuştu.

Tarihin cilvesi, Çernişevski bu romanını hapishanede yazar. Rus köylüsünün ve işçisinin örgütlenmesi gerektiğini, mahalle mahalle kurulacak dayanışma ağlarıyla Rus İmparatorluğu’nun yıkıcı etkisine karşı bir direnç gösterilebileceğini anlatır kitabında. Dönemi için bir çeşit ütopyadır.

Kitap hem Dostoyevski hem de Tolstoy tarafından eleştirilir. Ancak Lenin, bu kitabı bir yaz mevsiminde beş kez okumuştur. Hatta, 1902’de daha sonra Komünist Parti’nin programı olacak ünlü bildirgesinin adını “Ne/Nasıl yapmalı?” koyacaktır. 19. yüzyıl Rus edebiyatı içerisinde Turgenyev’in Babalar ve Oğullar’ı, Dostoyevski’nin Ecinniler’i gibi ‘Devrim’i önceden haber veren kitaplar vardır ancak Çernişevski, bir anlamda öfkeli kalabalıkların sesi olmuştur. Kitap, Romanov Hanedanı’nın sonunu getiren Rus popülizminin öncülü sayılır.

1917 Ekim Devrimi öncesi şartlar düşünüldüğünde, imparatorluğu yıkıma götürecek bir devrim hemen herkese ‘makul’ görünmüştü muhtemelen. Devlet, bütün organlarıyla çürümüştü. Toplum, ona denk bir hastalıkla maluldü. Ama birileri insanları ‘uyandırmak’ için uğraşıyordu. Herkesin kendince bir görüşü vardı.

Gelgelelim, Sovyet deneyimi pek de beklendiği gibi olmadı. Kapitalizme bir alternatif üretmek maksadıyla yola çıkan Sovyetler Birliği, ‘güç yüzüğünü’ parmağına geçirdiğinde, geçmiş vahşilikten devraldığı araçları kullanmaktan çekinmedi. Lenin’den sonra ülkeyi baştan ayağa dizayn eden Stalin, bir korku ve terör imparatorluğu kurmakta Rus Hanedanı’ndan geri kalmıyordu.

‘Bu düzen böyle gitmez!’

“Ne yapmalı?” sorusu, “Bu düzen böyle gitmez”in kardeşiydi. Fransız ve Rus devrimlerinin ortak bir teması vardı: Yozlaşma. Günlük hayatta bu yozlaşmanın en büyük etkisi, elitlerin refahı karşısında halkın aşırı yoksulluğuydu. Victor Hugo’nun Sefiller’i, bu yoksulluğun tasvirleriyle doluydu sözgelimi. 19. yüzyıl Rus ressamlarının yoksulluğu tasvir ettikleri resimler, bugün bile insanın içini parçalar nitelikte.

Kriz zamanları, bu sebeple, “Bu düzen böyle gitmez” kararlılığını doğurmuştu. Hemen herkes, bir şeylerin yanlış gittiğinin farkındaydı. Sokakta, işyerlerinde, ev sohbetlerinde bu konuşuluyordu. Sanat bunu anlatıyor, gazeteler bununla dolup taşıyordu. İlgili ilgisiz, bütün meseleler bu açmazın kasvetini açıklamaya yarıyordu.

Ancak “ne yapmalı?” böyle zamanların en önemli sorusuydu. Hastanın tedaviye cevap verebilmesi için zira, en çok tedaviye inanması gerekir. Ya doktora güvenmeli, ya da uygulanacak tedavi mantığına yatmalı. Ümidini yitiren hastaların tedaviyi kabul etmeyip kendilerini ölüme bıraktıkları, tecrübeyle sabit.

Popülizmin güçlendiği dönemler

Herkesin, bir şeyler yapma, harekete geçme kararlılığında olduğu dönemlerde, tarihte sık görüldüğü üzere, popülist politikalar öne çıkıyor. Modern tıbbın uzun ve zahmetli bir tedavi önerdiği, kesin bir sonuç da vaat edemediği durumlarda, hastanın alternatif tıbba yönelmesi gibi biraz bu. Pek akla yatmasa da, meşakkatli yola girmemek için yapılan bir tercih.

Bu tercih, insanın en büyük zaafı belki de. Sorunlarını paylaşan ve çözüm arayan insanlarda genelde görülen bir davranış biçimi şu: Bir sihirli değneğin dokunuşuyla hayatlarının yola gireceği beklentisi. Bu sebeple sorunlarıyla başa çıkamayan kimselerde kötü alışkanlıklar çok görülür. Çözümü erteleme ya da üstünü örtme, en büyük kolaylık.

Popülizm, bu yönüyle kitlelere çok cazip geliyor. Beşerin en denî zaaflarına hitap ediyor çünkü. Mesela Batı’da fabrikalar kapandığı için işsiz kalmış insanlara, “Yeni bir kabiliyet geliştir, başka yollar ara” demek en doğru tedavi biçimi muhtemelen ama insanlar, “Göçmenleri kovalım, fabrikaları açalım ve biz para kazanalım!” mantığını tercih ediyor. Daha kolay çünkü. (Haklılık payı: Özellikle belli bir yaşın üstündeki insanların yeni meslek edinmesi bir hayli zor.)

Hızlı çözümler, kısa yoldan köşeyi dönmeler

Kendi yerini bilip daha iyiye ulaşmak için çabalamak yerine, ötekileri aşağı görmek ve kendi hâlini yüceltmek daha yapılabilir bir şey. Bu yüzden bir ‘düşman’ icat edip o düşmanı sürekli büyüterek kendini ‘güçlü’ hissetmek, popülist siyasetin de, faşist rejimlerin de olmazsa olmazı. Çürümüş bir toplumu devrimle, bir gecede fazilet abidesine dönüştürmek imkânsız. Haliyle onları, çürümüşlüğün bir fazilet olduğuna inandırmanız daha hızlı bir ‘çözüm’. Kumarda çok para kazanıp ‘kurtulmak’ gibi.

Popülist siyaset buradan bir güç devşiriyor kendine. Çoğunluk desteğini sağlıyor. Ya sonra?

Bir ulusun bütün enerjisini kullanabilme imkânı, her lidere nasip olmamış bugüne dek. Birçoğu, toplum ve yöneticiler içindeki tartışmalar sebebiyle kısa adımlar atabilmiş. Mesela bugün ABD Başkanı Barack Obama’ya, “Çok da bir şey yapamadı” diye kızanlar, aslında Obama’nın içeride demokrasi, dışarıda ise diplomasiyi işleterek ‘doğru tedavi’ peşinde koştuğunu göremiyor. O sebeple Türkiye gibi ülkelerde Obama için ‘zavallı’ deniyor. Amerikan halkı da Obama’yı ‘zavallı’ bulmuş olmalı ki, alternatif tıbba, yani Trump’a yöneliyor…

Aksi istikametin cazibesi

Popülist liderlerin ikna kabiliyeti, biraz da mevcut düzenin ve o düzenin temsilcilerinin söylediklerinin aksine bir yol tutturabilmekte yatıyor. Bu yönüyle bel fıtığı tedavisi için doktorun ameliyat çözümünün karşısına masaj yöntemleri, çeşitli bitkilerden elde edilen macunlar ya da manevi bir takım çözümler sunan kişilere benziyorlar.

Sadece entelektüel kesimin ya da ‘elitlerin’ aksine bir yol tutarak halkın mevcut düzene öfkesiyle yelkenini dolduran politikacılar, işin “Ne yapmalı?” kısmında ünlü iktisatçı John Maynard Keynes’in şu sözünü de doğruluyorlar: “Gökten sesler duyduğunu sanan çılgın yöneticiler, birkaç yıl öncesine ait ikinci sınıf akademik karalamaların çılgınlıklarını savunurlar.”

Yani aslında hiçbir popülist lider, bizim bilmediğimiz bir şeyi bilmiyor. Hiçbiri, başka insanların farkında olmadığı şeylerin farkında değil. Kalabalıkları ikna edebilen bu liderler, hiç denenmemiş yollar deniyor da değiller.

En azından Sovyetler…

Bu yüzden, toplumları ‘kısa yoldan’ düzlüğe çıkaracağını vaat eden bütün liderler, “Bu düzen böyle gitmez” kısmında haklıyken, “Nasıl yapmalı?” kısmında çuvalladı bugüne dek. Haklıydılar, mevcut düzen sürdürülemezdi. Haklıydılar, bir tedavi gerekliydi. Ama kendi zihin dünyalarında ‘mümkün’ görünen şeyler, çoğunlukla gerçeklikle sınanmamıştı.

Sovyetler, bunun en dramatik ve en uzun örneklerinden birisi belki. Tolstoy’un ‘ahlakî sorumluluk kazanma’ yolunu değil Çernişevski’nin ‘siyasî örgütlenme’ ve ‘düzeni yıkma’ yolunu tercih edenler için, Romanovların yıkışı ne kadar görkemliyse, yerine inşa edilen ‘düzen’ de o kadar ‘griydi’. Bürokratik bir grilik kapladı sonrasında bütün Sovyet ülkelerini. Ve bu yeni ‘düzen’in yıkılışı da bir o kadar travmatik oldu.

Ancak yine de Sovyetler deneyimi insanlığa ‘eleştirel bir bakış’ kazandırdı. Sosyalizm, kapitalizme gerçek bir alternatif olamadı belki ama onun gerçekliğini sorgulama imkânı verdi. Sığ popülist politikalarsa, sadece yıkıma götürüyor toplumları. Alelacele bir ‘toplum yaratma’ fikri, her dönemde popülist liderleri cezbediyor ve her dönemde aynı toplumsal çöküntüyle son buluyor.

Eğer kötülüğe karşı koyulacaksa…

‘İnsanların çoğu’ devrandan bir ders almaya hevesli değil. Kötülük problemi, kolayca çözülecek gibi de değil. Çernişevski’nin haklı olduğu bir yer var: Eğer kötülüğe karşı koyulacaksa, bu evde, mahallede ve sokakta başlamalı. ‘Acı tedavi’, her ferdin tek tek mücadelesini gerektiriyor. Tarihle, kültürle, alışkanlıklarla hesaplaşmak… ‘Dünyada sulhun temsilcisi’ olacak ‘bir dünya insanı’ hâline gelebilmek için.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin