Mahkemenizin takdirine bırakmıyorum!

Yorum | Av. Nurullah Albayrak | @avn_albayrak

Bağımsız olması gereken mahkemeler, iktidar tarafından suçlu ilan edilen kişi ya da grup mensuplarının tespiti ile iktidar mensuplarınca suç olarak belirtilen davranışta bulunan kişileri cezalandırmakla uğraşmaktadır. Oysa, ceza yargılamasında amaç, kanuna aykırı bir davranış yapılıp yapılmadığının araştırılması olmalıdır. Bankaya para yatırmak, dernek üyesi olmak, sendika üyesi olmak, kermese katılmak, burs vermek, okula çocuğunu göndermek, sohbete katılmak gibi Anayasal hak olan davranışlara suç deniliyorsa, bunu diyen organa mahkeme değil parti teşkilatı denir.

İlçe adalet komisyonu teşkilat başkanlığı, il adalet komisyonu teşkilat başkanlığı, İstinaf teşkilat başkanlığı, Yargıtay teşkilat başkanlığı, AYM teşkilat başkanlığı gibi. Kararların ya da talimat evraklarının üzerinde mahkeme adı yazıyor olması bu gerçeği değiştirmemektedir. İktidar partisi mensuplarının muhaliflere karşı her fırsatta, yargıya gidilmesini, yargıdan kaçılmamasını işaret etmeleri de yargı organını kendi teşkilatları olarak görmelerinden kaynaklanmaktadır.

Adaletin gerçekleşmesini sağlayacak yargılamanın hiç şüphe yok ki bağımsız ve tarafsız mahkemeler tarafından yapılması hukukun gereğidir. Adaletin tesisi için mahkemelerin bağımsız olması da yetmemekte, tarafsız olmaları da gerekmektedir. Tarafsızlığın en önemli kriteri de yargılamanın ‘mücadele’ aracı olarak değil ‘adaletin tesisi’ aracı olarak görülmesidir.

TARAFSIZLIK İDDİASI KOMİK

Yargı mensuplarının bugün tarafsız olduğunu söylemek maalesef ki zor. En azından terör adıyla yürütülen soruşturma ve yargılamayı yapanların tarafsız olmadıkları ya da tarafsızlıklarını yitirdikleri ortada. Savcılar, zorla suçlu olduklarını kabul ettirmek için insanları tehdit ediyor. Delil toplamak yerine ilkel hukuk anlayışıyla kişilerin kendi aleyhine delil toplaması için şantaj yapıyor. Meslek hayatı boyunca neredeyse hiç tutuklama talep etmeyen savcılar bu süreçte herkes için tutuklama istiyor. Sulh ceza hakimliği kapısında sorgu için bekleyenler, hâkim karşısına çıkmadan kimlerin tutuklanacağını polisten öğreniyor. Mahkemeler müebbet hapisle yargılanan insanlara savunmasını hazırlaması için 1 hafta süre dahi vermiyor. İlk celsede delil toplama gereği duyulmadan, sanıkların ne dediğine bakılmadan mahkûmiyet kararı veriliyor ve mahkûmiyet kararından sonra delil gelirse de dosyaya konulması gibi garip kararlar veriliyor.

İnsanlar kaçırılıyor, işkenceyle ifade alınıyor, eşleriyle, çocuklarıyla tehdit ediliyor, yargısız infaz ediliyor, ‘onlar gün yüzü göremeyecek’ diye meydanlarda bağırılıyor sonra da bu gerçekler yokmuş gibi ‘suçlu değilseniz niye gelmiyorsunuz’ diyebiliyorlar. İnsanlar sürgünü tercih ediyor çünkü, ülkemizde hukuk sistemi değil intikam sistemi yürürlükte. Yargılanmak adaletin gereği olduğu gibi suç isnadına maruz kalan insanların kendilerini aklayabilmeleri için de bir araçtır. İnsanlar yargılanmaktan çekinmezler. Çekindikleri yargılama adı altında linç edilme, cezalandırılma kaygısıdır. Bu kaygının haksız ve yersiz olduğunu söylemek mevcut yaşananlara bakıldığında mümkün değildir.

Masum insanların karşısında, kampanyaların en çirkini ile tahrik edilen bir kamuoyu, kışkırtıcı davranan iktidar medyası ve bu çılgınlığı körükleyen budalaca bir bağnazlık vardır. Bu şartlarda adalet beklemek ve iktidar partisinin adalet teşkilatına güvenmek en masum ifadesiyle saflık olur.

İLKEL DÖNEMLERİN HUKUKU

Adalet teşkilatı sistemimiz, kişilerin suçlu olduğunu peşinen kabul etmektedir. Bu anlayış nedeniyle de ceza yargılaması insanlara acı vermek için başka ne yapılabilir düşüncesine odaklanmakta ve ilkel sistemlerde olduğu gibi yargılama sistemi cezalandırma aracı olarak kullanılmaktadır. 100 binin üzerinde gözaltı 60 bine yakın tutuklama, binlerce mahkûmiyet kararı, eşlerin ve çocukların tutuklanması adaletin sağlanması değil cezalandırma amacıyla hareket edildiğini göstermektedir.

İlkel dönemlere ait “haddini bildirici” veya “ders verici” ceza yargılaması anlayışından, 1789 İnsan Hakları Bildirgesiyle ilk defa kabul edilen ‘Her insan suçu sabit oluncaya kadar masum sayılır’, ‘Yasanın belirlediği haller veya yasanın öngördüğü biçimin dışında hiç kimse suçlanamaz, yakalanamaz ve tutuklanamaz’, ‘Hiç kimse suçun işlenmesinden önce ilan edilen ve gereği şekilde uygulanan yasalar dışındaki başka bir yasa nedeniyle cezalandırılamaz’ ilkelerine ve anlayışına tekrar dönülmediği müddetçe, bağımsız bir yargımızın olduğundan ve hukuk devletinin gereklerinin yerine getirildiğinden bahsedilmesi insanların aklıyla alay etmekten başka bir şey olmayacaktır .

YARGIYA GÜVENMEK İÇİN

‘Yargıdan kaçmayın, bağımsız yargımız sizi yargılasın’ diyenler öncelikle ilkel hukuk sisteminden vazgeçerek evrensel hukuk ilkelerini hayata geçirmeliler.

Bunun için de öncelikle;

  • Özel olarak oluşturulmuş mahkemeler ve hakimlikler kaldırılmalı, bu mahkemelerde yapılan yargılamalara son verilmeli (Doğal Hakimlik İlkesi),
  • Kanunun açıkça suç saymadığı fiilden dolayı insanlara suçlama yöneltilmesine son verilmeli (Suçta ve Cezada Kanunilik İlkesi),
  • Başkalarının işlem ve eyleminden dolayı hiç kimseye sorumluluk yüklenmemeli (Sorumluluğun Şahsiliği İlkesi),
  • Anayasal hak kapsamında yapılan fiillerin suç olmadığı ve kusur olmayan bu tür davranıştan dolayı suçlu muamelesinde bulunulmasına son verilmeli (Kusursuz suç ve ceza olmaz ilkesi),
  • Herkes, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde belirlenen hakları doğrultusunda yargılanma hakkına sahip olmalı ve hukuk dışı davranışlara son verilmeli (Dürüst yargılanma ve Savunma Hakkı ilkesi),
  • Suçluluğu, kesinleşmiş mahkeme kararıyla belli olmadan hiç kimseye suçlu muamelesi yapılmamalı ve suçlu gibi kabul edilerek, tutuklama gibi tedbirlerin uygulanmasına son verilmeli (Masumiyet Karinesi),
  • Mahkemelerin siyasi iktidarın talimatı ya da tavsiyesiyle hareket etme ve kararlar verme anlayışına derhal son verilmeli. Hakimlerin de ‘mücadele’ anlayışından derhal vazgeçmeleri ve adaletin tecellisi için çalışmaları sağlanmalı. (Mahkemelerin Bağımsızlığı ve hakimlerin tarafsızlığı),
  • İşkence, tehdit, şantaj yaparak insanları suçlayıcı beyanda bulunmaya zorlama ve yasadışı delil elde etme çabasına derhal son verilerek, bir suç işlendiği iddia ediliyorsa hukuka uygun yol ve yöntemlerle elde edilen delillerle iddia edilen suçun ispatına çalışılmalıdır.  (İddia edenin ispat külfeti),

Bunlar hayata geçirilirse, sürgündeki insanlar da dahil olmak üzere herkes mahkemelere giderek ifade verecek ve adaletin tecellisini isteyeceklerdir. Bunlar yerine getirilmeden, ‘gelin ifade verin, neden ifade vermiyorsunuz, masumsanız niye kaçıyorsunuz’ söylemi, işlerin kaba kuvvetle çözüleceğini zanneden ergen davranışından başka bir anlam ifade etmeyecektir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Sayın hocam. Bu söylediklerinizi şu anda bizleri yöneten veya yönettiğini zannedenler de gayet iyi biliyorlar ki eğer adalete,kanuna,anayasaya,evrensel insan haklarına uysalar yaptıkları suç ve cezalarını çekeceklerdir….. Sadece her kim olursa olsun içeri atmak,intikam almak,ölene kadar da hiçkimse bunlardan hesap soramamaktır beklentileri.

    Türkiye artık bir çıkmazın içinde debelenip duruyor. Demokrasinin işleyebilmesi için sadece iktidarın gitmesi ile hallonulmayacak;evrensel hukuku uygulayacak Hz. Ömer gibi adalet için yeri geldiğinde kendini yerden yere vuracak babayiğitlere ihtiyaç var.

    Demokrasiyi de her şeyi yanlış bildiğimiz gibi algıladığımız için,bizlere belâ gelmeden kendimize gelmemiz çok zor. En az şu andaki çarpıklıkların düzelmesi ve dünyayla aynı frekansta bulunmamız için; tüm şartların yerli yerince işleyebilmesi için 25 yıla ihtiyacımız var. Yeni nesil het ne kadar teknolojik olsa da cehalet çok korkunç boyutlarda. Ümitsizim ben ülkem adına özür dilerim……………

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin