Kötülüğün Yükselişi ve Çöküş

Nedim Hazar

Aşinalığımız epey eskiye dayanan bazı okurlarla şöyle bir diyaloğumuz sıklıkla olur: 

-Ağabey bu süreç en çok sizin sinema yazılarınızdan mahrum bıraktınız bizi!

Açıkçası toplum ve hareket olarak büyük travma yaşanınca kimsenin bundan vareste olması mümkün olmuyor. Hani bırakınız bir filmin kritiğini yapmak, izlemeye bile hali/mecali olmuyor insanın. Kim okuyacak ki!

Ancak hayat da bir şekilde kendi mecrasında akıyor bir şekilde. Dolayısıyla ufaktan sinema ile hayatı birleştiren yazılar ele almanın faydalı olacağına dair inancım geri gelmeye başladı. Vizyondaki güncel filmleri analiz etmektense belki kendi gündemimizle bir şekilde çakışan sinema ürünlerine yoğunlaşmanın daha faydalı olacağına da inanmaktayım üstelik. 

Bu sebeple sizlere bu hafta kötülük ve yükselmesine dair bir iki filmden bahsedeceğim. 

  1. Dünya savaşı, hassaten Hitler ile ilgili filmlerde Hollywood’un klişe bir bakış açısı vardır. Çoğu zaman karikatüre kaçan bir Hitler tipolojisi karşımıza çıkar Hollywood filmlerinde. Elbette bunda Yahudi lobisinin film endüstrisindeki ciddi etkisini göz ardı etmemek lazım. Bu nedenle pek az Amerikan filminde yakın tarih dengeli şekilde ele alınır. Gerçi Hitler karakteri her türlü abartıya müsait bir prototiptir, lakin yine de tarihi bir karakterin yanlış ve dengesiz çizilmesi tarihin anlatımını da etkiler. 

İlk filmimiz 2003 yapımı. Aslında sinema için çekilen bir film değil. TV kanalı CBS’in iki bölümlük bir TV filmi projesi; Hitler: Rise of Evil – Kötülüğün Yükselişi. İsminden de anlaşılacağı üzere, kötülüğün basamak basamak yükselişini izliyoruz 4 saat boyunca. Hitler’in çocukluk, gençlik ve iktidara geliş sürecini anlatıyor. Dünyanın başına bela olan diktatörün özellikle iktidar dönemini oynayan Robert Carlyle’in müthiş performans sergilendiği yaklaşık 240 dakikalık film (DVD edisyonu daha da kısadır)  İngiliz filozof Edmund Burke’ün şu cümlesiyle açılıyor: “Kötülüğün zaferi için gereken tek şey; iyilerin hiçbir şey yapmamasıdır.” 

Hitler’in dünyayı ateşe atmasından hemen önceki dönemini epizodik olarak izliyoruz başta. Güzel sanatlar okulundan atılmasıyla kader onu bambaşka yerlere savuruyor ve insanların zaaflarını kullanarak adım adım iktidarı ele geçiriyor Adolf Hitler. Manchevski’nin ‘barış bir istisnadır, kural değil’ sözü tüm hikayeye yediriliyor. Hitler’in son demleri ise final jeneriğinden önce sadece malumat olarak veriliyor bu filmde. 

Devamı ise başka bir yapımda çok daha detaylı ve etkili bir şekilde bir yıl sonra, 2004’te karşımıza çıkıyor. Yönetmenliğini Oliver Hirschbiegel’in yaptığı bir Alman filmi olan Der Untergang – Çöküş, Hitler’in son günlerini anlatan etkili ve belki de çekilmiş en objektif ve etkileyici Hitler filmi olarak sinema tarihindeki yerini aldı. Diktatörün son döneminde özel sekreterliğini yapan Traudl Junge’nin anılarından yola çıkılarak çekilen filmde Hitler’i oynayan Bruno Ganz kelimenin tam anlamıyla ‘canlandırıyor.’  

Müziğinden mekan tasarımına kadar müthiş bir film olan Çöküş, bir diktatörün son demlerinde akli ve ruhi melekelerini nasıl yitiriyor şahane anlatıyor. Sadece Hitler karakteri değil. “Halkıma acımam, bunu kendileri istedi, biz zorlamadık. Bu yetkiyi bize verdiler ve bedelini ödüyorlar” diyen propaganda bakanı Goebbels’ten, “Çocuklarımı Nasyonal Sosyalizm’in olmadığı bir dünyada yetiştirmem’ diyerek kendi evlatlarını öldüren eşine kadar pek çok etkileyici karakter var filmde. 

50 milyon insanın ölümüne 6 milyondan fazla masumun toplama kamplarında telef olmasına sebep olan bir diktatörün çarpıcı öyküsünü tam anlamıyla anlamak için Hitler: Kötülüğün Yükselişi ve Çöküş’ü art arda izlemek gerekiyor. Belki sonrasında da 5. Şua’yı açıp ‘Deccal’in 4 gününü’ tekrar okumak.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin