Mumcu’nun katlinin 26. yılında; Aydınlara suikast ve bir dönüşüm beklentisi

YORUM | RAMAZAN FARUK GÜZEL

Ayazlı bir Ankara sabahında 24 Ocak 1993’te evinin önünde, arabasına konulan bombanın patlaması sonucu suikasta kurban giden Uğur Mumcu’nun aramızdan ayrılışının 26. yılındayız… Onun katlinden günümüze benzer daha nice alçak suikastler oldu, ülkenin en aydın insanları hedef alındı, içimizden sökülüp alındı!

Araştırmacı gazeteciliğin duayenlerinden olan Mumcu, katlinden önce polis-mafya-siyaset ağının derin boyutlarını araştırmaktaydı ve öldürülme sebebi olarak Abdullah Öcalan’ın bir müddet Millî İstihbarat Teşkilatı için çalıştığını araştırması iddia edilmekte halen…

Ve bugün olmuş, halen gerçek faillerine ulaşılamıyor. Aynı şekilde, kameraların önünde canlı infaz edilen Tahir Elçi’nin katledilişinin 3. Yılında halen (malum) failleri meçhul! Ve de Hrant Dink’in 17 ocak 2007’de öldürülüşünün üzerinden 12 yıl ve 5 gün geçmiş olmasına rağmen, onun dosyası da hala askıda, failleri firarda!..

Bunları yaşarken, 06 Şubat 2010 Cumartesi günü Taraf Gazetesi’nin “Her Taraf” sayfasında yayınlanmış olan bir yorum yazım aklıma geldi. Bu yazıyı kaleme almamın üzerinden 9 yıl geçmiş, dönüp bakıyoruz ki yine değişen birşey yok.. O kadar yazıp çizmeler, uyarmalar da hep havada kalıyor bu ülkede nedense… ama biz yine yazmaya devam edelim.

Evet, aslında rahmetli Abdi İpekçi’nin öldürülüşünün 31. Yılında ve de katilinin şimdilerde serbest kaldığı şu günlerde kaleme almışım bu yazıyı, öldürülen bir başka gazeteci İrlandalı Veronica Guerin’nin o yıllarda vizyona giren bir filminden yola çıkarak… İlgilenenler bilir, 5 Temmuz 1958 doğumlu olan Veronica, 26 Haziran 1996 tarihinde İrlandalı uyuşturucu mafyası tarafından öldürülmüştü. Onun hayatına ve ölümünden sonrasına bir bakalım, sonra da ülkemize gelelim…

GÖZÜPEK GAZETECİ VERONICA

Muhasebe ve politik araştırmalar üzerine eğitim gören ve Sunday Business Post ile Sunday Tribune’de çalışmış olan Veronica Guerin 1994 yılında İrlandalı Sunday Independent Gazetesi adına suç olayları ile ilgili yazılar yazmaya başlamıştı.

Yeraltı dünyası ile ilgili haberler yazarken çoğu zaman rumuz isimler kullanmak zorunda kalırdı Veronica, İrlanda’nın “onur kırıcı yayın yapmama” yasasına takılmamak için. Ve uyuşturucu tacirleri hakkında da yazılar yazmaya başladı Veronica, onların korkulu rüyasına döndü yazılarıyla, tabii ki hemen ölüm tehditleri almaya başladı.

Tarih 30 Ocak 1995 gününü gösterirken, evinde silahlı saldırıya uğradı Veronica, bacağından vuruldu ama aslında öldürülmek için ateş edildiği de iddia edildi. Bu saldırı üzerine o, ‘Toplum amaçları doğrultusunda bildiği her şeyi ortaya koyacağını ve hiçbir tehdide aldırmadan araştırmalarına devam edeceğini’ ilan etti.

Çalıştığı gazetesi Independent Newspapers, onu korumak için bir güvenlik sistemi kurdu ama ne fayda; 13 Eylül 1995’te röportaj için gittiği hükümlü John Gilligan tarafından saldırıya uğradı. Mafya lideri Gilligan, bununla da yetinmedi ve Veronica Guerin’i arayarak; hakkında bir yazı yazması durumunda oğlunu kaçıracağını ve ona tecavüz edeceği tehdidinde bulundu. Bunun üzerine İrlanda Polisi ona 24 saatlik bir koruma teklifinde bulundu, lakin Guerin bunu, “üslubuna engel olacak” düşüncesiyle reddetti.

ÖLÜMÜ ve SONRASI BAŞLAYAN YENİ MİLAT

Tarih, 26 Haziran 1996. Kayıtların aktardığına göre Veronica, Dublin’in birkaç mil uzağında Naas Dual Carriageway kavşağı üzerinde arabasıyla kırmızı ışıkta durmuşken, yanına bir motosiklet yanaştı. Aracın üzerinde iki kişi vardı. Bu iki kişi ona 5 el ateş ettikten sonra kaçıp gittiler.

Guerin’in öldürülmesi çok büyük bir tepkiye yol açtı. İrlanda Kabine Başkanı John Bruton, “Bu demokrasiye karşı yapılmış bir saldırıdır.” dedi.

Kabine, bu cinayeti böyle okudu. Ardından bir dizi soruşturmalar ile operasyonlar geldi ve 150’den fazla kişi tutuklandı.

Fitil ateşlenmişti; İrlanda’da, organize suç örgütlerine karşı çok büyük bir operasyon başlatılmıştı.

İrlanda Parlamentosu, suçları önlemek adına daha caydırıcı bir yasa çıkardı. Bunun etkin olabilmesi için de; toplanan vergilerden bu yönde bir kaynak ayrılmasına karar verildi, maddi destek sağlamak amacıyla bir de büro kuruldu.

Veronica Guerin’in öldürülmesi, İrlanda genelinde bütün kanunsuzlukların önünü almak için bir milat olurken, onun kanını dökenler de bundan nasibini aldı.

— Uyuşturucu tüccarı Paul Ward, silahları ve motosikleti temin ettiğinden; cinayete ortaklık sebebiyle 1998 yılının kasım ayında suçlu bulundu ve ömür boyu hapse mahkûm edildi.

— Brian Meehan, Guerin’i öldürmek suçundan ömür boyu hapse mahkûm edildi.

— John Gilligan, 3 Şubat 2000 yılında İngiltere’den İrlanda’ya iade edildi, cinayete azmettirmekten 28 yıl hapse mahkûm edildi, daha sonra yapılan itirazlar ile ceza 20 yıla indirildi.

ÖLÜRKEN CAN BULMAK…

Veronica öldü ama temsil ettiği duruş ve düşünce yaşadı; şarkılarda, kitaplarda…

— Heavy metal grubu Savatage, 1998 tarihli “The Wake of Magellan” isimli albümündeki bir şarkısında Veronica’nın hikâyesine yer verdi.

— İrlandalı müzisyen Christy Moore, “Veronica in Her Honour” adında bir şarkı yazdı.

— İrlandalı grup Darby O’Gill’in üyesi (Amerikalı müzisyen) Ken Andresen, onun için bir şarkı yazdı.

— Gazeteci Emily O’Reilly, 1998’de Guerin için “Veronica Guerin: The Life and Death of a Crime Reporter” adında bir biyografi yazdı. (Daha detaylı bilgileri, sanal âlemde bolca bulabilirsiniz…)

— Veronica’nın hikâyesinden esinlenerek film bile çekildi. 2000 yılı yapımı “When the Sky Falls” ilk olsa da “Veronica Guerin” (Tam ismiyle: “Birileri Veronica Guerin’i Neden Öldürmek İstedi?”) isimli film en çok ses getireniydi. 2003 yapımı filmin başrolünde ünlü oyuncu Cate Blanchett vardı ve ortaya harika bir film çıkmıştı. Gerçekleri aramanın, yanlışların üzerine inatla gitmenin manifestosu mahiyetindeki filmi hala görmeyenlere tavsiyem; bunu hemen bulup izleyin lütfen…

Evet, Veronica Guerin isimli bir gazetecinin ölümü, ülkesinde “Kelebek Etkisi” yapmış ve onun “kanını yerde komayan” kamuoyu ve yetkililer, onun peşinde olduğu uyuşturucu şebekelerini çökertmişlerdi.

YA TÜRKİYE’DE NASIL OLUYOR BU İŞLER?

İngiliz Times gazetesi şimdilerde, “Türk çiftçiler İrlandalıların babası” başlığıyla ilginç bir haber yayınladı. Birleşik Krallık’ta yapılan bir araştırmayı aktaran gazete: “İrlandalı erkeklerin yüzde 85’inin, 6 bin yıl önce Türkiye’den ve diğer Akdeniz ülkelerinden İrlanda topraklarına gelen çiftçilerin torunları olabileceğini” aktardı. Bu araştırma, Avrupalı erkeklerin babadan oğula geçen Y kromozomları üzerinde yapılan incelemelere dayanıyormuş…

İrlandalılar, bize çok da yabancı değil… Bir de 2. Abdülhamid zamanında onların Osmanlı’dan yardım istediği ve Osmanlı’nın onlara gemilerle yiyecek yardımında bulunduğu ortaya çıktı. Hatta oraya gidip araştıranlar, “Türklere teşekkür”ün belgelerini de yayınlamışlardı…

Türkler, İrlandalıların ne kadar atası, aramızdaki hısım- akrabalık ne kadardır, bilemiyorum… ama onların bir gazetecilerinin ölümüne gösterdiği hassasiyetin yüzde birini olsun ülkemde gösterilmesini çok isterdim!

Hemen, “Yürüyüşler yaptık ya kardeşim” aymazlığı yapılmasın şimdi lütfen!

Yapıldı da, meselenin özüne mi işaret edildi? O canı kıyılan gazetecilerin, aydınların üzerine gittiği kanunsuzlukların üzerine –kaldığı yerden- mi gidildi?

Genel itibariyle, onları öldürenlerin ekmeğine yağ sürüldü. Nasıl mı?

— Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi, 1 Şubat 1979 gecesi İstanbul’daki evinin yakınlarında kimliği meçhul kişi ya da kişiler tarafından öldürüldü. Son yazıları, son tartışmaları ne üzerineydi? Gazetenin el değiştirmesine karşı olduğu, bazı çıkar ilişkilerine tavır aldığı söyleniyor. Ölümünün de bunlarla ilintili olduğu iddia ediliyor.. Katilleri arasında olduğu söyleyen ve bundan hüküm yiyen Mehmet Ali Ağca da şimdilerde dışarıda. Başka kimselerin de ilgili cinayetle bağlantısı konuşuluyor. Konuşulanlar da hep derin isimler!

Hodri meydan! Sorun bakalım, meselenin aslı nedir? Ölümünün üzerinde tam bunca yıl geçti, onun uğruna öldüğü meseleler için, onu öldürenlerin köklerini kurutmak için kimler, neler yaptı..? Bunu çözmek için de maşaları tutan elleri, ellerin kollarını, kollarını bedenini bulun hele… Son tetikçisiyle olmaz bu işler.

— Cumhuriyet Gazetesi başyazarı Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993 yılında öldürüldü. Türkiye’nin belki de en karanlık dönemleriydi o yıllar. Mumcu, arabasına konan bir bomba düzeneği ile katledilmişti.

SUÇLULAR DEĞİL, HALKIMIZ “KAHR”EDİLDİ HEP…

Mumcu, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni 1965 yılında tamamlamış, 1969–1972 yılları arasında aynı fakültenin İdare Hukuku Profesörü Tahsin Bekir Balta’nın asistanı olarak çalışmış… O yüzden de Ankara Hukuk’ta onun yeri bir başka idi.

Öldürüldüğü o 1993 tarihinde ben de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okumaktaydım. Gazetecilik ile hukukçuluk arasında gelgitler yaşadığım, hukuk derslerim arasında; bir yerel gazetenin yayın yönetmenliğini yürütmeye çalışma ve bir dergi çıkarma denemesinde bulunma çırpınışlarımın olduğu demler.

O demlerde, bizim okuldan mezun olup, hukuk fakültelerinde edindiği adalet duygusunu gazetecilikte bulmaya çalışan Uğur Mumcu gibi kalem erbaplarının ruh dünyama ışık tuttuğu zaman dilimleri.

Evet, o gün dersten çıkmış, Ankara Hukuk’un Anıtkabir misal sütunları arasından geçmiş, okulun önündeki Cemal Gürsel Caddesi’ne doğru iniyordum. Sesler, bağrışmalar duydum. Sol yumrukları havada, sloganlar atarak gelen protestocu bir grup vardı; şeriattan başlayarak, Müslümanlara, inanlara “Kahrolsunlar” sıralıyorlardı.

Mumcu gibi ilkeli ve idealist bir gazetecinin ölümünün hüznünü yaşarken, şimdi daha da “kahrol”muştum!

Evet, “Kahrolsun” dediklerinden birisi de bendim, dinini yaşamaya çalışan düz bir Müslüman Anadolu çocuğu olarak, atılan sloganlar kanıma dokunmuştu. Kendimi o kalabalıkların önüne atmamak için kendimi zor tutmuştum!

“Durun, yanlış yapıyorsunuz ve yanlış sözler söylüyorsunuz. Gerçek suçlulardan da habersizsiniz!” diye haykırmak geliyordu içimden. Duygularım böyle galeyanda iken, mantığım da bunun o an için yersiz olduğunu söylüyordu. Aklın devre dışı olduğu böyle kitlesel hipnoz anlarında, söylenecek her söz, onları daha da hırçınlaştıracaktı.

Mumcu’yu öldürenlerin ekmeğine bir yağ da ben çalmamış oldum yani… Onu öldürenler, hem onun “Öcalan- Derin Devlet” bağlantısına dair araştırmasını bombalamış, hem de ülkede kaos oluşturmuşlardı.

Daha geçenlerde, Mumcu cinayetinden 5 yıl içeride yatmış birisi basına konuştu ve suçun üzerlerine yıkıldığını, aslında Mumcu ile aynı şeyleri söylediklerini ve onunla bir alıp veremediklerinin olmadığını ifade etmişti…

Yine o dönemlerde cinayetler sıralanıp gidiyordu: Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok, Necip Hablemitoğlu… Ve Musa Anter! JİTEM, PKK, Ergenekon gölgeleri ve söylemleri altında yitip giden bir aydın, gazeteci daha…

HRANTLARA SAMASTLAR BULMAK KOLAY BU BOŞLUKTA…

Ve son dönemeçte ise Hrant Dink cinayeti.

Agos Gazetesi genel yayın yönetmeni Hrant Dink, 19 Ocak 2007 tarihinde Ogün Samast isimli bir genç tarafından öldürülmüş ve o katil(leştirilmiş) genç, Türk polisince çok kısa zamanda yakalanmıştı. Allah’tan ki Türk polisinin teknik ve tecrübelerinin yüksek seviyede olduğu bir dönemdi. Danıştay Saldırısı’nda da benzer bir kumpas yaşanmış ve Emniyet tarafından suçlular hemen yakalanmıştı. Orada da, “Allah, iman, başörtüsü” söylemleriyle iş saptırılmaya çalışılmış ama işin rengi kısa sürede ortaya çıkmıştı. Nitekim bu cinayetler de o büyük malum davanın dosyasına girmiş durumda… Dink cinayetinde de bir taşla muhtelif kuşlar vurulmaya çalışılmıştı.

Yıllarca, “Uğur Mumcu’nun katilleri bir bulunsa” denildi duruldu. Abdi İpekçi’nin ve Hrant Dink’in katilleri belli, değişen ne oldu? Onların katillerinden yola çıkarak büyük plana ulaşılabildi mi? Polis, savcı uğraşıyor diyelim; kaç gazeteci bunu kendisine dert edindi?

Bunca gazeteci, aydın öldürüldü; onların ölümlerinden neden bir anafor oluşturulamıyor? Her bir cinayet, neden bir suç şebekesinin çökertilmesi için milata dönüştürülmüyor canım ülkemde?

Türk soyundan geldiği iddia edilen İrlandalılarda oluyor da, Türklerin ekseriyette yaşadığı Anadolu coğrafyasında niye olmuyor? Eli kalem tutan herkese ve bütün yetkililere düşüyor bunun cevabı… Ama lütfen, işin kolayına kaçmayalım hemen! Tribünlere oynayarak, topu taca atarak değil.

MAŞA NE BİLİR KENDİSİNİ TUTANI..?

Papa’nın ve İpekçi’nin katili M.Ali Ağca hapisten çıkınca medyanın büyük bir ilgisine dûçar olmuştu. “Konuşsa bir çok şey aydınlanır” diye yazılıyor bazen.. Ya da kendisi “Konuşursam olay olur, filmine bilmem şu kadar para isterim” diyor…

Onun yaşlarında, gazeteci öldürüp cezaevine giren bir başka katil var; Ogün Samast. Bilmem kaç yıl sonra hapisten çıktığında da ona aynı muameleyi yapacaklar mı bakalım..?

Çıksa, bir şeyler aydınlanır mı ki?! Maşa, kendisini tutan parmaktan fazlasını ne bilir ki?

Bu cürmü işleten şahsiyeti, şahs-ı maneviyeyi ve hatta zihniyeti bilmeden, onu anlamaya çalışmadan… Maşanın, parmağın ne kadar ehemmiyeti olabilir ki?

Samast da şu an kendisi hakkında yazılanları, spekülasyonları okuyordur. Belki o da yıllar sonra çıktığında bunlardan harmanlayarak bir “Fatima’nın sırrı”nı açıklayacağını duyurur, kim bilir! Haddizatında kendisini “Aslansın, kaplansın! Vatan için, millet için, Türklük için vur, öldür koçum” diye “gazlamış” birkaç kişiden fazla kimi ve neyi biliyordur ki?

Büyük suç organizasyonları, hücre tarzı yapılanmayla çalışırlar ve bir kamuoyu oluşturmak için cinayet işleteceklerinde en alttaki bir birim vasıtasıyla, bu potansiyele uygun bir genç bulunup ona “yükleme” yapılır ve hedefe fırlatılır. İpekçi cinayetinde, Mumcu cinayetinde, Danıştay saldırısında, Hrant Dink suikastında..hep böyle..

“İrlandalı gazeteci Veronica Guerin’in uyuşturucu mafyası tarafından öldürülmesiyle ülkede büyük bir temizliğe gidildi. Türkiye’de bir silkinme yaşanıyor(du), büyük bir dava yürüyor(du). Gerçeklerin, gerçek suçluların ortaya çıkmasına taraf olma, bundan yana olmak var. Bir de topu taca atıp mızıkçılık yapmak var. Türkiye’ye hangisi yakışır sizce?” (Demişim 9 yıl önce, şimdi Türkiye kolay olanı seçti ve dosyaları tekrar rafa kaldırdı.)

Şu an, gerçekleri yazmaya çalışanlar yine hedefte. (Şahsım dahil.) İnsanın canını yakan, ölümün de beteri;  -Mumcu, İpekçi, Anter, Dink, Elçi gibi- cinayetlerin ortada kalması, asıl suçluların bırakılıp masumların hedef seçilmesi. Ölümden daha beteri de bu… Ve son söz, yorumsuz olarak Uğur Mumcu’nun sözlerini aktarıyorum:

“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunamaz.”

“Biz, siyaset bakımından karşıtlarımıza özgürlük tanımazsak birer gizli faşistiz demektir.”

“Bir kişiye yapılan haksızlık tüm topluma karşı işlenmiş bir suçtur. Susanlar da bu insanlık suçlarına katılmış olur.”

“Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım unutma bizi… Bir gün sesimiz hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım unutma bizi…”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin