Köprüleri yıktılar!

YORUM | MAHMUT AKPINAR

Köprü iki vadiyi, bazen iki dağı, bazen de Boğaz’daki köprüler gibi iki ayrı kıtayı birleştirir. Köprüler olmazsa kavuşma olmaz. Öte yakaya geçmeye çalışırken boğulan insanların hikayesi yayılır tüm ülkeye. İnsanlar konuşamaz, koklaşamaz kucaklaşamaz. Köprüler yoksa toplum kesimleri arasında maddi, manevi, kültürel alışveriş olmaz. Köprüler olmazsa sadece vadiler değil, insanlar, sevdalar ayrı düşer.

Dağlar, nehirler, vadiler doğal engellerdir. Emperyal güçlerin cetvelle çizdiği sınırlar hariç, ülkelerin sınırları nehirlerden, dağlardan, vadilerden oluşur. Eğer köprüler kuramadı, bağlar geliştiremedi iseniz bunlar insanları ayırır. Ulus devlet anlayışında görüldüğü üzere aynı dili konuşsanız, kökleriniz bir olsa da, suni sınırlar sizi ayrıştırır. Biriniz Meriç’in doğusunda kalır “Türk” olur, biriniz batısında kalır “Yunan” olur. Yüz yıl önce aynı dili konuşan, aynı kültüre ait Kürtler bugün araya giren sınırlar nedeniyle Türkiyeli, Suriyeli, Iraklı, İranlı diye anılıyor.

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Suni veya doğal sınırlar, mesafeler insanları ayrı düşürür. Ama zihnimizdeki sınırlar maddi sınırlardan daha çok bölüyor bizi. Köprüler kurmadıkça, dağların üstünden aşıp başka beldelere ulaşan yollar yapmadıkça, aynı kökten, dilden, kültürden hatta aileden de gelse insanlar ayrı vadilerde yaşıyor, zamanla yabancılaşıyor. O nedenle köprü insanlık tarihinde çok önemli. Her tür etkileşim, alışveriş, paylaşım köprüler sayesinde kolaylaşır ve hızlanır. Köprü medeniyetin sembolüdür. Boğaziçi  köprüsünün yıllardır duvarlara asılması sadece tablo ihtiyacından değildir. “Süper vali” Recep Yazıcıoğlu için yapılan diziye “Köprü” adının verilmesi anlamlıdır. Zira o köprüyle vali iki kentin, iki kültürün ve birbirine mesafeli halkların arasında iletişim kurmuştu.

Şu sıralar bazı siyasetçiler, sanatçılar çektirdiği resimleri yok etmek, katıldığı faaliyetleri unutturmak için çabalasa, muhalifleri de o fotoğraf kareleri üzerinden Erdoğan’ın ürettiği hukuk dışı söylemlerle sözde muhalefet etse de, Hizmet Hareketi farklı alanlarda çok önemli köprüler kurmuştu. Bir araya gelmesine ihtimal verilmeyen ateist, Kemalist, solcu Toktamış Ateş’le, siyasal İslamcı, Atatürk düşmanı Abdurrrahman Dilipak’ı aynı masada buluşturdu. Birbirine hakaret etmeden konuşabilecekleri ortam oluşturdu. Sekülerler ile tarikatları, Kemalistler ile dindarları, Beyaz Türkler ile Anadolu’nun kavruk insanlarını, azınlık temsilcileri ile Müslüman din adamlarını, entelektüellerle halkı bir araya getiriyordu. Türk ve Kürt milliyetçileri bir Abant toplantısında Kürt sorununun çözümü için buluşabiliyordu. Hizmet Hareketi doğu ile batı arasında köprüler kuruyordu. Doğudan gelen çocukları batının nispeten daha nitelikli eğitim kurumlarında okuturken, batının iş adamlarını doğunun yokluklarını görmeleri, anlamaları için bölgeye götürüyor, yatırıma, yardıma davet ediyordu. “Herkesi kendi konumunda kabul etme”, “Hoşgörü ile bakma”, “Birlikte yaşama” adına adımlar atıyordu.

Hizmet dünyanın başka coğrafyalarında hala köprüler kurmaya devam ediyor. Ama kendi ülkesinden vefasızlık ve düşmanlık görüp “terörist” ilan edildi. Kurumlarına çöküldü, yardım ve bağışta bulunan esnaflarının şirketlerine el konuldu. Öğretmeni, esnafı, gazetecisi, akademisyeni, ev hanımıyla toplam 1.5 milyon insana “terör” soruşturması açıldı. Hukukun işlediği, demokratik dünyada yine başarılı projelere imza atsa da, köprüler kurma sevdasındaki insanlar Türkiye’de yüzyılın en ağır zulmüne maruz. Bu insanlara selam verenlerin, telefonu aynı baz istasyonunda buluşanların bile başına iş geliyor. En temel insani hakları verilmiyor.

Hizmet cami ile cemevi arasında köprü olmaya çalışıyordu. Yürüyen “Cami Cemevi Projesi” ile de bunu ete kemiğe büründürmüştü. Sanırım proje “terörist” ilan edilip, yükselen duvarları yıkılmıştır. Mümkün olsa taşlarını hapse atarlardı. Hizmet farklı sosyal gruplar gelir grupları arasında da köprü oluyordu. Alt-orta gelir grubundan insanların çocuklarına nitelikli eğitim alma ve sınıf atlama imkanı  sunuyordu. Ülke insanını dünyaya açıyordu. Kayserili işadamı Afrikalı açın halini yerinde görüyordu. Tanrı dağı, Altay dağları hamasetinden çıkamayan milliyetçi Orta Asya steplerindeki okulları ziyaret ediyordu. Çözümü dağda arayan Kürtçü Irak Kürdistanı’nda okulların Kürtçe eğitim verdiğini öğreniyordu. Seküler kesimler Harvard’da, MIT’de okuyan, galaksiler keşfeden, dünya çapında bilim madalyaları alan iyi eğitimli, modern gençler görüyordu. Cihat duygusuyla coşan bazı dindarlar İslam’ın “kafir” öldürmek olmadığını, gayrimüslim ülkelere seyahat edince fark ediyordu. Hizmet’in oluşturduğu ortamlarda insanlar “öteki”yle oturulabilir, konuşulabilir, anlaşılabilir olduğunu anlıyordu. 

Bir cemaat evinde kalırken ateist olduğunu ilan ederek intihar eden 20 yaşındaki Enes Kara’nın ölümü gösterdi ki son yıllarda mahalleler arasındaki uçurum iyice derinleşmiş. Bir gencin ölümüne üzülür gibi yapan pek çok sözde aydın, yazar çizer içindeki ideolojik nefreti döktü ortaya. Ama aynı kesimler 16 yaşında toplumsal baskıdan, dışlamadan bunalıp intihar eden Bahadır Odabaşı’na ilgi göstermedi. Zira o iktidarın hapse attığı KHK’lı bir öğretmenin, ötekileştirilmiş bir kesimin çocuğuydu. Tarikattan, cemaatten şikayet ettiğine, ateist olduğuna dair veri de olmayınca, dile getirmeye değmezdi!

Nefret üretmeye kodlanmış kesimler Hizmet’in kurduğu köprülerden rahatsız oldular. İnsanlar birbirini tanırsa düşmanlıklar bitebilir, projeleri akim kalır diye korktular. Köprünün iki yakasındakiler bir olup köprü yapanları “hain”, “terörist” ilan etti, ülkeyi korku atmosferine soktular. Bir köprü üzerinde icra ettikleri kanlı ve kirli senaryoyla köprü yapanlara tuzak kurdular. Maalesef halk bu tuzağı hala anlayabilmiş değil. Köprüler yıkıldığı, uzlaşma noktaları berhava edildiği için şimdilerde toplum kesimleri arasında sağır duvarlar var. Herkes ötekine bağırıyor, küfrediyor ve sadece kendini duyuyor. Bağrışma var, ama konuşma yok! Sataşma, hakaret, küfür var, ama iletişim yok! Her çeşidiyle kavga, gürültü var, ama anlama ve anlaşma yok! Dindarlar sekülerlere, “ahlaksız!” “inançsız!” diye bakarken, sekülerler dindarları “aklını kiraya vermiş mankurtlar” gibi görüyor.

Cemaat mahalleler arası köprü olmaya çalışıyordu. Her türüyle yobazlar, kesin inançlılar, fanatikler birleşip o köprüyü yıktılar. Konuşanların, dinleyenlerin, kucaklaşanların, sevenlerin değil, hakaret edenlerin, yumruklaşanların, sövenlerin Türkiyesi baskın geldi.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

  1. Bu insanlar bu çalışmaları anlayarak yada anlamak isteyeceği durumda değil. Onlar işlerine geldiği gibi anlamak istiyor. Yani köprülerin kurulması bir anlam ifade etmiyordu. Sanki köprü yokmuş gibi davranıyorlardı. Yani karşınızda doğal bir insan yok. Birşeyleri manipüle eden insanlar var. İşine gelmeyeni yok sayan insan tipleri. Zaten soykırımıda yok saymalarının, intihar eden çocuğu yok saymalarının nedeni de bu. Çünkü doğal insan olma özelliğini yitirmiş. Yani güzele güzel diyemiyor. Onu nasıl kötü gösteririm diye uğraşıyor. Bu insana karşı hizmet yerine arayış içinde olan daha doğal insanlara hizmet etmek daha iyi. Doğal insanlar bir güzel gördüklerinde bu güzel derler. Yok beğenmedim, güzel değil hatta kötü demezler. Bu katı duvarı örmüşler bir kere. Yani mahalleden dışlıyorlar. Seninle muhatap olmuyoruz diyorlar. Küçük, aşağı görüyorlar. Kendilerini de üstün görüyorlar. Güzel derlerse üstünlükleri gidecek diye korkuyorlar. İletişimi geçerlerse aradaki seviye farkını kapatmış ve aynı seviyeye inmiş olacaklar. Üstünlük ellerinden gidecek. Zengin kız ve evdeki hizmetçinin kızı gibi. Biz üstünüz davası güdüyorlar gizli yada açık olarak. Üstünlüklerini kaybederlerse işgal ettikleri makamlara müslümanlar da gelecek. Ayrımcılıkları kalkacak. Halbuki onlara hep siz üstün onlar aşağı öğretildi. Onların kadroları hak etmediği öğretildi. Çünkü üstünler evrimde daha ileri noktaya geldi. Müslümanlar ise seleksiyona uğraması gerekiyor. Yani yavaş yavaş bitmesi, tarihe karışması gerekiyor. Fakat hizmet bütün algıyı yerle bir etti. Yalan konuştuklarını yüzlerine çarptı. Bilimde müslümanlar çok ileri gidebiliyormuş. Demek ki onlar engellediği için gidememiş. Bunu müslümanlar bilim düşmanı diye pazarladılar yıllarca. Yalanları yüzlerine çarpıldı. Şimdilerde kendileri apar topar türklerin yüzünü batıdan irana çevirmeye çalışıyor. Bir tane avrupa birliğinden bahseden üstün kaldı mı? Ne türk üstünleri ne kürt üstünleri avrupa birliğinden bahsetmiyor. Sanki bu proje hiç olmamış gibi davranıyor. İyi de atatürkün batılılaşmasını nereye koyacağız? Atatürkün iranlılaşması diye mi bu sefer kandıracağız? Hani müslümanlar iran oluyordu, modernliği ve demokrasiden uzaktı. Ne oldu şimdi. Apar topar avrupa kapısından kaçıyorsunız, demokrasiden kaçıyorsunız, yüzünüzü irana dönüyorsunuz. Tek bir taneniz iran oluyoruz diyemedi kaç yıldır. Nerede sizin modernliğiniz? Terk etmek zorunda mı kaldınız? Yangından mal kaçırır gibi avrupanın evrensel değerlerinden kaçıyorsunuz resmen. Ağzınızdan bir tane evrensel değer çıkartamıyorsunuz. İşte şu anda nasıl demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü iyidir diyemiyorsanız yani yokmuş gibi davranıyorsanız bu aynı davranışı sırf üstünlüğünüzü kaybetmemek için müslümana karşı da yaptınız. Evrensel değerler yoksa sizin ülkedeki üstünlüğünüzü kaybetmenize mi neden olacak. Nasıl da insanları bu yönde doldurup duymak istedikleri şeyleri söyletiyorlar. Sürüleri kontrol etmesini çok iyi biliyorlar. Demek ki bilimden fayfalanıyorlar ama kendi çıkarları için. Örnek verirsek atatürkün partisi ve kürt partisi nasıl müslümanı görmezden gelip irtica diye tanımlıyorsa şimdi aynı tutumu yani müslümana görmemezlikten gelme tutumunu avrupa birliğine karşı göstermektedir. Sanki avrupa birliği diye birşey yokmuş gibi davranıyorlar. İşte bu davranış kalıbının benzerini türk ve kürt müslümanlara karşı uygulamaktadır. Dikkat ederseniz atatürkün partisi ve kürt partisi hiç avrupa birliğinden bahsetmez. Yok hükmündedir. Diri diri ab yi gömdüler. Sihirbaz gibi koca ab yi yok ettiler. Aynı müslümanlara bir isim koydukları gibi yani irtica, ab ye de geçende kılıçdaroğlu antiemperyalist demişti. Yani çıkarlarına olanlara yüce isimler takarlar, çıkarlarına karşı olanlara aşağı isimler takarlar. Dünyayı kendi koydukları isimler ile tanımlarlar. Bu propagandaları dünyayı aldatmak için değil, kürt ve türkü aldatmak için. Zaten dışarı pek gidemezler. Medeni dünyanın karşısına çıkamazlar. Ama müslümanlar dünyada her yerdeler. Herkesle diyalog halindeler. Yani ezberler bozuldu ama insanlar hala onların dedikleri peşinden gidiyorlar. İran antiemperyalist dediklerinde türk ve persi emperyalizm karşısında bir göstermeye çalışacaklar. Kimse çıkıp atatürkün hedefinin çok farklı olduğunu, insanları irana değil avrupaya yönlendirdiğini söylemeyecek. Çünkü emin olun atatürk kimsenin umrunda değil. Atatürkü yüceltmelerinin nedeni çıkarlarına uyduğu içindi. Şimdi uymadığı için onun hedeflerini yok sayacaklar. Sanki atatürkün hedefinin iran olduğu gibi göstercekler. Sihirli bir değnek ile istediklerini iyi istediklerini kötü gösterebiliyorlar. Kimse onların hakikatte bir sihirbaz olduğunu anlamadı. Bazen ittihatçı, islamcı, türkçü oluyorlar, sonra bu yapılar atatürkün arkasına saklanarak kendi atatürkçülüğünü oluşturuyorlar, şimdi kendilerini antiemperyalist olarak konumlandıracaklar. Dünyaya isimler yeniden dağıtılacak. Kimine iyi isim kimine kötü isim verilecek. Haşa tanrı gibi hissediyorlar kendilerini. Bir nevi paralel tanrıyı kurmuşlar. İktidarı kaybetmiş gibi görünürken derin sessizlikleri aslında kurdukları sistemlere ve güçlerine güvenmesindendir. İsterlerse bahçeli ile rejimi çökertebilirler ama bu rejim kendi çocukları olduğu için adamı görevin başında turuyorlar. İslamcıları kendi rejimlerine gebe bıraktılar. Hani filmlerde bir yaratık insanın içine girer ve sistemi kendi çıkarı için kullanır ya onun gibi kendi çocuğu çıkacak bu kaostan. Hiçbiri rejime eleştiri getirmiyor. Sadece tayyipin şahsını eleştiriyorlar. Birde herkesin bahsettiği zamdan bahsediyorlar. Çocuklarının olgunlaşmadı için zaman kazanıyorlar. İnsanlar akıllarını kullanmıyorlar diye bunu kendi kusurumuz olarak mı kabul edelim. Yada onlara karşı savunma yapmak anlamsız çünkü bir sisteme karşı savunma yapmış gibi oluyorsunuz. O sistem kör ve sağırdır. Karşınızda bir insan var sanırsınız ve anlaşılmamak insanı deli eder. Aslında karşımızda türkçü, kürtçü, atatürkçü gibi birsürü oyunculu sistem vardır. Ve bunlar aslında canlı değillerdir. Kendi yandaşları bunları canlı sanabilir ama yokluğa mahkum ettikleri kesimleri duymazlar, görmezler. Şaşırırsınız acaba ben yokmuyum diye kendinize bakarsınız ve bedeniniz yerinde duruyordur. O zaman anlarsınız ki aslında onlar yoktur. Onlar sadece bir simülasyondur. Mesela rejimin avrupa ile kapışmasını ve avrupadan uzaklaşmasını görüyoruz. Bunu batılılaşma projesi olan chp ve demokrasiyi ağzından düşürmeyen hdp nin de görmesi gerekirken bir türlü görmüyorlar, konuşmuyorlar. Sanki avrupa birliği yokmuş gibi. Avrupalılar kendilerine bakıyorlardır evet varız diyorlardır. O zaman anlıyorlar ki chp ve hdp bir simülasyondur. Muhaberat rejimin yücelmesi adına programlanmıştır. Muhaberat rejimin hizmetkarlarıdır. Davaları atatürkü terk etmelerini gerektiriyorsa dava için terk ederler.

  2. 1992-93 lerdi. Anadolu da kiralanmış bir sinema salonu/tiyatro salonunda Zamangazetesinin bir gecesi düzenlenmişti. Tam adını hatırlamamakla birlikte, “Yalan söyleyen Tarih utansın” benzeri bir programdı. Yine hatırladığım kadarıyla, programın asıl konuğu da, Mehdi Önat tı. İsmi yıllar geçmesine rağmen yanlış hatırlıyor olabilirim ama zihnimde kalan buydu.

    Zaman gazetesinin öneminden bahisle, medya da pek çok yalanyanlış haberden alıntılar yapıp, “Müftü koyun çaldı” benzeri haberlerin arka planının anlatılldığını hatırlıyorum. Çocuktum o yaşlarda ama yinede örnekleri unutmak mümkün değildi.

    O konuşmadan unutmadığım birşey daha vardı “Batı insanının özellikleri bir bilgisayara yüklenmiş ve tuşa basılmış,özellik olarak Köpekle aynı sonuçlar çıkmış” sözleri hala kulaklarımda yankılanır.

    Bu anlatıyı daha sonraki yıllarda da duyduk. Bizim insanımızın hasletlerinden dem vurup, Batı insanını yerden yere vuran açıklamalar sık sık karşımıza çıkardı. Bunlardan unutmadığım bir örnekte yine, bir dergi de yayınlanan, “Vietnam savaşında Mehmetcik ve Jony” türü yazısıydı örneğin.

    Aradan yıllar geçti. Hiçbirşey göründüğü gibi değildi ve basitte değildi.

    Değerli Hocam Mahmut Akpınar beyin yazısını okuyunca, zihnim nedendir bilinmez, beni bu anılarıma, hatırlamalarıma götürdü.

    Diyeceğim şu ki sevgili Hocam.

    Herşeyi o kadar güzel açıklamışsınız ki.

    Bir zamanlar baktığımız o bakış açısıyla, bilgisayara yüklenen özelliklerle tüm canlıların özelliklerini ve tuşa basarsak…

    Başka milletler ne çıkar bilmiyorum ama sanırım Türk insanının şu an ki özelliği, bir Köpek le aynıdır. Evet Karşımıza bir Köpek çıkar.

    Sahibine dostluğuyla bilinen, üç kemiğe bir başkasına da yönelmediği düşünülünce bir Köpeğin, ihtimal bu bile yanlış saptama olur…

    Öyleyse siz sevgili okuyucular, arkadaşlar, dostlar,

    Sorum şu….

    Dünyadaki Tüm canlıların özelliklerini, ve özellikle de insanları toplum toplum özellikleri ile de buraya eklersek,

    Sorum şu…

    Türk toplumunun özelliği, hangi toplumla/canlı türüyle aynı çıkar?

    Kendine bu denli yardım etmek isteyen, içinden ülkesini maddi-manevi mamur etmeye çalışmış bir topluluğa terörist damgası vuracak kadar hiyanet içinde olan bir toplum nasıl bir toplumdur?

    Ey Teologlar, Ad, Semud, Sebe’den farkı nedir şu an ki Türk toplumunun ve fazlası?

    Hürmetle..

    • Türk toplumunu köpeğe benzetmeyi uygun bulmuyorum. Yakışıksız olmuş. Tıpkı bir zamanlar Batılı toplumları da öyle görmek gibi. O da çok büyük yanlıştı.
      Ben Türk toplumunun diğer toplumlardan çok farklı olduğunu düşünmüyorum. İnsan, her yerde insan, üç aşağı beş yukarı.
      Yine de birşeyler söylemek gerekirse:
      1. Türk toplumu kendi gerçekleri ile yüzleşmeyen, kendini vatan millet edebiyatı ile avutan bir toplum.
      2. Türk toplumu eleştiri kültürü zayıf, eleştiri ile düşmanlığı karıştıran bir toplum.
      3. Türk toplumu demokrasi kültürü gelişmemiş, liderlerinin diktatör ve diktatörcüğe dönüştüğü bir toplum.
      4. Türk toplumu devlet karşısında rüştünü ispat edememiş, adeta devlete tapan, devlet deyince akan suların durduğu bir toplum. Devlet karşısında ezik bir toplum.
      5. Türk toplumu eğitim durumu düşük, fakir bir toplum.
      6. Türk toplumu gösterişe önem veren, makam araçlarının önemli olduğu bir toplum.
      7. Türk toplumu içine kapanık, dünyayı tanimayan, ama dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanan bir toplum.
      8. Türk toplumu kamplara bölünmüş, her kampın hakikati tekeline aldığını düşündüğü bir toplum.
      9. Türk toplumu dini anlayışı aklını felç etmiş bir toplum. Din ile devlet işlerini ayırmayı öğrenememiş bir toplum. Sakat din anlayışı nedeniyle hırsız ve zalim bir iktidarı desteklemeyi iyi bir şey sanan bir toplum.
      10. Her şeye rağmen problemlerini çözebilecek, bunun için belki biraz daha zamana ihtiyacı olan bir toplum Türk toplumu.

  3. Sevgili okur,

    Sanat nedir sorusunun cevabını sözlükler, bir duygunun, tasarımın, güzelliğin vb. dışavurumunda, anlatımında kullanılan yöntemlerin tümü olarak açıklamışlar.

    Bir çiçeğin, doğa parçasının güzelliğini resmetmeye alışmışlar, bu güzel tanım içerisinde yaşarken, bir kolu-bacağı ve bir göğsü kesilmiş kadın heykeliyle karşılaşırlar birden. İhtimal bu heykel şu an Avusturyadadır. Çığır açıcıdır bu heykel, zira sanatın güzeli en güzel yönüyle anlatma yönünü hiçe saymış, göze çirkin görünen, kaçınılan bir şeyi en çirkin, en kaçınılan yönleriyle resmetme de aslında bir sanattır, koştuğumuz duyguların yanında, kaçındığımız duyguları da ortaya çıkaran şeylerde sanattır denilmiş, üzerine uzun uzun tartışılmıştır. Uzun uzun dense de, günümüzde artık tartışması geçmiş, modern sanat müzeleri olarak anılan yerlerde anlatımın binbir çeşidi kullanılmıştır.

    Güçlenen akım artık yön değiştirtmiştir sanatta, camekanın içinde üzerine hayvan kanı dökülmüş hareketsiz mankeni, görmek için gelen insanların sayısı, bir resim sergisini görmek için gidenlerden az değildir.

    Neden bu satırlar?

    Yazmak da bir sanat mıdır diye uzun süre tartışılagelmiştir. Tartışılageliversin, uzun yıllardan beri, en girift proplemleri insanlığın, kalemşörlerin kalemleriyle yargılanmış, hükmünü yemiş ve boynuna asmıştır. Edebiyat, yazın dünyası, o güçsüz satırlar, yer yüzünde kimsenin cesaret edemediği, vurgulayamadığı hususları, kalemşörlüğe girmeden de, adil bir şekilde yargılamışlardır yıllarca.

    Yakışıksızlığın ölçüsü, zihinlerimizde. Zihinlerimize sınır vuramayız, tıpkı satırlarımız gibi. Çirkin diye kaçındığımız şeyler, her geçen gün daha da artarak devam etmektedir.

    Bir toplumu bir tarihçi, sosyolog, ekonomist gibi ele almak zorunluluğu yoktur yazının. Öze ilişkin duyguyu verebilmek, satırın yegane gayesidir.

    Soyut düşüncenin her türlüsü gibi, çirkinliği resmetmesi de, betimlemesi de gerekir. Çirkinliğin resmi bazen bize Fabl lerle gelir.

    Bir toplumun dışavurduğu özelliklerinin bir köpeğe benzetilmesi ve bunun çirkin olarak algılanması aslında satırların amacının da gerçekleştiğini göstermektedir.

    Meselenin daha iyi anlaşılması için sanırım Can Yücel’in mahkemedeki bir savunması!! ardından anlattığı şu hikayeye burada yer vermem gerekir.


    Bir köyde ateşli bir hasta vardır, kasabalı doktora getirir hastayı. Koca devletin koca doktoruna. Doktor hastaya fitil verir ve köye döndükleri gibi hastaya fitili anüsten vermelerini söyler köylülere. Köylüler tabi ‘tamam doktor bey’ diyip köye giderler. Köydeki herkese sorarlar, en bilgelere bile, ama kimse anüs ne demektir bilemez. Bu nedenle bir türlü ilacı da veremezler hastaya. Hastanın durumu da gitgide kötüleşmektedir. Bunun üzerine köylü, doktora, koca devletin koca doktoruna telefon etmeye karar verir ama kimse buna yanaşmaz. Ne cürettir ki doktoru arayacak bi köylü. Neyse durumun vehameti üzerine muhtar aramayı kabul eder. Bütün köylü toplanır santrale, muhtar arar, “biz ne yapacağımızı bilemedik dohtor bey” der.

    “Karşıdan doktor bir şeyler söyler, muhtar arkasına döner ve doktorun dediklerini köylülere söyler: “makattan verin dedi dohtor” der. Yine tüm köye sorarlar, komşu köylere birilerini yollayıp sordururlar, ama makat ne bilen yoktur yine. Hasta ise gitti gidecek, ateşler içinde kıvranıyordur baya.”

    “Karşıdan doktor bir şeyler söyler, muhtar arkasına döner ve doktorun dediklerini köylülere söyler: “makattan verin dedi dohtor” der. Yine tüm köye sorarlar, komşu köylere birilerini yollayıp sordururlar, ama makat ne bilen yoktur yine. Hasta ise gitti gidecek, ateşler içinde kıvranıyordur baya.”

    “İhtiyar meclisi toplanır, son çare, doktorun bir kez daha aranmasına karar verilir. Yine kimse aramak istemez doktoru. Nihayetinde yine biri kandırılır, telefonun başına geçer, ama bi yandan söylenmektedir: “çok kızacak dohtor çok!” diye.

    “İhtiyar meclisi toplanır, son çare, doktorun bir kez daha aranmasına karar verilir. Yine kimse aramak istemez doktoru. Nihayetinde yine biri kandırılır, telefonun başına geçer, ama bi yandan söylenmektedir: “çok kızacak dohtor çok!” diye.

    “Sonunda telefonu açar, durumu anlatır, doktor bir şeyler söyler yine. Telefondaki köylü, yüzü allak bullak, arkasını döner: “çok kızacak demiştim; götüne sokun dedi.” der.

    ……………………………..

    Fuzuliden, Bakiden, Nedimden anlayan olsa ki, uslubunca söylense,

    Sevgili yorumcu,

    bu sefer, senin hatırın için Kelp diyeyim ozaman.

    Bizim orada, Kelp gibi davrananan, Kelp derler..

    Hürmetler..

    • Ha ha. Sesli güldüm. Üslubu korumak önemli tabii ama hatırlamıyorum hani birisi demişti ya “bizde kediye kedi derler” diye. Yani lafı çevirme diyor. Yani bir toplumun tarzı kelpe benziyorsa, üslubu bozmadan ne söyleyebilirsin. İnsan dayanamıyor belli bir noktadan sonra ama gene de özelde ağzımızdan bazı laflar kaçsa da bu tip şeyleri İnternet gibi açık yerlerde konuşmak ve üslubu bozmak doğru değil.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin