Kendi dilinden ‘DİB’ isimli teşkilatın konumu (1)

ANALİZ | ABDULLAH SALİH GÜVEN

Başlık yanlış değil. Onlar “Kendi Dilinden F..Ö: Örgütlü Din istismarı” adını verdiler rapora, ben ise bunun DİB’in kendi bulunduğu yeri ve seviyeyi anlatan bir rapor olduğuna ve olacağına inanıyorum. Nezaketimi Allah’a hesap vereceğim şuuruyla koruyor ve onun için “Kendi Dilinden DİB İsimli Teşkilatın Din İstismarı” yerine “Teşkilatın Konumu” diyorum. Zira diğeri müthiş bir ithamı bünyesinde barındırıyor.

Bu eksen üzerine oturtacağım değerlendirmelerin tabana intikali ile meselenin tekfire kadar uzanacak kapıları açacağını düşünüyorum. Malum, halkımızın hatta İmam Hatip mezunu olan Recep Tayyip Erdoğan dahil birçok üst seviye devlet kademelerinde görev yapan zevatın dini bilgi seviyesi malum. Mecazın ve teşbihin dahi hakikat zannedildiği bir zemin orası. Delil mi istersiniz? İddianamelere bakın yeter. Ama ben onlar gibi yapmam, istesem de yapamam. Böyle bir kapı aralamaya sebebiyet verecek yaklaşımları en azından hakikate saygısızlık ve alnı secdeli bu rapora imza atan insanların dünyevi ve uhrevi hukukuna tecavüz sayarım. Kul hakkından çok korkarım. Onlar korkmuyormuş, beni alakadar etmez. Ahirette Allah’ın huzurunda tek tek hesaplaşırlar Fethullah Gülen ve Cemaati ile. Herhalde bunu da düşünmüşlerdir söz konusu çalışmayı yaparken ve ekranlar karşısına çıkarken.

RAPOR ÖNCESİ İLK DEĞERLENDİRME

Yukarıda DİB’in kendi bulunduğu yeri ve seviyeyi anlatan bir rapor olduğuna ve olacağına inanıyorum dedim. Olduğuna inanıyorum, çünkü gerek Görmez Başkan’ın rapor sunumunu gerekse bugünkü gazete manşetleri ve değerlendirme yazıları bunu gösteriyor. Olacağına inanıyorum, çünkü bu kadar iddialı ama aynı ölçüde temelsiz, sathi bir metin olduğu inancı oluştu bende dinlediğim sunum konuşması ve hakkında yazılanlardan. Raporu henüz okumadım. Bu yazı biter bitmez başlayacağım okumaya. Dolayısıyla raporun içeriği ve temelsiz, sathi diye başkalarının kanaati olarak nitelendirdiğim rapor hakkında sanırım daha çok yazı yazarım. Onun için zaten yazını başlığına 1 koydum. Devamı gelecek manasına. Fakat tam aksi bir sonuçla karşılaşır, kendi okumalarımda raporun hakikaten ayaklarını yere sağlam bastığını, delillendirmelerin muhkem olduğunu görürsem, o zaman özür diler, rapor değerlendirme yazılarıma son veririm veya ben de katkıda bulunurum.

Bununla durduğum yeri göstermek istiyorum. Önemli olan hepimizin dini olan İslam’dır. Onun muhafazası esastır. 1980 yılından beri de İslam dini okumaları yapan bir insan olarak bu konuda söz söyleyebileceğimi ve kalem oynatabileceğimi düşünüyorum.

Şu an itibariyle şahsen benim elimdeki en somut veri, Görmez Başkan’ın rapor sunum konuşması. Başkanı ilahiyat talebeliğinden beri tanırım. Ankara İlahiyat koridorlarında Milli Görüş saflarında verdiği mücadele günlerini hatırlıyorum. Milli Görüşçülerin lideri ve ağabeyleri sayılan Hasan Hüseyin Ceylan ve Zahit Akman’larla sürekli grup halinde gezmeleri, Ülkücülere nazire yapmaları, çalım satmaları hala gözümün önünde. Ülkücüler de Milli Görüşçülere aynı şekilde davranıyordu.

RAPORU SUNDUĞU KONUŞMADAKİ HÂLİ AÇIK

Bunlar bir kenara, Görmez Başkan meramını insana itminan veren tok sesiyle, kısa ve net cümlelerle, muhkem ifadelerle, selis bir beyanla ve insanı kıskandıracak bir akıcılık içinde konuşurdu. Dünkü konuşmayı dinleyinceye kadar da benim gözümde öyleydi. Fakat nedendir bilmem, dün önündeki yazılı metni okuyamayacak kadar tutuktu. Ara sıra metin dışına çıkıp bazı kelime ilaveleri yapmaya kalktığı her an, insicamını kaybetti. Sanki aklı başka yerlere kaydı. Cümleleri yarım kaldı. Kiminde özne kayboldu, kiminde yüklem. İrticali konuşmalarda normal diyebilirsiniz. Ben de katılırım normal ama daha 2 hafta önce 15 Temmuz’un yıl dönümünde Görmez Başkan’ın cami minberinde verdiği irticali hutbeye bakın, tam aksini görürsünüz. Sanki bir bedende iki ayrı kişi dersiniz bu iki konuşmayı mukayese edince. Halbuki konu aynı. Muhteva aynı. Sadece muhatap değişik. Camide muhatap herkes, burada ise seçkin davetli zevat!

Mesela şu açılış cümlesine bakın: “Bu çalışmanın çok önce başlayan bir çalışma olduğunu… doğrusu… Diyanet işleri Başkanlığındaki görev hayatımın son günü bile olsa, son günleri bile olsa, tarihe not düşmek bakımından böyle önemli bir vazifeden… böyle önemli bir vazifeyi yerine getirmekten dolayı… bunun çok önemli olduğunu… ifade etmek istiyorum.” Noktaları ben koydum. Onlar Başkan’ın çok kısa süreyle de olsa durduğu, düşündüğü veya yutkunduğu anları temsil ediyor. Evet, muhteva anlaşılıyor amenna ama ya insicam? Ya insanın içine itminan salan tok ses? Nerede kısa net ve muhkem ifadeler? Ve nerede akıcılık?

Pekâlâ bu durum ne anlatıyor? Birincisi, uzmanlarından görüş almak lazım. Beden dili uzmanları, konuşmanın muhtevası, muhatapları, önemi ve konuşmacının ses, el-kol hareketleri, yüz mimiklerinin hepsine birden bakarak yorumlarda bulunabilir. Yüzde yüz isabet eder ya da etmez bilemem ama en azından ilmi bilgi ve tecrübe üzerine kurulu yorumlarıyla bizlere bir fikri verebilir.

İkincisi, benim şahsi kanaatim, Başkan Görmez’in vicdanı henüz ölmemiş. Dili önüne koyduğu metni konuşurken, kalbi ve gönlü imanının baskısı altında. Sanki Kur’an’ın ifadesiyle “akleden kalbi” şöyle sesleniyor ona: “Allah var, ahiret var, hesap var, mizan var, bugün suçladığın Fethullah Gülen ile yevmu’l haşr’de yüzleşme ve hesaplaşma var. Tamam sütten çıkmış ak kaşık değil ama bu kadar da olmaz. İlmi tenkiti hak eden, içtihadi düzlemde kabul edilebilir farklılıkları ihtiva eden görüşleri yok değil ama İslam tarihinde bunları seslendiren, böylesi görüşleri benimseyen nice ulemamız var ve bunların hiçbirisine biz ‘terörist başı’ demedik, demiyoruz. Dersek o yüce zatların ruhaniyetlerine haksızlık etmiş, kul hakkına girmiş oluruz.”

DEĞMEZDİ BE MEHMET BEY!

Tekrar söylüyorum, Görmez Başkan’ın rapor sunum konuşmasındaki önündeki yazılı metni okurken yaptığı hataları, dil sürçmelerini, metin dışına çıkıp ilavelerde bulunduğu zaman insicamı kaybetmesini vicdanının, kalbinin, ‘fuad’ının baskısına bağlıyorum. Ve diyorum ki tıpkı “ibret-i alem” olsun diye geri iade edeceğini söylediği Mercedes’i iade edememesinde gördüğü dünyevi baskı gibi bir baskı daha gördü ve tercihini o baskıdan yana kullandı. Her neyse yevme tüble’s serâir’de bu merakımızı gideririz. Nasıl olsa “her gelecek yakındır”.

Sonuç itibariyle; bu rapor Fethullah Gülen Hocaefendi ve görüşlerini dini açıdan incelediği ve kendilerine göre nihai hükmü verdiği iddiasıyla Diyanet’in kendisini bağladığı bir rapor olarak tarihe mal oldu. Başkan’ın dediği gibi Selçuklular döneminde Haşhaşiler, Osmanlı’larda Kadızadeler ve şimdi de o “Cemaat” diyor. Gerçekten öyle mi? Raporu okuyunca göreceğiz. Onların görüşlerini temellendirdikleri deliller ile Haşhaşiler, Kadızadeler ve Cemaat mukayesesi yapacağız. Bakalım o zaman ne çıkacak? Belki de karşımıza “siyasete eklemlenmiş bir Diyanet” çıkacak.

Söz sözüm: Değmezdi be Mehmet Bey! Diyanet İşleri Başkanlığının son günlerinde dünyevi ve uhrevi sorumluluğu mucip böyle bir çalışmaya imza atmaya inan değmezdi. Ne diyelim, “er-Râdi bi’d dararı lâ yünzaru leh”. Ahirette hesaplaşmak üzere.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin