“Keşke bu tuzaklara düşülmeseydi, bu acılar yaşanmasaydı” [Süreç konuşmaları 5]

YORUM | VEYSEL AYHAN

“En büyük Şeytan’lar Hacerü’l Esved’in yanında bekliyor olabilir. En büyük vesveseler Mültezem’de kulağınıza üflenebilir. İşin doğrusu yapılan hatalar bizim elimizdeki kitaplardan kaynaklanmıyor. Ne Risalelerde; ne de Pırlanta’da bu rahatlığı, bu pervasızlığı tecviz eden bir cümle var. Sui zan ettirme rahatlığı, değerlerimizden, prensiplerimizden kaynaklanmıyor. Önemli olan bundan sonra temel kurallarımızı çiğneyecek hiçbir amacı meşru görmemek. Meşru görenleri yüksek sesle uyarmak. Yani çözüm; kenara çekilmek değil, sahabi gibi yüksek sesle uyarmak.”

– İyi diyorsun da bu hatalar yapılmasaydı, bu tuzaklara düşülmeseydi güzel güzel Hizmet etseydik? İnsanlar mağdur olmasaydı… Bu acılar yaşanmasaydı…

Bu, uzun bir konu, vaktin ve sabrın varsa anlatayım.

– Benim gibi mültecilerin zaman sıkıntısı olmaz! Buyur.

– Hayatın boyunca pek çok insanla karşılaşmışsınıdır. Kaçı için “olgun” “güngörmüş” “çok anlayışlı” “vefalı” “mütevazı” “halden anlayan” kelimelerini kullanırsın?

– Bazıları vardır. Ama çok da yoklar.

– Peki bu takdir ettiğin kişilerden kaçının hayatı konfor içinde geçmiştir, ayağına taş değmemiştir? Kaçı çile çekmemiştir, acı hadiselerle karşılaşmamıştır? Feleğin çemberinden geçmeden direkt olgunlaşmış böyle bir tanıdığın var mı?

– Düşünüyorum, hayır yok.

– Takdir ettiğimiz, güçlü empati yeteneği gördüğümüz hemen herkesin hayatında çile var, ıstırap var. Zorluklarla mücadele ederek basamak basamak yukarı çıkmak var. Paraşütle bir yerlere yükselmiş veya erişmiş insanların arasında olgun birini bulamayız. Bir eli yağda bir eli balda yaşamış, eli soğuk sudan sıcak suya girmemiş insanlar genelde çiğ karakterli, kibirli, sürekli kendini düşünen tipler oluyor. Yokluk görmemiş, zenginlik içinde yaşamış insanlar ise umumiyetle mağrur ve burnu dik.

– Yani bununla ne demek istiyorsun?

SIRTIN SONSUZLUĞU KALDIRACAK GÜCE ULAŞMASI…

– Demek istediğim şu ki insan acıyla terbiye oluyor. Eskiden sirklerdeki hayvanlara hayret ederdim. Şimdi ise insan terbiyesinin daha zor olduğunu görüyorum. Haddini bilmek, tepeden bakmamak, zulmetmemek, başkalarının sınırlarını tecavüz etmemek… Bunlar basit vasıflar değil. İnsanı kâmil olmanın sırrı, gün görmede, çile çekmede.

– Bunun istisnası yok mu?

– Belki vardır ama ben rastlamadım. Sen de rastlamamışsın. Bu kural bizim gibi sıradan insanlar için geçerli olduğu gibi Allah’ın en değer verdiği insanlar için de geçerli. Hz. İbrahim’in hayatı böyle, sürgünle geçiyor. Hz. Yusuf kuyuya düşmeseydi, yıllarca hapis yatmasaydı peygamberlik makamına erişir miydi acaba? Mısır hazinelerine âdil bir vezir olabilir miydi, bilemeyiz. Hz. Musa, saray konforunda büyüyor ama o hayatıyla değil de sonradan çektikleriyle, oradan oraya sürgünle peygamber oluyor. İftiraya uğruyor, kimisi hunharca öldürülüyor. Hz. Zekeriya testereyle biçiliyor. Hz. Yahya şehit ediliyor. Hz. İsa’nın hayatı böyle.

– Yani bu insanların ruhi bünyelerinde problem vardı da o yüzden mi bu çilelere maruz kaldılar?

– Hayır. Bu tür bir “terbiye”, ruh bünyesindeki problemleri giderdiği gibi bizim görmeye boyumuzun yetmediği insani kemalat semasına çıkmaya vesile oluyor. Peygamberler için ikinci şık. Şimdi sana zor bir soru sorayım.

– Buyur?

– Sen en sevdiğin evladına böyle zor bir hayatı onaylar mısın?

– Bilmiyorum. Ahirette varacağı makamı görürsem ancak…

ALLAH’TAN DAHA ŞEFKATLİ KİM OLABİLİR?

– Tüm annelerin babaların şefkatini toplasan Allah’ın şeflat ve merhametinin yanında damla kıymeti yok. Dünya ve çekilen acılar fani olduğundan ve bu acılar insan-ı kâmil olmanın tek yolu ve tılsımı olduğu için Allah en sevdiği insanlara bunu yaşatıyor. Onlar da bunun farkında olarak “Beni Rabbim terbiye etti; terbiyemi ne de güzel yaptı!..” (Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, I, 12) diyebiliyorlar. Devam edeyim. Peygamberler bir yana, dünya tarihine iz bırakmış, insanlığa faydası dokunmuş ama çile çekmemiş bir insan biliyor musun?

– Yok gibi. Büyük sanatçılar da öyle.  Çilesiz büyük sanatçı da aklıma gelmiyor. “Campanella  zindanda, Cervantes esarette, Dostoyevski kürek mahkumu olmuş.” Ruh dünyalarını böyle zenginleştirmişler.

– Sonuçta şunda mutabıkız. İnsan’ın olgunlaşması ve meyve vermesi için çileden başka çare yok gibi. O yüzden de Allah bir insanı seviyorsa onun ebedi hayatı açısından olgunlaşmasını takdir ediyor. Anne biricik bebeğine aşı yapılmasına izin verir. Kış geliyordur. Çünkü aşının acısı birkaç dakikayla sınırlıdır. Evladını hastalıklardan koruyacaktır.  Ee… sonsuz bir hayata hazırlanıyoruz. Kolay değil.

– İşin içinde bizim irademiz yok mu?

– Şöyle bir irade var. İnsan, kaderini zihinsel dualarıyla inşa eder. Düşüncelerim, emellerim ve  dualarım benim geleceğimi ve karşılaşacağım olayları kurgular.

– Kafam karıştı anlamadım.

– Her düşünce kırıntısı, her niyet, her teşebbüs, hayal veya düş bir dua dilekçesidir. Her güzel davranış bir duadır, davettir. İnsan kaderini kendi inşa eder. Böyle böyle inşa eder. Niyetinin karşılığını bulur. Cüzi iradesi ile külli iradeye müracaat eder. O da kabul edince hayal ettiği insan olması için bir süreç başlar.

– Kusura bakma kafam daha da karıştı.

KUŞLARA İMRENEN BİR GÜN UÇAR

– Tamam şöyle diyeyim.

– İnsanın hayatı ve düşünce dünyası kadere sunulmuş bir dilekçedir. Neyi düşünüyorsam o, olmaya doğru yola çıkarım. Ettiğim hayaller bir dua şeklinde, bir dilekçe olarak göklere yol alır. Dilekçem kabul olursa benim için -hani “Seven, sevdiği ile beraberdir.” hadisi var ya.- sevdiklerim gibi olma yolları bana açılır. Önüme o yola varmam için imkanlar belirir. Sürekli denizde yüzen insanları düşlüyorsam bir gün kendimi suların içinde bulurum. Sürekli uçan kuşlara imrenerek bakıyorsan kendimi bir gün uçuyor bulurum. Biyolojik olarak bu evrim ve tekamül mümkün değil ama ruhen sanırım mümkün.

– Ruhen evrim derken, ne anlamda?

– Mesela sen gerçekten Efendimiz’i (sav) çok seviyorsan, O’nunla(sav) birlikte olmak için O’nun(sav) yaşadıklarını mikro planda, boyunun ölçüsünde, sırtının kaldırabileceği kadarıyla yaşarsın. Ağır çileler önüne çıkabilir. Bir imtihan bitmeden diğeri başlar. Bahara varmadan kışlar yaşarsın. Hz. Ebubekir’i sevip anlatmışsındır. Dünya malı olarak her şeyini kaybedebilirsin. Önüne O’nun geçtiği helezonlar açılır. Samimi bir gönülle Hz. Ömer, Hz Osman, Hz. Ali dersen onların kahramanlıklarını ve cömertliklerini kendi boyuna göre eda etme fırsatları önüne açılır. Hz. Eyyub gibi ev sahibi olma imkanları önüne çıkar. Küçük bir Eba Eyyupu’l Ensari olup “Muhammedcikleri” ağırlarsın. Ensar olursun. Muhacir olursun. İşini mesleğini kaybedersin. Bilmediğin dillere yolun düşer. Allah dilini çözer, hafızanı güçlendirir. Öğrenirsin. Kader yoluna su serper ve pırıl pırıl hayat prototiplerinden birini sana hayat elbisesi olarak giydirir.

– Gülme ama ettiğimizi mi bulduk yani?

AĞLAYA AĞLAYA “SONSUZ NUR” OKUYANLARIN MAL VE MÜLKLE AHİRETE GİTMESİ MÜMKÜN MÜ? 

– Bizim de farkında olmadığımız kalbi dualarımız vardı. Ve kabul edildi. Önümüze cebri bir güzergah çıktı. Hocaefendi on yıllardır “kendinizi sıfırlayın” diyordu. Bu, bizim irademizle olmadı. Allah, cebren sıfırladı. Hocaefendi, sabahlara kadar bu cemaatin ham ve çiğ olmaması, dertli ve ıstraplı olması için dua ediyordu. Ne diyordu “Elimden gelse hepinizin içine ızdırap tuhumları saçmak, başkaları için inlemenizi sağlamak isterdim.” Bu da bizim irademizle olmadı. Allah’ın iradesiyle gerçekleşti. Şimdi yüz binler ızdırapla inliyor.

– Yani her şeyimizi kaybetmeyi ve bunları çekmeyi dolaylı olarak biz mi istemiş olduk?

– Biraz öyle. Biliyorsun Efendimiz, ailesinin iaşesini karşılayabilmek için bir Yahudi’den veresiye yiyecek satın almış, karşılığında da ona kalkanını rehin bırakmıştı. Bu halde iken vefat etmişlerdi. Hatta sıfırlama da değil. Eksiye geçmiş olarak ruhunun ufkuna yürüdüler. Sana yine bir soru sorayım. Ağlaya ağlaya “Sonsuz Nur” okuyan veya dinleyen birinin bir sürü mal varlığıyla ahirete gitmesi mümkün mü?

– Zor soru. Ben ağlayarak okumadım ama benimki de gitti?

– İyi işte Allah seni talihsiz bırakmamış. Senin gibileri ve benim gibi mücrimleri de sadık arkadaşlarından ayırmamış! Fani mallarını satın almış, ebedileştirmiş. Sırtta üç beş konteynır mal veya parayla Sırat geçmek zor. Bu, bir kural değil tabii ki. Ama zenginlik aşılması kolay bir imtihan değil.

– Zenginlik ne zaman problemsiz olur.

– Varlığı veya yokluğu bizi yormadığı zaman. Mal veya para yirmilik çivi gibi yüreğimize saplanmışsa bu halle Allah’a varılmaz. Ne oldu? Rabbimiz ahirette bize zarar vermesin diye onu çekip aldı.

– Buna da şükür! Süreçte çekilenler ve dünya malı olarak sıfırlanma bizim duamızın sonucu oldu o zaman.

KADER KALEMLERİ “SANA DA BÖYLE BİR HAYAT LUTFEDEBİLİRİM” DİYOR

– Öyle gibi. Allah hiçbir duayı karşılıksız bırakmaz. On yıllarca sahabi okuduk, Sonsuz Nur okuduk. Şehitlik okuduk. Hicret okuduk. Üstad Hazretlerinin sürgünlerini, zindanlarını okuduk. Öyle değil mi?

– Okumak, dinlemek kolaydı ama!

– İşte bu samimi dinlemeler ve okumalar, göz yaşları… İmrenmeler, gıpta etmeler dua yerine geçiyor. Kader kalemleri “Sana da böyle bir hayat lutfedebilirim” diyor. Ve kader kalemleri çalışmaya başlıyor.

– Yani Süreç ve çekilenler yapılan hataların sonucu değil mi? Olmazsa olmaz mıydı?

– Yapılan hatalar, yanlışlar ayrı bir konu. Herkesin yanılabilirliği, bunu doğal kabul etmek gerektiği, kasıtlı veya kasıtsız hatalar… Bunlara ayrıca geleceğim. Ayrı konu. Kader yukarıda bahsettiğim duaların gerçekleşmesi için hüküm verince hatalar olmuş olmamış önemli değil. Kader kalemleri duaların gerçekleşmesi için, peygamber çileleri, sahabi mihnetleri için esbabı kurgular.

– Biraz açar mısın?

– Mesala kader senin sahabi gibi bir insan olman için beni imtihan unsuru olarak takdir ettiyse “Kader gelince göz kör olur.” (Beyhaki, Şuabü’l-Îman) hadisinde üstü kapalı ifade edildiği gibi niyetim bazen iyi de olsa gözüm kör olur. Hata yapar senin canını okurum. Kaş yaparken göz çıkarırım. Bizim genel durumumuz bu oldu. Yunus’un dizesini hatırla. “Bir küt ile güreştim, elsiz ayağım aldı/Yıkıp bastıramadım göyündürdü özümü”. Kader, karar verince bir kötürüme bile mağlup olmak mümkün. Allah’ın takdiri gelince “göz kör olur.” Tam yenecekken yenilirsiniz; yenilecekken yenersiniz. Sonra ki dize de çok anlamlı. “Kaf Dağından bir taşı şöyle attılar bana/Öğlelik yola düştü, bozayazdı yüzümü”

“Kaf”, kaderin, taş ise “kaza”nın sembolüdür. ‘Kadere taş atmamak’, kazaya razı olmak gerekir. Önümüze çıkan, başımıza çalınan kayaları aşamazsak, yüzümüz yere bakar.

KADER, FORMÜLÜN SAĞ KISMINI GERÇEKLEŞTİRMEK İÇİN SOL KISMINI KURGULAR.

– Yine kafam karıştı.

– Yani durmadan şikayet edip mızıklanırsak birileri de bize döner “E hani sahabi diyordunuz, Hz Meryem, Hz. Asiye diyordunuz. Hz. Hatice diyordunuz” der. “Hz. Sümeyra, Hz. Nesibe” diyordunuz… “Hz. Hacer’in, Hz. İbrahim’den (as) ayrılmasını, çocuğu kucağında aç suzsuz kalmasını, vadi vadi koşturup çare aramasını, sütünün kesilmesini niye hikaye ediyordunuz?” der. “Hz. Hamza, Hz. Mus’ab” diyordunuz? Onlardan bahsetmeniz yalan mıydı?” diye sorar. Özetle kader beni kâmil insan yapmaya, sahabiye benzetmeye karar verince esbabı harekete geçirir. Esbab yoksa yaratır. Kastettiğim şey bu esbaba fazla takılma. Kimyasal denklemleri denkleştirmede kullanılır ya. Redoks işlemi. Kader, formülün, eşitliğin sağ kısmını gerçekleştirmek için sol kısmın ihtiyaçlarını belirler, esbabı kurgular, ekler, çıkarır. Formülü dengeler. Nihayet formülün ikinci kısmındaki hedef gerçekleşir. O nedenle olaylara yüzeysel bakmamak lazım. “oyunu okumak” lazım.

– Süreç iyi mi oldu diyorsun yoksa?

– Ne haddime…

 

(Devamı var)

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

  1. BULUNDUĞUM ŞEHİRDE HİZMETE GİRMEMİZE SET OLAN BİR ÖĞRETMEN VARDI….
    Ve ona, işsiz kalanda yardım için yanına- evıne gittim. Biraz konuştuk. Azılı bir cemaat düşmanı olmuştu. Cemaatın zülme uğradığını üç yıl önce, o gün anlatırken adavetinin tek sebebi olarak kaybettiği mevki ve servetiniydi.
    Cemaatın mazlum olduğunu biliyordu.
    Hayret ettim.
    Halbuki bulunduğum şehırde,20 yıl cemaatın önde geleni idi.
    Maalesef `iman ettik demekle imtihana çekilmeyeceğinizi mi sandınız?`
    ` Şüphesiz ki mallarınız ve evlatlarınızla imtihan olunacaksınız` mealındaki ayetlerın muhatabı olmuş, Allahu alem imtihanı kaybetmişti…. Zaten bir dahada görüşmedim kendisi ile….

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin