Kime diktatör denir? Ne olunca soykırım olur? [Analiz: Kemal Ay]

Evet, tarihi kazananlar yazıyor. Eğer Adolf Hitler savaşı kazanabilseydi kimse ona ‘diktatör’ demeyecekti belki de. Ya da ABD savaşı kaybetseydi, Japonya’ya attığı atom bombalarından ötürü Başkan Henry S. Truman ‘insanlığa karşı suç’ ile yargılanacaktı. Tarihin hükümleri her zaman keskin gündelik sonuçlara dönüşmeyebilir. Ama tarihin pek çok şeyi kaydettiğini, bugün olmasa da yarın bunların açığa çıktığını görüyoruz.

İtirazlara rağmen ortak kanaate ulaşmış, delilleriyle birlikte apaçık ortada olan örneklere bakarak, bugünkü ya da yakın tarihteki olayların aslında neye karşılık geldiğine dair fikir yürütüyoruz çoğunlukla. Kime diktatör dendiği, neyin soykırım olduğu da böyle ortaya çıkıyor biraz.

REICHSTAG YANGINI KARARLARINI DUYDUNUZ MU?

Almanya’da 27-28 Şubat 1933 günleri yaşanan Reichstag yangını ve sonuçlarını hepimiz biliyoruz. Hollandalı bir anarşistin çıkardığı yangın (evet, bir terör eylemidir) iktidardaki Nazi Partisi tarafından Komünist Parti’nin ‘iktidarı ele geçirme’ olarak adlandırılır ve hükümet hemen olağanüstü hâl ilan eder. Böylece hükümetin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarma yetkisi de olur. Bu, olağanüstü bir güçtür zira artık Hitler’in, bakanlar kuruluna bile ihtiyacı olmadan ve yargıyı asla kafasına takmadan yasa çıkarabilmesi mümkündür. Kısa süre içerisinde de zaten Yahudilerin bütün sosyal haklarını elinden alacaktır.

Reichstag Yangını Kararları adı verilen bu KHK’lar, ne kadar süre devam etmiştir sizce? Tam 12 yıl. Yani 1945’te Hitler ölene ve İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya mağlup olana kadar, ülke Reichstag Yangını’nda elde edilmiş bu süper yetkilerle yönetilir. Biraz da bu yüzden Hitler’e diktatör demişler.

soykırım franco

STALİN’İN GEÇMİŞİ TEMİZLEME ÇABASI

Sovyet Rusya’da 1930’lu yıllarda yaşanan ‘The Great Purge’ (Büyük Temizlik) Lenin’den sonra Komünist Parti’nin başına geçen Josef Stalin’in bir ‘öngörüsüne’ dayanır: Dışarıda savaş, içeride isyan ihtimali artıyor.

Stalin’i bu noktaya getiren, Komünist Parti’de liderliğinden rahatsız olanların artmasıydı. 1917’deki Bolşevik Devrimi’nin önde gelen isimlerinden Martemyan Ryutin, Stalin’in özellikle köylülere karşı tutumunu ‘sert’ buluyor, onu zorla da olsa iktidardan uzaklaştırmak ve devrimin fabrika ayarlarına dönmek gerektiğini düşünüyordu. Yalnız değildi, Troçki ve Bukharin de Stalin’in karşısındaydı.

Stalin yönetimi, köylülere ‘gereğinden fazla kazandığı’ gerekçesiyle keyfî vergiler uyguluyor, sanayileşme sonrası köylerden şehirlere yoğun göçlerden ötürü de buralarda çıkacak bir rahatsızlıktan çekiniyordu. Buna 1932’deki büyük kıtlık da dâhil olunca, Stalin isyan ve savaş bahanesiyle ‘demir yumruğunu’ indirme ihtiyacı hissetti. Sovyet Rusya ‘güçlü’ kalmak zorundaydı.

Büyük Temizlik, Stalin’in en çok güvendiği istihbarat teşkilatının liderliğinde sürdürülür. Öyle ki istihbarat başkanı Nikolai Yezhov’un adıyla anılır (Yezhov’un Zamanları). Devrim, kısaca kendi evlatlarını yer. Stalin parti içindeki rakiplerini tasfiye eder.

İLÂN EDİLMEMİŞ KRAL: FRANCO

Toplama kampları, idamlar, hapisler, sürgünler… Stalin’in tasfiye sürecinin en sembolik kısmı, devlet arşivlerindeki fotoğraflardan ve yazılı belgelerden de ‘muhaliflerin’ silinmesidir. Diktatörler, Stalin’de görülebileceği üzere, ‘sembollere’ aşırı önem verirler. Çoğu zaman da asıl niyetlerini gizleyerek hareket ederler. Mesela İspanya’yı 1936’dan 1975’te ölümüne kadar yöneten General Franco, ülkenin bir ‘Monarşi’, kendisinin de 1930’ların başında devrilen İspanyol Krallığı’nın en sıkı taraftarı (hatta Kral naibi) olduğunu savunur. Ancak hiçbir zaman kraliyet ailesinin resmi varislerinin taç giymesini istemez, bilakis kralların giydiği askerî üniformayı giyerek adeta kendisini bu göreve layık görür ama asla kendisi söylemez, etrafındakilere söyletir.

PRAGMATİST ZANNEDİLİYORDU

İtalyan diktatör Benito Mussolini’nin iktidara geliş hikâyesi de ilginçtir. 1922’de kara gömlekli faşist öğrenciler Roma’ya yürüyüş düzenlediğinde, Milano’daki evinde oturmaktadır. Kral, öğrenci hareketini bastıramayacağını anlayınca Mussolini’ye hükümeti kurma görevi verir. Sebebi, Mussolini’nin pragmatist bir siyasetçi olarak nam salmasıdır. Ancak ondaki ‘güç şehveti’ çok sonra keşfedilecektir. Dış politikada ‘İtalya’nın doğal nüfuz alanları’ tezini savunur ve İtalyan kültürüyle ‘iç içe’ gördüğü bütün diğer bölgelere müdahale eder. Roma İmparatorluğu’nu canlandırmaya çalışır. İçeride, baskıcıdır. 1926’daki kendisine yönelik suikast girişimini, muhalefet partilerini yasa dışı ilân ederek fırsata çevirir.

1925’te bir Noel gecesi Meclis’ten çıkarttığı bir yasayla, Benito Mussolini “Bakanlar Konseyi’nin başkanı” olan makamını, “Yürütmenin Başı” hâline getirir. Fiilî tek adam rejimini böylece tamamlar.

DIŞA BAĞLI EKONOMİYE EMİR VEREBİLİR MİSİNİZ?

soykırım çavuşeskuBenzer bir rejim değişikliğine 1974’te Romanya’nın diktatörü Çavuşevsku da gidecektir. Yeni sistemde beş yılda bir seçilecek başkan, yürütmenin başı hâline gelir. Çavuşevsku, her şeyi emrederek yapabileceğini sanan diktatörlerdendir. 770 numaralı Kanun Hükmünde Kararname ile, beş ve daha fazla çocuğu olan kadınları ‘ulusal kahraman’ ilan eder ve maaş bağlar. Ayrıca Romen halkının çoğalması için boşanmaları da istisnalara bağlı hâle getirir. Ekonomiyi de KHK’larla kurtaracağını zanneder ancak ülkeyi dış borç batağına sokmaktan başka bir şey yapmaz.

Bu isimlerin hiçbiri kendilerinin diktatör olduğunu düşünmüyordu muhtemelen. 1975 ile 1979 arasında sadece dört yıl Kamboçya’da başbakanlık yapan Pol Pot, gerilla ordusu Kızıl Kmerlerle birlikte, 7 milyonluk ülkede 2 milyona yakın kişiyi öldürtmüştü. Yeni bir Kamboçya ulusu yaratacağını vaat eden Pol Pot, ‘Sıfır Yılı’ dediği iktidar döneminde, birkaç milyon köylü dışındaki insanlara ihtiyaç olmadığını savunmuştu. Gözlüklü insanları, okuma yazma bilenleri öldürerek işe başladı. Eğitimli insan sevmiyordu… Ölümüne yakın kendisine pişman olup olmadığı sorulduğunda, vicdanının çok rahat olduğunu, hiçbir şeyi tek başına yapmadığını savunacaktı.

KEYFÎ İDARENİN KAÇINILMAZ SONU

Yukarıdaki örneklerde görülebileceği gibi diktatörlüğün alâmetifarikası keyfi idare (canının istediğini yapabilme), muhalefet sevmezlik ve korku. Evet, hemen hepsi o koltuğu bıraktıkları anda yargılanacaklarını, güçten ve gözden düşeceklerini bildiği için ölene kadar iktidarda kalabilmeyi amaçlamış.

Bu sebeple de diktatörler soykırımlara, büyük katliamlara, kitleler halinde insanları hapse atmaya ya da sürgüne yollamaya karar vermiş. Tarihte bıraktıkları iz, hep kanlı olmuş. Diktatör olarak tarihe geçip de, işkence yapmayan, katliama, şehirleri yerle bir etmeye bulaşmayan yok neredeyse. (Gerçi bunları yaptığı hâlde diktatör olarak anılmayanlar da var. Mesela Belçika Kralı II. Leopold, Kongo’da milyonlarca insanın ölümüne sebep olduğu hâlde ‘diktatör’ payesi elde edemedi. Ama Belçikalılar onu hayırla yâd etmiyor.)

SOYKIRIM NASIL GELİR?

Peki, soykırıma nasıl varılıyor? Bir diktatör, adamlarını ve toplumun en azından bir bölümünü bir soykırıma nasıl ikna ediyor?

Soykırım İzleme Örgütü’nün internet sayfasında, ‘Soykırıma götüren 8 adım’ isimli bir yazı var. Şöyle başlıyor hikâye: Önce bir grubu ‘sınıflandırıyor’ ve hedef hâline getiriyorsunuz. “Bunlar…” diye başlayıp o grubun hatlarını çiziyorsunuz. Genelde kötü sıfatlarla tarif ediyorsunuz. Ardından onlara bazı ‘semboller’ veriyorsunuz. Hitler, Yahudilere kıyafetlerinin üzerine sarı Davut yıldızı nakşetmeyi şart koşmuştu mesela. Bazen de bu semboller, derinize işlemiştir. Deriniz siyah olduğu için de hedef olabilirsiniz. Ermeni ya da Süryani doğduğunuz için bir devlet sizi ölüme gönderebilir… Ardından ‘insandan saymama’ (dehumanization) geliyor. Belirlediğiniz grubun insan olmadığını, haliyle insanlar için belirlenmiş ‘haklara’ sahip olmadıklarına ikna ediyorsunuz insanları. İnsanlar çabucak ikna oluyorlar buna inanın.

Bir sonraki aşama organizasyon. Hukukî altyapıyı, paramiliter gruplarla şiddetin nasıl uygulanacağını belirliyorsunuz. Bir anda binlerce insan ‘yasa dışı’ ilân ediliyor, hareket kabiliyetleri azaltılıyor (mesela pasaportları iptal ediliyor). Sonraki aşama kutuplaşmanın harlanması. İnsanların şiddete teşvik edilmesi bir bakıma. Hazırlık aşamasında ise şiddetin yöneltileceği grup toplumdan soyutlanarak toplama kampı gibi yerlere götürülüyor ve insanlar bir daha onlardan haber alamıyor. Artık imha etmek (extermination) kolaylaşıyor. Zira muhataplar insan yerine konmadığı için adeta fazla emtia gibi ‘imha ediliyor’. Sekizinci aşama ise ‘inkâr’. Bunun bir soykırım olduğunu ısrarla inkâr ediyor ve başlarına geleni ‘hak ettikleri’ tezini savunuyorsunuz.

TARİH ORADA ÖYLECE DURUYOR

Bütün bunları yaşadığı hâlde soykırıma uğradığına kimseyi ikna edemeyenler de var. Bazen de ‘imha’ sürecinin şartları değişebiliyor. Başınıza bombalar yağdığı, yaşadığınız şehir sakinleriyle birlikte yok edildiği hâlde, ‘soykırım’ kelimesini kullanamayabilirsiniz.

Tarih orada öylece duruyor. Herkesin yaptıkları kayıt altında. Kime diktatör dendiği de belli, neye soykırım dendiği de. Kelimeleri tartışmak yerine belki de harekete geçmek gerekir. Meşruiyetini çoktan yitirmiş politikacıları desteklemeyi bırakmak ya da apaçık zulüm olan olaylarda mazlumdan yana olmak, çok zor değil. Kimseye bakarak tavır belirlemek zorunda da değilsiniz. Boş verin siyaseti, ulusal çıkarları, sonradan icat edilen kurgu yapıları… İçinizden geldiği gibi, zulme zulüm deyin. Sağa sola değil, aynaya bakın ve söyleyin. Çünkü içimizdeki kötülükle yüzleşmeden, nedamet getirmeden, kurtuluş yok.

soykırım mussolini

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin