İncinirim, incinirsin, incinir

YORUM | HAKAN ZAFER

“İncinmezlik yanılgısı” denilince, hacca veya umreye gidenlere tanıdık gelecek bir manzara gözümün önüne geliyor. Safa ve Merve tepeleri arasında gidip gelirken işaretli bir alan var. Oraya ulaşınca yürüyüş değişiyor. Daha heybetli, çalımlı yürüyor, hatta koşuyorsunuz. Buna, “hervele” deniliyor. Hz. Peygamber’in (sav) ilk uygulamasında, Mekke müşriklerinin onları izlerken görebildikleri bu kısa mesafeye gelince, onların nazarında yorgun ve korkmuş değil, daha heybetli görünmek için böyle davranılmış. Buraya kadar normal. Fakat şimdilerde, “şirket rutini” gibi bir telaşlı halle yapılıp bitirilen bu anlamlı ibadet, hazırlıksız yakalanan kimselerin yürüyüşünü bozuyor. İhramlı erkekler, sıcağın etkisiyle pişik olunca, hervele esnasında garip görüntüler ortaya çıkıyor. Kınamak için anlatmıyorum. Sadece manzaranın heybet saçmadığını ifade etmek istedim.

Durum aşağı yukarı bu. Aslında, toz kondurmayalım dediğimiz ne varsa, incinmezlik takıntımız onlara zarar veriyor. O ibadetin (sa’y) bize öğretmek istediği, hayatın gelgitlerine karşı takınmamız gereken tavır, incinebilir olmakla yan yana düşünülebilir.

*****

Her zamirin bir incinmesi var.

İncinir insan. Bize de bir şey olur.

Olur.

Problem incindiği halde incinmemiş gibi devam etmektir. Bu kabullenmeme;

  • Kabalaştırır. Çünkü o esnada sezgiler aldatıcıdır. Bariz tehlikelere dönüp baktırmayacak kadar güven yüklenmiş, kabaran duyguların vanasız hali, etrafça pek kibar algılanmaz.
  • Olmadığı gibi davrandırır. Korkularını, hem kendisinden hem de başkalarından gizlemek, sanki öyle değilmiş gibi korkusuz gözükmek için kontrfobik davranışlar geliştirmeye sebep olur.
  • Çok risk aldırır. Yeterli görünerek, kolay kolay zarar görmeyeceğimizi ispat için rüzgâra karşı durdurur, uçurumun kenarında dolaşsak bile düz tarlada zannettirir.
  • Beklenti yükseltir. “Öyle” görünüyoruz diye el âlem bizi gerçekten “öyle” zanneder. Kaldırabileceğimiz yükün altına girmektense, ezildiğimiz yükün altında “ayaktayım” görüntüsü verdirir.
  • Kula mecbur bırakır. Etrafımızda kim varsa, onları yıkılmadığımızın kanıtı gibi algılarız. Kendileri ile aldandığımız bu insanlar, gözümüzde fazlasıyla büyür. Piredir ama onun varlığını kendimize güvence kabul ettiğimizi bildiği için bir devin harcırahını bizden ister.
  • Ölçüsüzleştirir. Mesafeli tutum ve seçici davranıştan uzaklaştırır. Her gelene kapı açtırır, minderini başköşeye serdirir. Yeter ki gelsinler diye, her diledikleri yere han dikmek zorunda bıraktırır. Gelen bu kalabalıklar, sadece halılara basmaz. Çoğu zaman, çiğnenen kalbimiz, ezilen duygularımız olur.

*****

Riskli durumlara, hataya açık yanlarımıza, alelade yakınlıklara yiğitlik yapmadan, incinmenin de normal olduğunu kabullenerek, olabileceğini bilmek (inanmak değil!), olmasın diye gayret gösterebilmek marifettir. Kuran,

  • İncitici olanın, aşılmaz engel görülmeden geride bırakılması gerektiğini (Ahzab 48);
  • İncinmenin, normal ama korkup yıkılacak bir durum olmadığını (Al-i İmran 111);
  • Allah’ın “yüzlü” kulunu temize çıkarmasının bir adım öncesinin incinme olduğunu (Ahzab 69);
  • Kulağı, etrafının incitici sözleriyle dolu olduğu halde bile Allah’a karşı dikkatli davranıp (takva), hata yapmamanın çok büyük bir iş olduğunu (Al-i İmran 186);
  • Bu zor işin üstesinden gelebilmenin ancak sabreden ve elinden geleni yaptıktan sonra Allah’ın yaratmasına sığınan tevekkül erbabı kimselerce başarılabileceğini (Al-i İmran 186, Enam 34, Ahzab 48)

beyan ettiği halde incinebilir olmayı kabullenmemek, kusursuzluğun, hata yapmamış olmanın ispatı olsun diye incinmemiş, sapa sağlam görünmek, ortalama bir dindarın zihin konforunu kaçırması gereken bir konudur.

*****

Nesi var incinmiş görünmenin?

Bizi zayıf düşürmesin diye olmadığı gibi görünmek, sonunda daha fazla incinmeye sebep olmaz mı? Neden Mina’da diz kırıp af dileyen Âdem’in (as) ona yaraşır evlatları olarak incindiğine inanmak istemez, dizlerimizi kendi Minamız’da kırmayız?

Nuh (as) gibi “mağlup oldum” diye bağırır, sana üstün gelen şartlarla yüzleşmeni isteyen Rabbinden yardım bekler, sonra da bir gemiye binip çeker gidersin. Musa (as) gibi, başına bin bir dert açan, içinden çıktığın kavmine dönüp, “beni bildiğiniz halde niye incitiyorsunuz” diyerek kalplerin arasına mesafe beklersin. Eyyüb (as) gibi, sana da zarar dokunur, hasta olursun, ya bedenin sızlar ya ruhun. İyileşmek için ötelerden gelecek merhameti beklersin. Yunus (as) gibi erken pes eder, bir balığın karnında sen de sindirilirken “etme” der de “sahile bırakılırsın”.

Nesi var bunun?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. :)) Bazen diyorum çok mu fazla memnuniyet bildiriyorum yazar çizerlere? Ve daha sonra diyorum ki bu konuya bir netlik getirmeliyim. Aslında kişilere övgü ve beğeni değildir cümlelerim.Bahşedilene hayranlıktır..

    İyi zanaatkar olmak kişinin azim ve cabasının sonucu.Ve bu sonuç takdir edilebilir.Çünkü bir insan olağan üstü olmayan yapabilirliliğini çalışma ve sabır ile parlatabilir.Bunun için istek ve azim,düzenli çalışmak yeterlidir.Sonucu alkışlamak tercih ile ilgilidir.

    Bahşedilene hayranlık ise insanın , sebep olduğunu unutmadan Bahşeden’e olan sevgi ve şükürdür.

    Cümleler kurulurken ve ardı arkasına gelen kelimeleri insanın kabiliyeti ile seçip düzenlemesi ile hiss-i kable’l-vukû denilen şekilde sıralaması farkedilir ise” Subhânekellâhumme ” demek gelir insanın yüreğinden .

    İşte ben bazı yazılarda bunu söylemek yerine günümüz türkçesindeki sığ ve kifayetsiz beğeni kelimelerini sıralıyorum.Ve anlamdaki sığlık sanki kişiyi övüyormuşum hissi verebilir.

    Bu yazıda yazan eller sebeptir.Sevgim ve beğenim Allah’a dır.

    İncinme! incidenden…

  2. Selam
    İncire gitti aklım birden..nasıl da incinir…hemen hastalanıverir..yemiş vermez yada verse de yenmez…yanından pis huylu biri geçse hemen bozuluverir…
    şimdi de Zeytin geldi aklıma..nasıl da bozmaz kendini ondan bundan…ne verirse her yıl verir..aldırmaz şuna buna n’apmış yanında…yakınında uzağında..işini yapar…zeytin verir..
    yaHu her birimizde bu iki ağaçtan da var herhalde…ne biri erkek..ne diğeri dişi…birazımız incir biraxımız zeytin.. incir biten heryerde zeytin de biter ne acayip…zeytin varsa incir de vardır ne garip.. havvasız adem ademsiz de havva olmaz gibi… bazımız daha zeytin bazımız daha incir.. ben mahvoldum… selvi mi olsam ki.. ama sonra ne yer sevgili…
    zeytin tamam zeytin.. biraz da incir…fakirin halinden fakir anlar ya..inciri anlamak için de biraz incir olmak lâzım galiba… ondan herhalde erkekte de östrojen var biraz.. biraz da testesteron kadında…
    v’Allaha iyi ki Muhammed var tere kurbânım..yoksa halimiz dumandı bu ma’cun dünyada..gerçi doğada herşey alenen ortada ama…sapığın teki gelip bir ateşlese..yandık v’Allaha…o kadar hassas o kadar nârin.. vesSelâm

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin