“Namaz fetişizmi İslam’ı mahvediyor”

YORUM | FATİH KUMAŞ

Bu yazıyı yazmanın sebebi Gökhan Bacık’ın “Namaz fetişizmi İslam’ı mahvediyor” adlı makalesine dair görüşlerimi beyan etmek için olacaktır. Makale önce dindarlık ölçeği veya dini yaşantının tespitinin zorluğuna dair akademisyenlerden yapacağım alıntılar ile başlayacak. Ardından dinin temel beş ibadeti ile ve özellikle namaz ile alakalı sahanın uzmanlarının görüşlerine yer vereceğim. Nihayetinde de Gökhan Bacık’ın görüşlerini ortaya koyarken ifade ettiği bazı düşünceleri değerlendirmeye çalışacağım. Yazının uzun olacağını peşinen ifade etmem gerekir. Zira mevzu edilen iddiaların çok boyutlu değerlendirilmesi gerektiğini ve inceden inceye tahlil edilmesinin lüzumlu olduğunu düşünüyorum.

Prof. Dr Hasan Kayıklık, Din psikologlarının dinî yaşamı şu maddeler altında tanımladıklarını belirtir: etkisiz-geleneksel ve içselleştirilmiş; kurumlaşmış ve içselleşmiş; dış beklentiye yönelik ve deruni; toplumsallaşmış ve özümsenmiş; hümaniter, tahkiki ve taklidi, otoriter ve hümaniter; …mış gibi dindarlık ve gerçek dindarlık… (Din Psikolojisi: Bireysel Dindarlık Üzerine, (2011), 26, Yrd. Doç. Dr. Özlem Altunsu Sonmez, Dindarlığın Ölçülebilirliği Üzerine Geliştirilen Dindarlık Ölçekleri, SEFAD, 2016 (36): 557-578 )

Görülebileceği gibi tek tip bir dini yaşantı modeli veya dindarlık çeşidi bulunmamaktadır, aynı zamanda da dindarlığı net bir şekilde tanımlamak oldukça güçtür. Üniversite gençleri arasındaki dindarlık üzerine doktora çalışması yapmış, Özlem Altunsu Sönmez’in kendisinden iktibasta bulunduğum makalesinde dindarlık tanımlamalarına dair konunun uzmanları şunları söylemektedir:

Dindarlığın tek bir şekli olmadığı için aynı dine inanan hatta aynı dini grup içinde yer alan bireylerin farklı olması nedeni ile herkesin kendine ait bir dinî yöneliminden bile bahsedilebilir. Bu durum da dindarlığın tanımlanmasını çok daha zor hale getirmektedir (Hayati Hökelekli, Din Psikolojisine Giriş: 81) . Allport (Allport, W. Gordon, Birey ve Dini, (2004): 46) yeryüzünde dindar olma eğiliminde olan insan sayısı kadar dinî tecrübe çeşidi olduğunu söyler. Benzer biçimde Spilka-Hood (The Psychology of Religion: An empirical Approach 1985: 7) kelime olarak tek bir din olmasına rağmen dindar olmanın yüzlerce olası yolu olduğundan bahsetmişlerdir. Fromm’a (Sahip olmak ya da Olmak. çev. Aydın Arıtan 1997: 239) göre ise birinin dindar olup olmadığını anlamak çok zordur. Ona göre bazıları dindar olduklarını söyledikleri halde içsel olarak dindar olmayabilir ve dindar olmadığını söyleyenlerde aslında çok dindar davranabilir. Bunu anlamanın ya da ortaya koyabilmenin rasyonel bir dayanağını bulmak çok zordur. Buradan da dindarlığın sadece tanımlanmasında değil ölçülmesinde de problem olduğu anlaşılmaktadır.

Yapılan dindarlık tanımları incelendiğinde genellikle dinsel ritüelleri yerine getirme, tanrıyla içsel bağlantı kurma, dua etme, dinsel yaşayışın dışa yansıması gibi kavramlar vurgulanmıştır. Sonuç olarak dindarlık, bireyin inanç, ahlak ve ibadet esaslarını yerine getirmesi olarak tanımlanabilir. (Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17 (2), 1-18).

Buradan ibadet psikolojisine giriş yapmak istiyorum. Kalbindeki inançlar doğrultusunda hareket etmek insanda fıtridir. İnanan bir mümin de doğal olarak, davranışlarını daima inancına uyduracak ve inançlarıyla davranışları arasında uyum sağlamaya çalışacaktır. Nefsin istekleri, heva ve sosyal motivler, insanı inancına ters düşecek şekilde davranmaya sevk edebilir. Böyle durumlarda, kişinin tutum ve tercihini, inancının güçlülüğü veya zayıflığı belirleyecektir(Sıddıkî, Mazharuddîn, Semavî Dinlerde İtikat ve Amel, Çev. Muhammed Han Kayani, Fikir Yayınları, İst., 1991, s. 45.)

İbadetlerin asıl amacı, kul ile yaratıcı arasındaki manevi bağı daima sıcak tutmak, kesintiye uğratmamaktır. İbadetler, kulun doğrudan Yüce Allah’a karşı yerine getirmekle yükümlü olduğu vazifelerdir. Fakat ibadetlerdeki manevi havanın, ruhi arınmışlığın, ilâhi nefesin insanın yaşadığı diğer alanlara, tutum ve davranışlara tesir etmediğini söyleyemeyiz. Abdest, gusül, namaz, oruç, infak gibi ibadetler oluşturdukları manevi havayı; insan ilişkileri, ticaret, bireysel tutum ve davranışlar gibi hayatın her sahasına yansıtırlar. Kur’ân-ı Kerim değişik vesilelerle ibadetlerin insanın ahlâkı yani tutum ve davranışlarına tesir ettiğini vurgular. Fakat ibadetlerin sırf birtakım ahlâkî faziletleri kazandırmak için meşru kılındığı şeklinde düşünceye saplanmak da ifrat teşkil eder(Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman Kasapoğlu, Kur’an’da Ahlak Psikolojisi, Yalnızkurt Yayınları. İstanbul, 1997: 11).

Namaz Allah’ı anmak için kılınır. Namaz kılan kişi, Allah’ın huzurunda olduğundan gafil bulunmamalıdır. Yoksa kılınan namaz ruhtan yoksun, şekilden ibaret sayılır. Allah’a teslim olup O’nu düşünerek eda edilen namaz, insan ruhunu etkiler, onu iyiliklere yöneltir, kütülüklerden sakındırır. İnsan ruhunda hiç bir olgunluk ve değişiklik meydana getirmeyen namaz, hakkıyla eda edilmekten uzak, sadece bir alışkanlıktan ibaret kalır(Ateş, Süleyman, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İst., 1988, VI/516.)

Namaz insana sorumluluk duygusunu kazandırır. Arzu ve emeller uzun vadeli olabilir. Çeşitli nedenlerle kişi hedeflerini gerçekleştirmeye bir türlü yeltenemez. Azmi kırılır, gayreti azalır. Ama namaz kılan bir kimse, vaktinde ve gereği üzere, günler ve belirli saatler boyunca gevşemeyen ve durmak bilmeyen bir azim ve kararlılıkla namazın devamlılığından, vazifeye vefa ve dikkat konusunda istifade eder. Böylece diğer işlerinde de devamlılık ve gayretini, hayatın bütün alanlarına yaygınlaştırma konusunda eğitilmiş olur (Turabi, Hasan, Namaz, Risale Yayınlan, Çev. Saim Eminoğlu, İst., 1987, s. 55).

Kur’an-ı Kerim’deki bazı ayetlere bakacak olursak, Namaz’ın ahlaki bir boyutu olduğunu görebiliriz. Mesela Ankebut süresinde geçen şu ayete bakalım:
Kitaptan sana vahyedilenleri oku, namazı özenle kıl. Kuşkusuz namaz hayâsızlıktan ve kötülükten meneder. Allah’ı anmak her şeyden önemlidir. Allah yaptıklarınızı bilir. (Ankebut/45).
Âyete göre gerek abdest, kıraat, rükû, secde, ta‘dîl-i erkân gibi zâhirî şartlarına ve rükünlerine gerekse ihlâs, huşû, takvâ gibi mânevî şartlarına özen göstererek kılınan namaz, İslâm’ın ve sağ duyu sahibi erdemli toplumların edepsizlik, hayâsızlık ve kötülük sayıp reddettiği tutum ve davranışlarla uyuşmaz, âdeta bir nasihatçi, bir uyarıcı gibi (İbn Âşûr, XX, 259) namaz kılan kişiyi bu davranışlardan meneder. Böylece âyette namazın ahlâkî tesirlerine, kötülüklere karşı koruyucu özelliğine işaret edilmekte; namaz kıldıkları halde hak hukuk gözetmeyen, edep ve ahlâk kurallarına uymayanlara da dolaylı bir uyarı yapılmaktadır.( Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 273-275)

Meseleye paralellik arzeden başka bir ayete değinecek olursak; Sonra onların arkasından öyle nesiller türedi ki, namaz (kılma duyarlılığın)ı kaybettiler ve şehvetlerine kapılıp-uydular. Böylece bunlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır.(Meryem/59)

Yani namaza karşı duyarlılığın azalmasının fuhşiyata karşı bir yönelmeye sebep olduğunu bu ayetten anlamak mümkündür. Bacık evvelen yazısında iddialı bir şekilde şunu beyan etmektedir: “İlk olarak İslam’ın Beş Şartı olarak tanımlanmış her açıdan akıl ve mantık dışı yaklaşımı sorgulamak gerekiyor. Bugünkü yaklaşıma göre İslam’ın şehadet getirmek, namaz, oruç, zekat ve hac şeklinde beş şartı bulunuyor. Oruç yılda bir aydır. Hac daha kısa bir süre içindir. Zekat bir kere verilir. Şehadet de İslam’a girerken söylenir. Dolayısı ile yılın bütün zamanlarına bakarsak İslam’ın tek şartı kalıyor: Namaz. Yani aslında “İslam’ın beş şartı vardır” önermesi pratik olarak “İslam namazdır” demekten başka bir şey değildir.”

Evvela Bacık’ın bu değerlendirmede ıskaladığı bir mevzu bulunmaktadır. Bütün dinlerin vaaz ettiği temel ibadetleri olduğu gibi, temel iman esasları da bulunmaktadır. Zaten bir dini din yapan ögeler de bunlardır. Bunun haricinde elbetteki ahlaki, iktisadi, ve dinin iç dinamiklerinin desteği ile bilimsel değerler de üretibilir. Mesela şunu söyleyelim, önemli İslam ahlakcısı olan Nasirüddin Tusi sadece namaz kılmak veya İslam’ın beş şartı ile alakalı şeyler mi söylemiştir? Veya İbn Miskeveyh’e baktığımız zaman ibadetler harici hiç bir değer ve norm ortaya koymamış mıdır? Örnekler çoğaltılabilir. Elbetteki bunların hepsinin cevabı hayır olacaktır. Bacık’ın üstünkörü diyebileceğimiz İslam düşüncesini tarih boyunca da ibadete indirgeyen anlayışı gerçeğe uygun değildir. Hatta burada Gazzali’den çok önemli bir örnek vermek istiyorum. Kendisi şöyle bir rivayet nakleder:

Hz. Ömer’in yanında, birisi şahitlik yaptı. Hz. Ömer, şahide ‘Seni tanıyan birini getir’ dedi. Adam giderek birini getirdi. Gelen adam şahidin lehinde konuşmaya başlayınca Hz.Ömer şöyle sordu:
-Sen onun çıkış ve girişini bilen en yakın komşusu musun? -Hayır! -Onun iyi ahlâklı olduğuna delâlet eden bir yolculukta kendisiyle arkadaşlık ettin mi? -Hayır! -Onunla, kişinin takvâsını bildiren dirhem ve dinar (para) ile bir alışveriş yaptın mı? -Hayır!
-Sanırım sen onu mescidde namaz kılarken, Kur’an’ı teganni ile okurken, kâh başını eğip, kâh kaldırırken görmüşsün. -Evet! Bu şekilde gördüm! -O halde çık git! Onu tanımıyorsun!(Gazzali, el-Ihya, c. II, Kazanç ve Geçim, IV. bölüm)

Gazzali’nin bu olayı aktarmasındaki ahlaki inceliğe bakacak olursak, hiç de öyle ibadetleri öncülleyen ve geri kalan ahlaki kriterleri gözardı eden bir anlayış ortaya çıkmamaktadır. Gazzali de kıyıda köşede kalmış bir düşünür olmayıp, en etkili alimlerden birisidir.

Bacık’ın İslam’ın beş şartı olarak tanımlanmış hususları tamamen akıl ve mantık dışı olarak görmesi basit ve ihtiyatsız bir değerlendirme olmaktan öte, yazarın makalesinde umumen görülen ilmi gerçekliği zayıf bir demogojiden ibaret.

Çünkü bir dinin esasatının belirlenmesi yine o dinin içinden “bilgi olarak kabul edilen” veriler ile olur. Eğer Bacık, bunları reddediyorsa, niçin reddettiğini açıklaması veya nihayetinde neden akla yatkın olmadığını izah etmesi gerekmektedir. Oysa kendisi kendi zihni çıkarımına göre İslam’da beş emirden başka bir değer yokmuş gibi algılayıp ardından da şunu ifade etmektedir:
“Nitekim, “İslam’ın beş şartı” daha sonraki zamanlarda kurgulanmış apolitik bir buluştur. Belli ki bu buluşa yapılan yüzlerce yıllık yatırımın amacı bugünkü dindarlığı – yani adalet, ahlak, özgürlük gibi normları öncelemeyen dindarlığı – talep etmekti”.

Yazar bu sonucu nasıl çıkardığını, veya geçmişte ne gibi bir inceleme yaparak böyle bir kanıya vardığını yazısında ifade etmemektedir. Ayrıca bunun üzerinden vehmi bir şekilde “amaç” tayin etmektedir. Oysa Kur’an-ı Kerim’e baktığımız zaman İslam’ın ibadete dayalı beş şartını çok rahatlıkla çıkartabiliriz. Mesela Kelamullah’ın hemen başında Kur’an’ın kendilerine hidayet kaynağı olduğu muttakilerin vasıfları en başta şöyle sıralanmaktadır:
Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir. Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar.(Bakara/2-3).
Veya kurtuluşa erenlerin vasıflarının anlatıldığı yerde en başta şunlar söylenmektedir:
Müminler kesinlikle kurtuluşa ermiştir; Ki onlar, namazlarında derin bir saygı hali yaşarlar; Anlamsız, yararsız şeylerden uzak dururlar; Zekâti verirler; (Mu’minûn/1-4).
Veya Cehennem’e düşme sebeplerinin anlatıldığı ayetlere bakacak olursak;
Onlar cennetlerdedir; günahkârlar hakkında birbirlerine sorular sorarlar? “Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?”Onlar şöyle cevap verirler: “Biz namaz kılanlardan değildik;Yoksulu doyurmuyorduk (Müddessir/40-44).

Dolayısı ile Namaz ve Zekat’ın İslam’ın en temel vazifeleri olduğu hususunda hiç bir tereddüt bulunmamaktadır. Ayrıca Namaz ve zekat çoğu zaman birbiri ile zikredilen ve Kur’an’da en çok ismi geçen ibadetlerdir. Bunun yanında Hacc diye müstakil bir süre olup, oruç da İslamiyetin asılları itibarı ile vahye müstenid kabul ettiği diğer dinlerde de olduğu gibi farz kılınmış bir ibadettir. Ayrıca Kur’an beyanı ile Ramazan ayını oruçlu geçirmek açıkça belirtilmiştir. Ramazan ad olarak Kur’anda ismi geçen tek aydır. Bu dahi önem ve faziletini anlamak için yeterlidir. Şehadet getirmek sadece bir cümleyi söylemek olmayıp, hayatını kabul ve ikrar ettiği o cümle etrafında geçirmekten ibarettir.
Şimdi rivayeti söyleyecek olursak;

İslâm, beş şey üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmek; namaz kılmak; zekât vermek, Kâ’be’yi haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak.” (Buhârî, İmân 1, 2; Müslîm, İmân 19, 22; Tirmizi, İmân 3; Nesâî, Imân 13).

Şunu da ilave etmem gerekir ki, bu ibadetlerin insanın ahlaki yapısını dönüştürmeleri hususunda da tesirleri bulunmaktır. Burada ilginç bir örnek vermek istiyorum. Oryantalistlerin en meşhurlarından olan Christiaan Snouck-Hurgronje Mekke ve çevresini incelemek ayrıca Hacc’ın Endonezyalı müslümanlar üzerindeki tesirini araşıtmak için müslüman olduğunu iddia etmiş ve bu konuda çok önemli bir doktora çalışması yazmıştır. Herhalde ilmi çalışmaları ile öne çıkmış, adından sözü edilen bir araştırmacı, haccı incelemek için müslüman rolüne bürünmeyi iş olsun diye yapmamıştı. Çünkü Hacc’ın dönüştürücülüğünü biliyordu. Bir örnek daha verecek olursam Ali Şeriati müstakil olarak bir Hacc kitabı yazmıştır. Her ne kadar tartışılan fikirleri olsa da, O’nun Hacc’a dair bazı tarifleri orjinaldir:

Ne ilginç bir şey! Bu dağlarda insana ne dersler öğretiyorlar! Şimdi İbrahim olmuşsun artık, İblis’i yere yatırmışmışın. Ve şimdi Mina’dasın, İbrahimsin, İsmaili’ni Kurban yerine getirdin. Senin İsmail’in kimdir? Veya nedir? Makamın mı ? Onurun mu? Mevkiin mi? Statünmü? Mesleğin mi? Paran mı? Evin mi? Bağın mı? Otomobilin mi? (Ali Şeriati, Hacc, 128)

Böyle örnekleri diğer ibadetler için de gösterebiliriz. Bacık kendi zihninden çıkardığı değer sıkalasına göre şöyle demektedir: “Namaz, adalet ve özgürlük gibi normlara göre daha önemsizdir. Adil bir namazsız, namaz kılan adil olmayan bir kişiden her zaman daha üstündür.” Aslında bu sözler İslam dinini baz aldığımız zaman yukarıdaki alıntılardan da görülebileceği gibi kıymeti olmayan fantastik düşüncelerdir. Yazar, Allah’ın bizi yarattığından ötürü ibadet istemeye hakkı olduğunu fazla nazar-ı itibara almayıp Allah’ın emirleri arasında kendisine göre bir değer ölçümü çıkarmaktadır. Yani aslına bakarsanız yazar pek de dini değerleri öncüllememektedir. Tuhaf olan bir durum da şu ki, sanki ibadetler ile bahsi geçen mevzular uzlaşmaz bir yön barındırmaktadır veya adil olan bir insan namaz kılmıyorsa, kılmadığı namazın cezasını çekeceği gibi, namaz kılan bir zalim de yaptığı zulmünün cezasını çekecektir düşüncesini değerlendirmeye almamaktadır. Bu haliyle aslında Gökhan Bey’in yazısı tahayyül boyutunda yer alıp, ilmi bir yönü bulunmamaktır. Zira İslam adına konuşup, İslam’ın içinden fikirlerini destekleyecek en ufak bir delil sunmamaktadır. Veya İslam tarihi adına konuşup, tarih içinde -eğer yaptıysa- ne gibi bir incelemede bulunup bulunmadığını bize göstermemektedir. Nihayetinde bütün meşgalesi sadece bir kaç spot cümle üzerinden dikkat çekici beyanlarda bulunmak olarak kalmaktadır.

Bacık’ın Namaz fetişizmi olarak adlandırdığı ve yazısını konu ettiği ifadeler aslında menşe itibari ile Yaşar Nuri ve Hüseyin Atay tarafından söylenmiş beyanlardır. Linkini vereceğim bu videoya bakıldığında bu dediklerim görülecektir: https://www.youtube.com/watch?v=SjTdaRdEUbU&feature=youtu.be

Genel olarak toparlayacak olursak, Bacık, değerlendirmesi oldukça zor olan dindarlık ve dini yaşantı üzerinden, tarih içinde -kendine göre- aksayan değerler manzumesini ibadet boyutlu bir dindarlığa indirgemektedir. Bunu yaparken de tarihi sureci incelediğine dair herhangi elle tutulur bir bilgi vermemektedir. İslam hakkında konuşurken, İslam’ın değerler manzumesinden kendisini destekleyecek veriler de ortaya koymamaktadır. Oysa Islam’ın temel kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’i incelediğimizde Bacık’ın düşüncelerinin en azından farazi ve fantastik olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca yazar güncel denilebilecek bazı hususların genelde ibadete dair konular ihtiva eden ilmihallere girmesi gerektiğini düşünmektedir. Örneğin çevre ile alakalı en önemli kuruluşlardan birisi olan Greenpeace’in varlığı en geç 1971 yılına tekabül etmektedir. Veya Avrupa’da görülen çevreci partiler de (Yeşil-Sol) yine yetmişli yıllarda politik gündemde yer etmeye başlamıştır. Sanayileşmenin arttığı bir asırda görülen çevreye karşı duyarlılık en fazla bir asır öncesinde sözü edilmeye başlayıp, örgütlenme düzeyi de elli seneyi geçmemektedir. Bunların Islami bir deger olarak algılanması malumdur ki süreç alacaktır. Kaldi ki Batı’da dahi benimsemeyenleri çoktur, siyasi bir konu haline gelmiştir. Buna rağmen İslami kesimde çevreye karşı bilinçlenmeye dair programlar da düzenlenmektedir. Mesela bu konuda Prof. Dr. İbrahim Özdemir’in gayretleri bulunmaktadır. Ayrıca Uluslararası boyutta da İslam Teşkilatı Örgütü’nün iştirak ettiği sempozyumlar düzenlenmektedir. Green Faith gibi değişik ülkelerde organizasyonlar kurulmaya da başlamıştır. Mesele ne Bacık’ın dediği gibi sanki hiç bir şey yapılmıyor gibi azımsanacak bir düzlemdedir, ne de bunları tamamiyle yeterli göremeyiz.
Burada bahis mevzusu edeceğim diğer bir mesele bulunmaktadır. Yaşar Nuri’nin videosunda görülebileceği gibi, veya Gökhan Bacık’ın mezkur makalesinde dillendirdiği üzere, sanki İslam toplumu ibadetleri öncüllemeyi sonradan telkin ve dejeneroasyon ile öğrenmiştir. Gökhan Bacık’ın bunu neye dayandırdığını yazısında göremiyoruz ama Yaşar Nuri’ye göre bu tip meselelerin ana müsebbibi kafasında uyarladığı Muaviye heyulasıdır. Nuri İslam toplumunda değiştirmek istediği veya değişmesi gerektiğine inandığı ne varsa, bunu ya Muaviye’ye atfederek ya da Emevilerin icadı göstererek son derece ilmilikten uzak mesnedler ile İslam dışı gösterme arzusunda bir insandı. Oysa erken dönemlerde Emeviler ve ulemanın çatışması herkesin malumudur. Büyük mezhep imamları ve onların yolunu takip eden erken dönem talebelerinin eserlerini incelediğimiz zaman bu tür iddiaların aslının olmadığını görüyoruz. Evet Emevilerin problemli yönleri bulunmaktaydı ama olur olmadık her şeyin mesnedi de kendileri değildi.

Sünni düşüncenin en azından bilim ve teknikte gerilemeye sebep olduğu iddia edilir. Fakat bu konuların uzmanı olan merhum Fuat Sezgin diyor ki: Sık sık, genelde dinin, özelde ise ortodoksinin, teolojinin veya tasavvufun bilime zarar verici etkisinden bahsetmek haksız bir davranıştır. (İslam’da Bilim ve Teknik, sf. 170)

Bacık ve Yaşar Nuri’nin görüşlerinden sonra sonuç olarak söyleyebilirim ki, önemli bir İslam uzmanı olan Wael Hallaq’in bir röportajında ifade ettiği şu cümlelere hak veriyorum ve bu konular üzerine daha derinlikli analizler yapılması gerektiğini belirterek yazıyı şimdilik burada noktalıyorum:
Son yirmi otuz yılda İslam dünyasında, İslam tarihini “karanlık ve ahlak yoksunu” olarak gösterip, Avrupa’nın Katolik Kilisesi ve mutlak monarşiye getirdiği kınamaların neredeyse aynılarını İslam tarihi için kullanmak eğilimi türedi. Kendi entelektüel mirasından neredeyse tamamen habersiz olan bu eğilim yirminci yüzyılın başlarında zayıf işaretlerle kendini göstermeye başladı, ama hız kazanması yarım asrı buldu. İslam ve Avrupa’nın çeşitli ve çok yönlü tarihi dünyaları neredeyse taban tabana zıt olmasına rağmen “İslam Tarihi” yavaş yavaş Avrupa’nın karanlık çağlarına benzetilmeye başladı.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Agziniza saglik Fatih bey, guzel bir analiz olmus. Gokhan beyin internet ortamindaki degerlendirmesine, yine intermet ortamindan cevap verilmesi dogru yollardan biri olarak gorulmeli.

    Iyi niyetlerle, problemlere karsi cikis yolu ararken, boylesi -yanlis anlasilabilecek- ifadelerde bulunanlara karsi yapilabilecek bir hareket de, kendileriyle dogrudan iletisime gecip, dogruya ikna etme yollarini aramak olmali.

    Gokhan beyin soylemek istediginin, “namaz kilmayin” seklinde anlasilmasinin karsisindayim. Soyledikleri : “ozden uzak, “sekli namaz” fetisizmi Islami mahvediyor” seklinde okunmali.

    Ayni yaklasimi Tr724 platformunun degerli pekcok yazarinin “siyasal islamcilar” yaklasiminda da sergilememiz gerekir. Yani kastettiklerinin “Islami siyasete alet edenler”, “din bezirganlari” seklinde okunmasi, meselelerin anlasilirligini kolaylastiran bir anahtar gibi…

    Yoksa, daha bugunku makalesinde -genel itibariyle cok guzel bir makale- siyaset bilimcisi bir hocamizin “sandik fetisizmi yapan aglak siyasal islamcilar” tabirini anlamak kolay olmaz…

  2. Çok defansif bir yazı olmuş. Nedense bir problemi dile getirenlere karşı hemen o problemin hiç olmadığı, ya da çok önemsiz olduğu, dile getiriş biçimindeki yanlışlıklara vurgu yaparak problemler değersizleştirilmeye önemsizleştirilmeye çalışılıyor.
    Bence bir ilerleme, atılım, gelişme yaşanacaksa, asıl yapılması gereken problemi kabul edip, kendi açımızdan yeniden tanımlayıp çözüm yollarını araştırmak lazım. Hemen her problemi bir şekilde hasır altı etmek adetten oldu.
    Bu cevabi yazıdan beklerdimki müslümanım diyen insanların yaşadığı toplumlar neden şu andaki hallerindedirler, bunda insanlara verilen islam anlayışının ne gibi etkileri olabilir, bu konuda bir analiz yapılsın. Ama heyhat. Hiç kimsenin inkar edemeyeceği , işte şöyle alimler var, böyle fikirler savunmuşlar, bunlar yok sayılabilirmi gibi tezler. İyi de demezlermi, entelektüeller böyle de avam neden bu halde? İddiamız değilmi, bu din insanlara en güzel yaşam biçimini tavsiye eder ve emreder. Peki neden o zaman tesiri yoktur, bunun nedenleri nedir, uygulamada ne yanlışlar yapılmaktadır ki entelektüel ve avam arasında dağlar kadar fark olmaktadır. Bizim reaktif olmayı bırakıp proaktif olmamız lazım! Parmaga degil gosterdigine odaklanmak lazim.
    Meselenin Gökhan Bacık’ın ilmi yeterliliği veya üslubu olmamaması lazım. “Aslında Bacık’ın dikkat çektiği esas konu doğru” deyip başka bir şeye takılmadan asıl konuya odaklanıp, analiz edip çözüm getirmek lazım. Gökhan Bacık’ı haklı bir şekilde yer ile yeksan ettik herşey halloldu mu, rahatladıkmı? Problem artık ortadan kalktımı?

    Mesela surdakine benzer bir analiz yapilabilirdi. https://www.artsy.net/article/artsy-editorial-ceramic-artists-good-dealing-failure

    …“Failures in ceramics are inevitable,”…
    …But like countless fellow ceramists, she’s learned to process these failures and move on. “You take a deep breath, pick up the shards, and start over,” she says…

    …After a mishap in the studio, Lopez asks herself a series of questions: “What went wrong? Does it work? Can I fix it?”…

    …likes to retrace her steps to locate the root of the problem, going through the notes she keeps while making works, looking for discrepancies in her process….

    …“Working with clay teaches many things, especially patience and respect, realizing that the material can have its own mind,” he says. “So when unexpected cracks and breakage occur, I experience disappointment and sadness, but also an acceptance that I’m not always in control.”…

    …“thereby accepting the cracks,” …, “honoring and embracing them.”…

    …The material has the final say over who you are as an artist. It can be both humbling and humiliating, and not many artists are okay with that…

  3. Bacik’in yazisindan haberim bile olmamisti, bu cevabî yaziyla ogrenip merak edip okudum. Cevabi yazinin ise tamamini okumadim bile, zira giris kismi yazinin sirf Bacik’a cevap olsun diye idarei maslahattan yazilmis oldugu intibai uyandirdi bende.

    Bacik’in, Islam aleminin yasadigi topyekun bir ‘medeniyet’ problemini getirip ‘namaz’a baglamasi ise komik olmus, ciddi bir cevabi bile hak etmeyen -omurilikten- bir atis bence.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin