İyi devlet

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Dünya bambaşka bir gezegen olma yolunda hızla ilerlerken, insanlığı insanlık başlığı altında birleştirecek zorunluluklar giderek ağırlığını hissettiriyor. Küresel ısınma ve çevresel felaketler, hızla artan nüfus, gelişmişlik sorunlarındaki asimetri, cinsiyet ayrımcılığı, terörizm ve şiddet, savaşlar, salgın hastalıklar, modern tarım yöntemlerinin geliştirilmesi gibi yüzlerce konu, hayati önemde. Bu sorunlar hepimizin – tüm insanlık ailesinin.

Ancak bu sorunlara çözüm aramayı bırakın, varlıklarından bile bihaber milyarlarca insan, bizimle aynı gezegeni paylaşıyor. Ve onlar da insanlık başlığı altında yer alıyor. Gelişmiş dünya ve gelişmekte olan dünya yanında, gelişmek istemeyen toplumlardan oluşan bir dünya da var maalesef.

Toplu halde yaşıyoruz. Öyle yapmaya mecburuz. İnsanlar var oldukları andan itibaren topluluk içinde yaşadılar. İşbölümü ve çatışma dinamikleri, insanlık ailesini çeşitli biçimlere soktu. Gereken düzeni sağlamak üzere hukuk ortaya çıktı. Hukuku zorlayıcı olarak da devlet! Devlet evrensel bir kurum ve insanların olduğu her yerde devlet var. Bugün Antarktika kıtası hariç, dünyanın her yeri devletler arasında bölüşülmüş durumda. Devletler, sınırları dâhilinde yaşayan toplumların yaşam koşullarını en fazla etkileyen faktör. Adı aynı olsa da, anlamı aynı olmayan “devlet” konsepti, bazen insanları mutlu ediyor, bazense onları canından bezdiriyor. Hayatı düzenleyen, haklarınızı garanti altına alan, size adalet ve refah sunan, kendinizi geliştirme özgürlüğü tanıyan devletlerin yanında, vatandaşını paryalaştıran, ondan can ve mal güvenliği de dâhil evrensel insan hak ve özgürlüklerini esirgeyen ceberut devletler var dünyada. Kabaca iki grup devletten söz edebiliriz: gücü sınırlandırılmış ve gücü sınırlandırılmamış devletler. Gücün sınırlandırılması hukuka tabi olmayı gerektirdiğine göre, iyi devlet ve kötü devlet arasındaki farkı yaratan hukuktur diyebiliriz.

Bir tarafta anayasaları ve kurumlarıyla, yönetenleri ve yönetilenleriyle hukukun herkese eşit uygulandığı devletler var. Diğer tarafta hukukun “esnek” olduğu, yani kişiye göre değişik hukuksal uygulamaları olanaklı kılan, güçlüye ve zayıfa ayrı hukuk uygulanan devletler. İyi devlet ve kötü devlet arasındaki ayırım burada düğümlü!

Son iki yüz yıldır insanlığın dönüştürdüğü iyi devlet, iyi devlet olarak tasarlanmadı. Özü itibarıyla tüm siyasal sistemler bir evrim geçirdi. Bugünkü Avrupa veya Kuzey Amerika kıtalarındaki devletler, genel “iyi devlet” nitelemesini hak etmeden önce, yüzlerce yıllık bir toplumsal-siyasal dönüşüm geçirdiler. Din savaşları, işgaller, soykırımlar, ayrımcılıklar, totaliter ideolojiler, kıtlık, açlık ve salgın hastalıklar gibi majör sorunlar hep var oldu, ama sürekli bir iyi-kötü savaşında sonuç olarak iyi devlet gelişti ve serpildi. Kötü devletse var olmayı sürdürdü. Genellikle güvenlik kötü devleti besleyen ana argüman oldu. Her ne kadar sadece kâğıt üzerinde de olsa, güvenlik endişeleri halen toplumları en kısa yoldan özgürlüklerden vazgeçirme metodu. 11 Eylül saldırılarının ardından yaşananlar, bunu doğrulamıyor mu? Teröristlerin esas darbesi, İkiz Kulelerin yıkılmasından çok, Amerikan demokrasisine verdikleri zarar değil mi? Guantanamo’da hukuktan arındırılmış koşullar oluşturarak Amerikan anayasasını delen fiili uygulama, esasında çok da kırılgan ve hassas olan demokrasiye en ciddi zararı vermedi mi? Bugün ABD’de yükselen yeni sağ, bu dönemin ürünü değil mi?

Güvenlik konusu, bu nedenle suiistimali en kolay ve ucuz olan konulardan biridir. Türkiye’de de 1980’lerden beri PKK terörü üzerinden OHAL rejimi ve vesayetin değirmenine su taşınmadı mı? Ya da daha geriye gidecek olursak, 12 Eylül ve 12 Mart öncesinde yaşanan kaos ve şiddet sarmalı, siyaset dışı eylemleri meşrulaştırmadı mı? Güvenlik ihtiyacı arttıkça, devletin temel anayasal hak ve özgürlükleri istisnai olarak kısıtladığı dönemler de meşruiyet kazanıyor. Otoriter uygulamalar bu açmaz üzerine inşa ediliyor. Böylelikle görünürde olmayan asıl ajandalar kabul edilebilir ve hazmedilebilir hale gelecek şekilde drajeleştiriliyor ve topluma usulca yutturuluyor. Budan dolayı bazı toplumların şiddet ve kaos durumu son bulmak bilmiyor. Türkiye otoriter geleneği sürekli olarak güvenlik temelinde kendine meşruiyet sağladı. Bu Gezi sürecinde ve 15 Temmuz ertesinde de değişmedi. Hukuksuzluk, güvenlik ihtiyacı gerekçe gösterilerek haklı çıkartılmaya çalışıldı. “Ya bizdensin, ya onlardan” tehdidiyle kitleler rejim diskurunu kabule zorlandı. Ve ilginçtir, sonrasında kraldan fazla kralcı hale gelerek rejim retoriğini diskurun sahibinden bile fazla benimser oldu. Böylece rejim daha derinlere kök saldı.

Her dönemde karşımıza bu mekanizma çıkıyor. Böylece ne kadar dönüştürmeye ve demokratikleştirilmeye çalışılırsa çalışılsın, Türkiye iyi devlet haline gelemiyor. Hakları garantiye alan ve özgürlükleri koruma görevini birincil misyon addeden devletlerden farklı olarak, farklılıklardan tedirgin olan ve bu tedirginliği bir güvenlik paranoyasına dönüştüren bir mekanizma olarak işliyor. Bu mekanizmanın tükettiği özgürlüklerden arta kalan grileşmiş puslu alanda, atı alanın Üsküdar’ı geçtiği, saman altından herkesin kendi ajandasının gereğini yaptığı, ortak iyinin umursanmadığı bir yapı varlığını sürdürüyor. Böylece kendi yapay gündemine boğulan, içe kapanan, insanlık ailesinden kopuk, yabancılaşmış ve ürkek bir toplum yeniden üretiliyor. Yapay iç ve dış düşman imajlarıyla tazelenen rejime güven, sıklıkla şaibeli biçimde vuku bulan şiddet eylemleriyle kendini parlatıyor.

Bu nedenle dikkat ederseniz küresel tartışmaların çok gerisindeyiz.  Çevre sorunlarına yaklaşırken bile Türkiye’ye odaklanarak meseleleri milli bir sorun haline getirerek “öteki” üreten bir mekanizma yok mu? Dünyada küresel çevre sorunları son derece ciddi bir mesele olarak devamlı gündemdeyken, Türkiye kendi çevresel sorunlarını küresel bağlamdan kopuk, milli bir mesele olarak algılıyor. Bu sadece bir örnek! Tipik bir yerelleşme ve içe kapanma vakası. Ana akım haline gelen “biz” ve “onlar” ayrımının nasıl işlediğini bize gösteren bir durum.

İyi devletler ve kötü devletler ayrımında, Türkiye iyi devlet özelliklerini sıfırlayarak toplumunu dünyadan kopartmayı geniş ölçüde başardı. Kendisinden başkasına odaklanmayan, komşusundaki orman yangınına “milli bakış” üzerinden okumalar yapan bir köhne yerelliğe boğuldu. İslamcısı, ulusalcısı, milliyetçisi, dindarı ve seküleri; Türkiye toplumu hukuktan koptuğu oranda dünyadan da koptu, kopuyor. Türklerin önemli bir bölümü, Almanya’da göstericileri coplayan polis imajından ülkesindeki polis şiddetini haklı çıkartma gayretinde. Amerikan yerlileri veya Cezayirlilere yapılan katliamlardan Ermeni soykırımına mazeret bulma peşinde. Fransa’da ilan edilen olağanüstü hal üzerinden Türkiye’deki OHAL uygulamalarını ve feci zulmü meşrulaştırma çabasında. İşin kötüsü, iyi devletlerin kötü devlet okuması daima böyle yapılıyor. Rusya’da, Çin’de veya İran’da da rejim böyle çalışıyor. Bu mekanizma sayesinde, evrensel hak ve özgürlükler, bir tür Batı liberal değerleri dizini olarak gösteriliyor. Hak ve hukuk talep edenlere, iyi devletlerin ajanı muamelesi yapılıyor. Otoriter uygulamalar “yerli ve milli” bir okumayla kutsanıyor. Bu durum, en uç siyasi kampları bile ortak diskurda bir araya getirebiliyor.

Yirmi Birinci Yüzyıl’da Türkiye halen temel insan hakları ve özgürlükleri ile uğraşıyor. Yüzlerce gazetecinin komik ve anlamsız terörizm suçlamalarıyla üç yılı aşkın süredir hapishanede olduğu bu ülke, Mars’a gitmeye veya küresel ısınmaya çözüm üretmeye çalışan dünyanın çok gerisinde. Çocuklarına kin, nefret, ötekileştirme dışında pek bir değer veremeyen bu acınası toplum, kıyasıya “iyi devletlere” düşmanlık devşirirken, öte yandan o devletlerin ürettiği uçaklara binmekte, akıllı telefonları kullanmakta, ayakkabıları giymekte, antibiyotikleri almakta sakınca görmüyor. Dünyadan koptuğu oranda dışa bağımlı hale geliyor. Küreselleşmenin kaybedenleri kulübünde yerini sağlamlaştırıyor. Leonard Wibberley’in Kükreyen Fare’sindeki gibi, fare dağa küsüyor, dağın haberi olmuyor.

Türkiye’de iyilerle kötülerin savaşında kısa vadede iyiler kaybetse de, uzun vadede kötüler kendi yarattıkları kötülükler denizinde boğulacak. İnsanlık tarihi şahittir çünkü: iyiler kaybetse de iyilik kazanır.

***

Tüm okurlarımın bayramını en içten duygularla kutlarım. Daha iyi şartlarda, kutlanası bayramlara.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin