Kraliçe’nin ölümünü bekleyen prens [Vehbi Şahin, yazdı]

Siyaset kazanı kaynıyor.

Politikacılar, 16 Nisan’da referandum sandığından çıkan sonuca göre pozisyon almaya başladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen hafta partisine yeniden üye oldu mesela…

21 Mayıs’ta da AKP’nin başına geçecek.

Şu anda siyasetin tartışmasız baş aktörü…

Gündemi istediği şekilde yönlendiriyor.

Rakibi sadece kendisi…

Muhalefet ise Erdoğan karşısında 15 yıldır çaresiz…

 

ORTAK PAYDA ERDOĞAN KARŞITLIĞI

Halk oylamasında seçmenin yarısı, Erdoğan karşıtlığında birleşti.

Şüphesiz bu “ortak payda” yeni bir “siyasi dil” geliştirme adına muhalefet için umut verici…

Nitekim Deniz Baykal, bu potansiyeli gördü ve iki öneride bulundu:

1) Eski Cumhurbaşkanı Gül, 2019’da yapılacak başkanlık seçiminde yüzde 49’un “ortak adayı” olarak Erdoğan’ın karşısına çıkabilir.

2) Kılıçdaroğlu bu yarışta aday olmayı düşünmüyorsa, CHP yeni bir genel başkan seçebilir.

Deniz Baykal’ın bu teklifine Abdullah Gül, “Söylenenleri ciddiye almadım” diye cevap verdi.

CHP lideri Kılıçdaroğlu isim belirlemek için vaktin henüz erken olduğunu söyledi.

 

BÖKE’DEN CESUR ÇIKIŞ

Şüphesiz en beklenmedik hamle CHP Sözcüsü Selin Sayek Böke’den geldi.

Partideki görevlerinden istifa eden Böke, “Mevcut yönetim anlayışının parçası olmayı uygun bulmuyorum” dedi.

16 Nisan’dan sonra partisinin gerekli adımları atmadığını dile getirdi.

AKP içindeki muhaliflerin bırakın istifayı, görüşünü bile dile getirmekten korktuğu bir siyasi ortamda Böke’nin CHP yönetimini eleştirmesi bence çok erdemli bir hareket…

Peki, neden önemli bu istifa?

1) CHP içinde “Kemal Bey’le olmuyor” diyenler için yeni bir umut ışığı olabilir.

2) “CHP merkez sağa demir attı” eleştirisi yapan sosyal demokratların aradığı lider haline gelebilir.

3) Erdoğan’ın sağ seçmen nezdinde oluşturduğu “din düşmanı CHP” imajını kırmak isteyenlerin aradığı “yenilikçi” lider profiline uygun düşebilir.

 

YENİ BİR HİKÂYE

Peki, Selin Sayek Böke’nin kumaşı liderlik yapmaya müsait mi?

Onu bilmiyoruz.

Ama nasıl bir politikacı olduğunun ipuçlarını, Mart ayında gazeteci İrfan Aktan’la yaptığı söyleşide bulmak mümkün…

Kürt sorunundan Suriyeli mültecilere, TSK’nın Suriye’deki varlığından Irak Kürtlerinin bağımsızlık ilanı ihtimaline, CHP’nin sağa kaydığına dair eleştirilerden ekonomideki gidişata kadar hemen her konuda görüşlerini paylaşmış Böke…

Özetle diyor ki…

1) Yeni bir hikâye yazmamız gerekiyor.

2) Yeni yazılacak hikâyenin önemli bir ilk ayağı, hukuk devletini inşa etmekten ve demokrasiden geçiyor.

3) 14 yılda kimlikler üzerinden yürütülen siyaset, farklı kimliklerin sorunlarını derinleştirdi.

4) Sosyal demokratlar, el uzatarak bu kimlik siyasetini değiştirmek zorunda.

5) Herkese kendi dilimizle konuşan ama onların da kulak kabartabileceği kadar kucaklayıcı bir dile ihtiyaç var.

Başarabilirse önemli açılımlar bunlar…

 

O VARKEN BEN YOKUM

İşin doğrusu bu ve benzeri tespitleri merkez sağdaki politikacıların da yapması gerekiyor aslında…

Mesela Abdullah Gül’ün…

Zaman zaman siyasi görüşlerini açıklıyor, ama toplumun kendisinden beklediği “liderlik” rolüne bir türlü soyunmuyor.

Net bir tavır takınmıyor yani…

Tıpkı Baykal’a cevap verirken olduğu gibi…

-Yedi sene tarafsız cumhurbaşkanlığı yaptım.

-Siyasete girmeyeceğimi defalarca söyledim.

-Bütün birikimimi, bilgimi yeri geldiğinde paylaşma sorumluluğum var.

Ne anladınız?

-Ben Erdoğan gibi taraflı değilim.

-O varken siyasete girmem.

Ama kapıyı da tam kapatmıyor.

“Aday olmayı düşünmüyorum” demiyor.

AKP cephesinden gelen “Baykal’ın sözlerine karşı tavrını açıkça ortaya koy” baskısına karşı zoraki bir açıklama yapıyor sadece…

 

DEMOKLES’İN KILICI

Peki, bu beyanat AKP kurmaylarını rahatlatır mı?

Rahatlatmaz; çünkü…

Gül, Erdoğan’a alternatif lider olma vasfından vazgeçmiş görünmüyor.

Mevcut AKP yönetimi için çok rahatsız edici, Gül’ün rengini belli etmeyen bu flu tavrı…

Demokles’in Kılıcı gibi sürekli Erdoğan’ın tepesinde duruyor.

Ama ben Erdoğan’ın bu durumdan çok rahatsız olduğunu sanmıyorum.

Zira Gül’ün bu “bekle-gör” stratejisi en çok onun işine yarıyor.

Şöyle izah edelim:

1) Erdoğan, Gül’ün rakip olarak karşısına çıkmayacağını biliyor.

2) Gül, AKP içindeki Erdoğan muhaliflerinin potansiyel lideri olarak duruyor ve onların hareket alanını kısıtlıyor.

3) Aynı şekilde merkez sağda yeni parti arayışında olanların harekete geçmesini engelliyor.

 

EL FRENİ

Bir tür el freni vazifesi görüyor Abdullah Gül…

Ne muhalefetin başına geçip onlara liderlik ediyor.

Ne de “Ben kesin yokum” demediği için de AKP içindeki ve dışındaki muhaliflerin bağımsız hareket etmesine izin veriyor.

Sadece bekliyor.

Neyi bekliyor?

Konjonktürün değişmesini ve şartların olgunlaşmasını…

Sadece Gül mü?

Değil elbette…

Merkez sağda politika yapanlar da Milli Görüş çizgisinde olanlar da Erdoğan’ın siyaset sahnesinden çekilmesini umuyor.

Tıpkı 65 yıldır, annesi İngiltere Kraliçesi İkinci Elizabeth’ten sonra “Kral” olmayı bekleyen Prens Charles gibi sıranın kendilerine gelmesini bekliyor.

Kısacası…

Erdoğan’a rakip olmaktan korkuyorlar.

Daha kolay olanı tercih edip Erdoğan sonrasına hazırlanıyorlar.

Türkiye yangın yerine dönmüş…

Toplum kutuplaşmış…

Demokrasi katledilmiş…

Hukuk ayaklarına altına alınmış…

Muhalifler zindanlara tıkılmış…

 

GÜL MÜ BÖKE Mİ?

Gümbür gümbür konuşması gerekenler siyasi hesap yaparak susuyor.

Dolayısıyla…

Ben, Gül ve benzerlerinin bu “silik” politikalarını ahlâki açıdan doğru bulmuyorum.

Selin Sayek Böke’nin istifa etmesi, Kılıçdaroğlu’nun izlediği politikayı beğenmediğini kamuoyu önünde eleştirmesi, Gül’ün açıklamasından daha değerli…

Kapalı kapılar ardında konuşup, kamuoyu önünde gerçek fikirlerini söylemekten korkanlara göre Böke’nin bu duruşu daha “mertçe” bir tavır…

Yoksa yanılıyor muyum?

Ne dersiniz…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin