Medyada nefret söylemi

YORUM | Av. FATİH ŞAHİNLER

Nefret söylemiyle ilgili tanımlar dikkate alındığında, Gülen Hareketi ve takipçilerine karşı yürütülen diktatöryal rejim merkezli nefret söyleminin 17 Aralık 2013 Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonları ile başlayıp 15 Temmuz 2016 sözde darbe girişimi ile artarak devam ettiği söylenebilir. 

Erdoğan tarafından ‘paralel yapı’ olarak ilan edilen Gülen Hareketi, bu söylemin ardından Türkiye’de yaşanan tüm olumsuzlukların mal edildiği grup olurken Erdoğan’ın sık sık ayrılıkçı, kışkırtıcı ve nefrete varan söylemleri yandaş medya tarafından desteklenerek Gülen mensuplarına karşı düzenli bir nefret kampanyası başlatıldı. Erdoğan’ın 2014’de Gülen hareketine yönelik hain, terörist, haşhaşi gibi hakaretlerinin yanı sıra “Bunlara artık su yok!” gibi nefret söylemleri ve tehditleri her geçen gün artarak devam ederken, iktidar medyası da bu durumu adeta haklı bir zemine oturtmaya çalışmıştır. 

Yalnızca hareket mensupları değil, itibarsızlaştırmaya çalıştığı devlet kurumları da 17-25 Aralık Yolsuzluk operasyonlarından sonra doğrudan hedef haline getirildi. Yapılan operasyonun ardından adeta Polis Teşkilatından intikam alırcasına Polis Koleji ve Akademilerinin kapatılması ve bu süreçte yandaş Sabah Gazetesinin 1 Haziran 2014 tarihli “FESAT YUVASI KAPATILIYOR : Paralel Yapı’nın Emniyet içinde çöreklenmesini ve bir ahtapot gibi yayılmasını sağlayan Polis Akademisi’ne neşter vuruluyor.” manşeti halkı yapılacak radikal değişikliklere hazır hale getirmede ve ilgili kurumlarda bulunan masum öğrenci ve personelin düşmanlaştırılmasında medyanın nasıl bir propaganda aracı olarak kullanıldığını göstermektedir.

Yandaş medya grubuna ait Güneş isimli gazetede 2 Ocak 2016’da çıkan “2015 FETÖ için kabus dolu bir yıl oldu” başlıklı haberde yapılan operasyonlarla ‘‘örgüte” “büyük bir darbe’’ indirildiği ifade edilirken kullanılan dil Gülen Hareketine yönelik yapılan operasyonları destekleyerek halkı bu operasyonların haklı bir başarı olduğuna ikna etmeye çalışmıştır. Başka bir yandaş medya haberinde “Paralel yapıya karşı tek vücut olunmalışeklinde hedefe konan Gülen Hareketi mensuplarına yönelik toplum içerisinde keskin bir ayrımcılığa teşvik ve yönlendirme yapılmıştır. 

15 Temmuz şaibeli darbe girişimi öncesine ait olan bu söylemler, darbe girişiminin henüz ilk saatlerinde Erdoğan tarafından Gülen Hareketine atfedilmesinin ardından artarak devam etmiştir. Henüz hiçbir kaynaktan net bir açıklama gelmemişken Erdoğan’ın ekranlarda belirerek darbe girişiminden Gülen Hareketini sorumlu tutması ve halkı sokağa davet ederek darbe girişimine karşı durmalarını söylediği sırada da yine Gülen Hareketi ve mensupları Erdoğan Rejimi tarafından hedef haline getirilmiştir. Ne yazık ki Erdoğan’ın medya üzerinden yaptığı bu çağrısının ardından sokaklara inen yandaş topluluk ve hükümetin desteklediği paramiliter yapılar, hiçbir şeyden haberdar olmayan askeri öğrenci, er ve erbaşların da bulunduğu onlarca masum insanı darp etmiş, linç etmiş ve öldürmüşlerdir.

Tüm bu gelişmeler olurken henüz açık olan Gülen’e yakın medya grupları tarafından atılan darbe karşıtı manşetleri haber yapan yandaş medya grubu “Takiyyeci alçaklar” başlığı ile Gülen hareketine yakın medya gruplarına açık bir biçimde hakaret dolu bir başlıkla saldırırken, aslında bu harekete gönül vermiş binlerce insana saldırmıştır.

Yine aynı şekilde 15 Temmuz’un hemen ardından darbe karşıtı yayın yapan gazeteciler hakkında, darbe girişiminin ertesi gününde “Darbe püskürtülünce yüzsüzlüğe vurdular!” başlığıyla yaptığı haberde geçen “Aylardır askeri darbe iması yapan, darbenin ilk saatlerinde ölüm sessizliğine bürünen

Fetullahçı Terör Örgütü’nün sosyal medyadaki tetikçileri, milli irade tarafından darbe püskürtülünce bir anda demokrasi havarisi kesildi. Terörist başı Fetullah Gülen gibi iki yüzlü bir şekilde “biz aslında darbeye karşıyız” mesajı veren Fetullahçı alçaklara sosyal medyadan tepki yağdı!” haberiyle muhalif gazeteciler özelinde tüm bir Hareketi açık bir şekilde hedef göstermiş, hakaret etmiş, nefret söylemi ile halka karşı kışkırtmıştır. 

Sözde darbe girişimi ve hemen sonrasında henüz hiçbir yargılanma tamamlanmamış, hatta gözaltına alınan kişilerin ifadeleri bile henüz alınmamış iken sözde darbenin ertesi günü 16 Temmuz’da, “Darbeci hainlerin sonu”, ‘’Biz tatbikat zannediyorduk” Bu sözler FETÖ’cü teröristlere ait!”, “Ülkesini satan FETÖCÜ üst düzey teröristler” gibi haber başlıkları ile henüz yargılanmamış, bir mahkeme tarafından dinlenmemiş insanlar fotoğraf ve isim kullanılarak hakaret ve nefret suçuna maruz kalmış, bu kişiler özelinde tüm Gülen Hareketi doğrudan iktidar medyası tarafından açık hedef haline getirilmiştir. Ayrıca yine aşağılanmış, dövülmüş ve hatta çıplak bir şekilde soyulmuş yüzlerce askerin fotoğrafları ‘terörist’ tanımı yapılarak yayınlanmıştır. Suçun şahsiliği, masumiyet karinesi gibi en temel hukuk ilkelerini gözetmeksizin henüz yargılanmamış binlerce insan yandaş medya tarafından hedef gösterilirken, halk bilinçli olarak bir kesime karşı nefret ve şiddete yönlendirilmiştir.

Özellikle darbe gecesine ait halk tarafından linç edilen askerlerin görüntüleri de yine bu kışkırtma ve nefret söylemlerinin temel sonuçlarından biridir. Yine aynı gece halkın ‘idam isteriz’ sloganlarına destek veren iktidar medyası, Erdoğan’ın ‘İdam talebinizi yok sayamayız’ sözleri ile karşılık bulmuştur. Halkta oluşturulan bu tepki, iktidar tarafından nefret söylemi ile bir propaganda aracı olarak kullanılan medyanın nasıl bir etki oluşturduğunu açıkça göstermektedir.

Yandaş medya iktidarın FETÖ söylemine destek vermekle kalmamış bu söylemi kullanmayan kişileri de hedef almıştır. Darbe girişimi sonrası darbe karşıtı miting yapan ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu hedef alarak “Kılıçdaroğlu her şeyi dedi FETÖ diyemedi”  başlığıyla Kılıçdaroğlu’nun konuşmasını bir ‘skandal’ olarak nitelendirdi. Bu durum medyanın, muhalif kanadı dahi bastırmak üzere bir söylem kullandığını açıkça göstermektedir.

Bu söylemlerin yalnızca iktidar değil, iktidara yakınlığı ile bilinen kişiler tarafından da medya aracılığıyla yayılması, Gülen hareketi ve mensuplarına karşı yürütülen nefret söylemi ve ayrımcılığın ne boyutlara ulaştığını açıkça göstermektedir. Yandaş kanal Akit Tv’de konuşan Ahmet Maranki “Umudum 25 Haziran, olmadı Belgrad Ormanı’ndaki talim şeylerimizi ağacın dibine gömdük oradan çıkaracağız, çıkacağız sokağa” ifadelerini kullanmıştır. Yine aynı şekilde iktidara yakınlığı ile bilinen Ülke Tv’de konuşan Sevda Noyan’ın “15 Temmuz kursağımızda kaldı, istediklerimizi yapamadık. Bizim aile 50 kişiyi götürür, benim listem hazır” cümleleri aracılığıyla iktidar medyası halkı Gülen Hareketine karşı şiddete yönelik kışkırtmıştır.

Günümüz Türkiye’sinde yaşananlar ne Hitler Almanyasından ne de Ruanda soykırımında yürütülen nefret söyleminden farklı değil… Medya demokratik bir toplumda dördüncü bir erk olarak görülüp denge ve denetimde hayati bir görev üstlenirken, ne yazık ki Türkiye gibi diktatöryal bir rejimde, muhalifleri bastırmak ve halkı belirli kesimlere karşı nefret ve ayrımcılık üzerine kışkırtmak amacıyla bir propaganda aracı olarak kullanılıyor. 

Tüm bunların üstüne ise bize John Dalberg-Acton’a katılmaktan başka bir seçenek kalmıyor;

“Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır.”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin