Lale Devri’nin Damat Paşası [Padişah Damatları-3]

Yorum | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

Osmanlı Devleti “Muhteşem Yüzyıl” sonrasında içeride ve dışarıda çok büyük problemler yaşadı. İçeride Celali isyanları ile uğraşırken doğuda İran, batıda Avusturya ile uzun yıllar devam eden savaşlar yaptı.

Dönemin hükümdarları artık bir Fatih, Yavuz veya Kanuni değillerdi. Yeniçeri ve sipahiler ülke yönetiminde çok fazla etkili olmaya başlamış, Valide Sultanların devlet yönetiminde etkisi iyice artmıştı. Çocuk yaşta tahta çıkan padişahlar nedeniyle saray kadınları her şeye karışmaktaydı. Kötü gidişi durdurabilecek devlet adamları ise uzun süre iktidarda kalamıyorlardı.

Devletin içine düştüğü durumun en iyi göstergesi, Anadolu’yu kasıp kavuran Celali isyanlarıydı. Dönemin padişah ve devlet adamları ise olayların nedenlerini incelemek yerine “kuvvet ve şiddet” yoluyla sorunu çözeceklerini zannediyorlardı.

SİLAHTAR (ŞEHİT) ALİ PAŞA

Bu kötü gidiş, yüzyıl sonunda Karlofça Antlaşması’ndaki ilk büyük toprak kayıplarıyla sonuçlandı. Osmanlı Devleti’nin 18. Yüzyıldaki hedefi kaybettiği yerleri geri almaktı ve başlangıçta başarılı da olundu.

Prut Seferi ile Ruslardan Azak Kalesi geri alındı. Yeni hedef, Karlofça Antlaşması’nda Avusturya ve Venedik’e bırakılan yerlerin kurtarılmasıydı. 1715-1718 Savaşlarında bu iki devletle savaşa girişildi. Bu savaşların başında Sadrazam “Damat” Silahtar Ali Paşa bulunuyordu.

Ali Paşa, II. Ahmet zamanında saraya girmiş ve daha sonra padişah III. Ahmet’in “musahibi” olmuştu. 1709’da da padişahın kızı Fatma Sultan’la nikâhlanarak saraya “damat” oldu, ardından ikinci vezirlikle “taltif” edildi. 1713’de de Sadrazamlık görevine getirildi.

Ali Paşa’nın ilk hedefi Mora’nın geri alınmasıydı. 1715’de yapılan Mora seferi başarıyla sonuçlandı ve yarımada yeniden Osmanlı topraklarına katıldı. Ali Paşa da “Mora Fatihi” unvanını aldı.

Paşa bu başarısından sonra Avusturya’ya karşı sefere çıkmaya karar verdi. Meşveret Meclisinde böyle bir sefer için daha fazla hazırlığa ihtiyaç olduğuna dair görüşleri dikkate almadı. Hatta sefere olumlu fetva vermeyen Anadolu Kazaskerini sürgüne gönderdi.

Ordu, 1716’da top ve mühimmat eksikliğine rağmen Ali Paşa’nın Serdar-ı ekremliğinde sefere çıktı. Paşa, Petervaradin’de askeri cesaretlendirmek için at üstünde yalın kılıç harekete geçince alnından vurularak şehit oldu. Vefat ettiğinde otuz beş yaşındaydı.

Ali Paşa’nın gençliğinin de etkisiyle hırsla hareket ettiği ve Avusturya seferinin masraflarını karşılayabilmek için binden fazla ayanı idam ettirerek mallarını müsadere ettiği ileri sürülmektedir.

Olumlu icraatları olarak para karşılığı ilmi rütbelerin verilmesini yasaklaması, küçük yaşta müderris tayinini engellemesi ve Mısır’da Afrika kökenli kölelerin hadım edilmeleri geleneğine son vermesi gösterilebilir.

NEVŞEHİRLİ DAMAT İBRAHİM PAŞA

Savaş, Ali Paşa’nın şehadeti sonrasında Osmanlılar için tam bir kâbusa dönüştü. Osmanlı kuvvetleri büyük mağlubiyetler yaşadı. 1718’de bir başka “damat”, Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Pasarofça Antlaşması’nı yaparak savaşa son verdi. Antlaşma ile Mora Osmanlılarda kaldı. Ancak Belgrat dâhil olmak üzere bazı yerler Avusturya’ya bırakıldı.

O zamanki adı “Muşkara” olan Nevşehir’de doğan İbrahim Paşa, Edirne Sarayı’nda tanıştığı Şehzade Ahmet’in itimadını kazanmış ve onun güvenilir bir adamı olmuştu. Şehzadenin  “III. Ahmet” olarak tahta çıkmasından sonra da Padişahın idari işlerde emin bir müsteşarı gibi görev yaptı. Ancak muhaliflerin faaliyetleriyle saraydan uzaklaştırıldı.

1715’den itibaren savaşa iştirak eden İbrahim, daha sonra yine Padişahın yanında görev yaptı ve hızla terfi etti. Ali Paşa’nın şehadetinden sonra da padişahın dul kalan kızı Fatma Sultan’la evlendirilerek “damat paşa” oldu. 1718’de sadrazamlık görevine tayin edildi.

İbrahim Paşa, kaybedilen toprakları savaş yoluyla geri alabilecek bir yapıda değildi. Asıl arzusu yaşanan toprak kayıplarını unutturacak bir sulh devrinin yaşanmasıydı.

LALE DEVRİ

“Lale Devri” tanımlaması ilk defa Yahya Kemal tarafından kullanıldı. Ancak asıl yaygınlaşması, “tarihi halka sevdiren adam” olarak bilinen Ahmet Refik vasıtasıyla oldu. Ahmet Refik, İkdam’da 1913’de tefrika ettiği makalesinde ve daha sonra bastırdığı kitapta bu adı kullanmıştı.

Lale devri, Osmanlıların Batı’nın gerisinde kaldığının farkına vardığı ve Batının üstünlüğünü kabul ederek yenilikler yapmaya çalıştıkları bir dönemdir. Dönemin başlıca aktörü, Damat İbrahim Paşa idi. Paşa, Avrupa’ya gönderdiği elçilerle Batı kültür ve medeniyetini yakından öğrenmeye ve bunları Osmanlı Devleti’ne tatbik etmeye çalıştı.

Bu dönemde Paris’e giden Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin oğlu Sait Efendi ve Macar mühtedisi İbrahim Müteferrika’nın gayretleriyle Üsküdar’da bir devlet matbaası kuruldu. Bu matbaada dini eserler dışında çeşitli konularda eserler basıldı.

Sistemli bir tercüme faaliyetine girişilerek Batı ve Doğu klasiklerinden eserler tercüme edildi. O zamana kadar İstanbul’u mahveden yangınlara karşı da “Tulumbacı” teşkilatı kuruldu.

Asıl yoğun çalışmalar ise imar faaliyetlerinde oldu. Fransa örnek alınarak pek çok eser inşa edildi. Bu eserlerde Barok ve Rokoko tarzları örnek alındı.

İstanbul’da ve özellikle Saray çevresinde dönemin meşhur şairi Nedim’in “yiyelim içelim kâm alalım dünyadan” mısraında ifade ettiği anlayış öne çıktı. Boğaziçi ve Haliç kıyıları Saray mensupları, devlet adamları ve zenginlerin köşkleriyle donatıldı. Diğer taraftan yeni yalı ve köşklerin yanına yeni camiler inşa etmek de ihmal edilmedi.

Dönemin sembolü ise Kâğıthane’de Damat İbrahim Paşa’nın takibiyle iki ayda tamamlanan Sadabat Kasrı oldu. Bu kasrın inşasından sonra Kâğıthane deresinin iki tarafı Versailles’ı örnek alan beyaz köşklerle dolduruldu.

İbrahim Paşa, kayınpederi III. Ahmet’e neşeli bir ortam hazırlamaya çalışmakta ve kışın helva sohbetleri, yazın da çeşitli eğlenceler düzenlenmekteydi. Bu eğlencelerin en önemli sembolü “lale” idi. Çok çeşitli laleler yetiştirilmekte, lale soğanlarının fiyatı astronomik seviyeye çıkmaktaydı. Bu dönemde lalenin 839 çeşidinden söz edilmektedir.

Eğlenceler çok şaşaalı oluyor, lalelerin altında kandiller ve kaplumbağaların üzerinde mumlar yakılıyordu. Kış mevsimiyle birlikte de helva sohbetleri öne çıkıyordu.

İbrahim Paşa’nın en büyük katkılarından birisi de doğduğu köy olan Muşkara’ya oldu. O zamanlar bir köy olan Muşkara, Paşa’nın imar faaliyetleri ve nüfus iskânıyla gelişerek yeni adıyla “Nevşehir” ortaya çıktı.

HÜZÜNLÜ BİR SON

Lale devri bir taraftan yeniliklerin yapıldığı ama diğer taraftan lüks ve israfın öne çıktığı, Osmanlı toplumunun dünyaya bakışının değiştiği bir dönemdi. Bir tarafta zengin kitle gününü gün ediyor, diğer tarafta halkın sefaleti gittikçe artıyordu. Bu dönemde gereksiz harcamalara ve kadınların aşırı süslenmelerine karşı ferman çıkarılması bunu doğrulamaktadır.

Sarayın gereksiz israfı, Avrupa’yı taklit eden hayat tarzının yaygınlaşması ve ortaya çıkan aşırı vergiler, halkın tepkisine yol açtı. Halk İstanbul’da sefahatin artmasından şikâyet ediyor, askeri reformlarla menfaatlerini kaybedeceğini düşünen yeniçeriler ve ulemanın bir kısmı da gayrimemnun halka destek veriyordu. İbrahim Paşa’nın önemli makamlara kendi akrabalarını getirmesi de memnuniyetsizliği artıran diğer bir nedendi.

Bardağı taşıran son damla ise İran meselesi oldu. Osmanlı-Rus savaşı çıkmak üzereyken İstanbul’daki Fransız elçisinin aracılığıyla 1724’de bir antlaşma yapılarak İran toprakları iki devlet arasında paylaşılmıştı. Ancak İran’a hâkim olan Eşref Han’ın bunu kabul etmemesiyle mücadele yeniden başladı.

Tebriz’in kaybedilmesine rağmen bunun gizlendiği iddiası ve Üsküdar’da toplanan ordunun sefere çıkmaması gibi nedenlerle 1730’da Patrona Halil isyanı çıktı.

Padişah III. Ahmet asileri yatıştırmak için ilk olarak damadını feda etti. Padişahın emriyle Damat İbrahim Paşa ve Paşa’nın damatları sarayda boğdurularak cesetleri isyancılara teslim edildi. Paşa’nın cesedi günlerce dolaştırıldıktan sonra III. Ahmet Çeşmesi civarına defnedildi.

İsyancılar; dönemin köşkleri, bahçeleri ve diğer eğlence yerlerini tahrip ettiler. Padişah III. Ahmet ise damadı İbrahim Paşa’yı feda etmesine rağmen tahtını koruyamadı ve yerine yeğeni I. Mahmut geçti.

Yeni inşa edilen köşklerin yanına cami yaptırılması ve halka bol bol ihsanda bulunulması da halkın memnuniyetsizliğine çare olmamıştı. Böylece “damat paşa ve kayınpeder padişahın birlikteliği” iktidarlarını korumaya yetmiyor ve on iki yıl süren “Lale devri” sona eriyordu.

Kaynakça: A. Özcan, “Şehid Ali Paşa”, “Lale Devri”, TDV İA;  M. Aktepe, “Damad İbrahim Paşa”, TDV İA, Patrona İsyanı, İÜ Edebiyat Fak, 1958; M. Eravcı, İ. Kiremit, “Lale Dönemi ve Patrona İsyanı Üzerine Yeni Değerlendirmeler”, Tarih Okulu, 2010, S. 8.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin