Kâtiplikten Sadrazamlığa: Damat Ferit Paşa [Padişah Damatları-6]

Yorum | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

Osmanlı Devleti’nin son döneminde saraya damat olmak bir imtiyaz vesilesi oldu. Hanedan mensubu bir prensesle evlenen kişiye rütbeler verilmekte, birçoğunun liyakati ve tecrübesi yeterli olmadığı halde üst makamlara ve önemli görevlere getirilmekteydi. Çünkü artık padişahlar için önemli olan, kişinin “ehliyeti” değil “sadakati” idi.

Bunun en kötü örneği de Damat Ferit Paşa’dır. Damat Ferit birikim ve tecrübesi yetersiz olduğu halde Osmanlı Devleti’nin en zor döneminde Vahdettin tarafından “Sadrazam” yapılmış ve hem devletin hem de padişah Vahdettin’in hazin sonunu hızlandıran önemli bir faktör olmuştur.

DAMAT FERİT

Damat Ferit’le ilgili biyografilerde aslen “Sloven” asıllı olup Karadağ’ın “Poşasi” köyünden olduğu ve Hıristiyan olan ailesinin 17. Yüzyılda Müslümanlığı kabul ettiği belirtilmektedir.

Babası ise Şura-yı Devlet üyeliğine kadar yükselen “Seyyid” Hasan İzzet Efendi’dir. Ancak daha iki yüz sene önce Hıristiyan olduğu ve Karadağ’da yaşadığı bilinen bir ailenin “Seyyid” lakabını kullanmasının hakiki bir “Seyyidlikle” ilgisi olmayacağı kesin olup belki bir yakıştırmadan ibaret olabilir.

Ferit,  iyi bir eğitim aldıktan sonra Hariciye’de görev alarak Paris, Berlin, Petersburg ve Londra elçiliklerinde kâtip olarak görev yaptı. Avrupa’da bulunduğu dönemde Mithat Paşa’ya yakın ve Abdülhamit’e muhalif olarak bilinmekte ve bulunduğu ortamlarda “istibdat rejiminden” şikâyet etmekteydi.

İlk dönemlerde kendisini tanıyanlar dini hassasiyetini öne çıkarmakta, Hızır’ı görmek için Ayasofya’da top kandilin altında namaz kıldığını, Avrupa’daki ilk zamanlarında domuz eti yememek için yemeğini yanında getirdiğini anlatmaktadırlar. Ancak daha sonra ciddi bir dönüşüm yaşadığı anlaşılmaktadır. Ferit Bey sonradan Avrupa hayranı olmuş, Türklerin Batı uygarlığını kabul etmesini ve Latin harflerinin kabulünü savunmuştur.

MEDİHA SULTAN

Devlet memurluğunda ancak “ikinci kâtip” olabilen Ferit, saraya damat olunca farklı bir konuma geldi.

Abdülmecid’in kızlarından ve son padişah Vahdettin’in anne baba bir kardeşi olan Mediha Sultan ilk evliliğini Necip Bey’le yapmış, onun vefatından sonra da ağabeyi Abdülhamit, dul kalan kız kardeşinin münasip birisiyle evlendirilmesini istemişti.

Bu esnada Mediha Sultan’ın, vefat eden eşiyle aynı fotoğrafta gördüğü Ferit Bey’i “yakışıklılığından dolayı” tercih ettiği ve Padişahın da “dürüst bir kişi olarak” bilinen babasından dolayı bu evliliği onayladığı rivayet edilmektedir.

Evlilik sonrasında “Damad-ı Şehriyari” olan “Ferit Bey” önce Şura-i Devlet üyesi yapıldı, ardından “vezir” rütbesi tevcih edilerek “Damat Ferit Paşa” oldu. Eşinin Baltalimanı’ndaki sarayında sakin bir hayat geçirmeye başladıysa da bir süre sonra Londra Büyükelçisi olmak istedi. Mediha Sultan bu talebi Abdülhamit’e iletmiş, ancak padişah “Hemşire, orası mektep değildir, çok mühim bir sefarettir” diyerek reddetmişti.

DAMAT FERİT “REİS OLUYOR”

Damat Ferit Londra elçisi olamayınca Abdülhamit’e küstü ve bayram merasimlerine bile katılmadı. Paşa’nın Abdülhamit karşıtlığı Meşrutiyetin ilanı sonrasında tayin edildiği Ayan Meclisi üyeliği döneminde de açıkça görülmektedir. İttihatçılara yakınlaşmaya çalışan Damat Ferit, çeşitli ortamlarda İttihat ve Terakki’yi göklere çıkaran konuşmalar yaptıysa da Cemiyetten yüz bulamadı.

Bu sefer de “ikbal” şansını İttihat ve Terakki muhalifi olarak ortaya çıkan Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nda denemeye karar vererek önce İdare Heyeti üyesi, sonra da “fırka reisi” oldu (1911). Kamuoyunda ise partinin manevi liderinin Vahdettin olduğu propagandası yapılmaktaydı. Fakat parti içi çekişmeler nedeniyle reisliği uzun sürmedi ve istifa etmek zorunda kaldı.

Damat Ferit, Balkan Harbi sonrasında toplanan Londra Konferansı’na delege olarak tayin edildiyse de ertesi gün yerine başka bir atama yapıldı. Ancak Paşa’nın önemli görevlere talip olma isteği daha sonra da devam etti.

Paşa, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan çekilmesini sağlayan Mondros ateşkes görüşmelerine de gitmek istedi. Bu talep Vahdetin tarafından dönemin sadrazamı Ahmet İzzet Paşa’ya söylenince İzzet Paşa Padişaha “Aman Efendim, Damat Ferit mecnundur” diyerek karşı çıktı.

Paşa’nın Osmanlı tarafının istekleri kabul edilmediği takdirde Londra’ya gidip Kral Edward’la görüşerek “ben senin babanın kadim dostuyum” diyerek bütün problemleri halledeceğine dair sözleri; ne dünya siyasetine, ne de İngiltere’de hükümetin işleyişine dair bir birikiminin olmadığının açık bir kanıtı gibidir. Ama asıl acı olan, bu kişinin “sadrazam” yapılmasıdır.

KÂTİPLİKTEN SADRAZAMLIĞA

Damat Ferit’in ilk sadrazamlığı 4 Mart 1919’da gerçekleşti. Hâlbuki birkaç ay önce A. İzzet Paşa kabinesini kurarken kendisine nazırlık teklif ettiğinde “aman efendim, koca nezareti ben nasıl idare edebilirim” cevabını almıştı. Ama şimdi Damat Ferit hem sadrazam oluyor, hem de Abdülhamit’in kendisini Londra elçisi yapmamasının intikamını alırcasına “Hariciye Nazırlığı” görevini de üstleniyordu.

Damat Ferit, İngilizlerin desteğinin İttihatçıların yargılanmasıyla sağlanabileceğini, böylece ülkenin kurtulacağını düşünüyordu. Bu amaçla birinci Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin ilk icraatı, bir kararname çıkararak Said Halim Paşa başta olmak üzere eski İttihatçı bakan, nazır ve yüksek rütbeli subayları tutuklamak oldu. Tutuklanan İttihatçılar bir süre sonra Divan-ı Harb’de çeşitli iddialarla yargılanmaya başladılar.

Damat Ferit İngiltere’ye; gerekli görülen yerlerin işgal edilebileceğine ve bakanlıklara İngiliz müsteşar, valilerin maiyetine de İngiliz konsolos tayin edilebileceğine dair teklif yaptıysa da Yunanlıların İzmir’i işgaline mani olamadı. Bu sırada M. Kemal Paşa’nın IX. Ordu Müfettişliğine tayini ve sonrasında Samsun’a çıkmasıyla Damat Ferit hükümetlerinin Milli Mücadele’ye karşı mücadelesi başladı.

Damat Ferit ve Vahdettin, Milli Mücadele’yi “İttihatçı” bir hareket olarak değerlendirerek engellemeye çalıştılar. M. Kemal Paşa önce görevinden azledildi, daha sonra da Milli Mücadele liderleri için tutuklama kararı verildi.

Damat Ferit bu dönemde İngiliz mandasından yana olduğunu açıklıyordu. Paris Barış Konferansı’na bizzat katıldıysa da bir sonuç alamadı. Bu arada önce Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın desteğini kaybetti. Daha sonra da gelişen Milli Mücadele hareketinin hedefindeki ilk isim oldu.

Milli Mücadele’nin lider kadrosu başlangıçta Padişah yerine Damat Ferit Paşa Hükümetlerini hedef aldılar. Buna rağmen Vahdettin’in beş defa Damat Ferit’i sadrazamlığa ataması her yönden üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur. Damat Ferit ve kurduğu hükümetler, kongreler döneminde Milli Mücadelenin örgütlenmesini engellemeye çalıştıkları gibi ülkenin çeşitli yerlerinde Milli Mücadele aleyhinde isyanları da teşvik ettiler.

Ankara’da Meclisin açılmasıyla birlikte Damat Ferit’in Milli Mücadele aleyhindeki faaliyetleri daha da arttı. Nemrut Mustafa Paşa’nın başkanlığındaki Divan-ı Harp tarafından M. Kemal ölüme mahkûm edildi. Ankara İstiklal Mahkemesi de Damat Ferit için ölüm cezası verdi.

Damat Ferit’in beşinci ve son kabinesi ise en büyük hatayı yaparak Sevr Antlaşması’nın imzalanmasına onay verdi. Ancak Ankara Hükümeti’nin antlaşmayı tanımamasıyla Paşa’nın İngilizler nezdindeki itibarı da sona erdi ve 17 Ekim 1920’de istifa etti. Bir daha da sadrazamlık görevine atanmadı.

1922 Temmuzunda eşi Mediha Sultan’la birlikte Karlsbad’a giden Damat Ferit, birkaç ay sonra İstanbul’a döndüyse de Baltalimanı’ndaki yalıdan dışarı çıkmamayı tercih etti. Büyük Taarruzun başarıya ulaşmasından sonra da İngilizler aracılığıyla Avrupa’ya kaçtı.

Damat Ferit’in bundan sonraki hayatı Fransa’nın Manton şehrinde devam etti. Her zaman lükse düşkünlüğüyle bilinen Paşa, burada da aynı yaşantısını devam ettirdi. Enteresan bir şekilde Türk ordusunun İstanbul’a giriş tarihi olan 6 Ekim 1923’de Nice’de vefat etti.

KAHT-I RİCAL Mİ?

İngilizlerin 1920 yılı raporuna göre Paşa, “müzik ve kitap dolu hayali bir dünyadan” iç karartıcı gerçek bir dünyaya adım atmasıyla büyük problemler yaşamıştır. Bu raporda ifade edilen hayalciliği, Paşa’nın icraatlarında açıkça görülmektedir. Nitekim izlediği yanlış politikalar kendisini ülkenin “en sevilmeyen adamı” yapmış, kayınbiraderi Vahdettin’i de “vatan haini” durumuna düşürmüştür.

Paşa’nın en önemli özelliği İngilizlerle işbirliği yaparak ülkenin kurtulacağına inanmasıdır. Bu durum İngilizler tarafından desteklenmesine neden olmuş, benzer düşüncelere sahip olan Vahdettin de “denize düşen yılana sarılır” sözünü haklı çıkarırcasına en kritik dönemde kendisini beş defa sadrazam tayin etmiştir.

İlginç olan Paşa’nın damat olmadan önce devlette gelebildiği en üst makamın ikinci kâtiplik olmasına rağmen sadrazam tayin edilmesidir. Burada öncelikle akıllara “kaht-ı rical” meselesi gelebilir. Ancak asıl nedenin, son Padişah Vahdettin’in “liyakat” yerine “sadakat” arayarak böylesine zor bir dönemde eniştesini ikinci adam olarak görevlendirmek istemesi olduğu görülmektedir.

Vahdettin’in yaptığı bu hata ülkeyi adım adım felakete götürmüş, Yunanlıların Anadolu’da ve Trakya’da ilerledikleri bir dönemde İstanbul hükümetlerinin aciz kalmasına yol açmıştır. Vahdettin de 17 Kasım 1922’de ülkeyi terk etmiş ve birkaç yıl sonra San Remo’da sıkıntılar içinde vefat etmiştir.

Kaynakça: Ş. C. Erdem, Sadrazam Damat Ferit Paşa, MÜ SBE Doktora tezi, İstanbul,  2002; Mahmut Kemal İnal, Son Sadrazamlar, C. 4, İstanbul, 1982; C. Küçük, “Damat Ferit Paşa”, TDV İA, C. 8; A. Satan (Yay. Haz), İngiliz Yıllık Raporlarında Türkiye (1920), İstanbul, 2010.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin