İtalya ‘sağa’ çekti

YORUM | EBUBEKİR IŞIK

Geçen yıl Avrupa’da yapılan bir dizi seçim ve bu seçimlerin ardından kurulan hükümetler Avrupa Birliği projesinin önemli sorunlarla karşı karşıya olduğunu tekrar teyit etti.

Hollanda, Belçika, Fransa, Büyük Britanya, Almanya, Avusturya ve son olarak İtalya’da yapılan seçimler, popülist ve AB projesine kuşkuyla bakan aşırı sağ partilerin zaferi ile sonuçlandı. Takip edenler hatırlayacaktır, bahsi geçen AB ülkelerinde seçime giren partilerin istisnasız en az bir ya da ikisi kendisini açıkça ‘populist’ siyasetin yeni temsilcisi olarak seçmene tanıtmıştı.

Bu ‘aşırı’ partiler tarafından kullanılan popülizm kavramına baktığımızda son derece somut ve sınırları çizilmiş bir siyasal yönelim karşımıza çıkmakta. Bahsi geçen popülist partiler, temel olarak AB karşıtlığı, var olan siyasal-ekonomik yapıyı reddetme, yönetici elite karşı mücadele ve müsesses nizamı (establishment) değiştirme motivasyonları ile hareket etmekteler.

Şüphesiz, aşırı sağ söylemler ve popülizm İtalya seçimlerinde de büyük bir etki yarattı. 4 Mart’ta yapılan seçimler İtalyan ekonomisinin son derece kötü bir performans sergilediği, işszilik oranlarının komşu AB ülkelerine göre son derece yüksek olduğu, kamu borçlarının AB ortalamasının çok üstünde ve seçmenin büyük çoğunluğunun yönetici eliti başarısızlıkla itham ettiği bir döneme denk geldi. Kuşkusuz tüm bu faktörler, popülist söylemlerin her zamankinden daha fazla taban bulması sonucunu doğurdu.

İtalya seçimlerinin kazananları

Önümüzdeki beş yıl görev yapacak hükümet erkanını seçmek için 4 Mart’ta yapılan seçimlerde ağırlıklı olarak üç koalisyon mücadele etti. Bir tarafta İtalya eski başbakanı Berlusconi liderliğindeki merkez sağ parti; diğer tarafta bir önceki İtalya başbakanı ve Floransa belediye başkanı liderliğindeki merkez sol parti; ve son olarak Luigi Di Maio liderliğinde seçimlere giren Beş Yıldız Hareketi.

En başından ifade etmek gerekirse, İtalya seçimlerinin galipleri popülist söylemler ile seçim kampanyalarını yürüten Beş Yıldız Hareketi ve Lega partileri oldu.

Seçim sonuçlarına baktığımızda bu iki popülist partinin 32 milyon seçmenin 16 milyonundan fazlasının desteğini almayı başardığı görülmekte. Bu sonuç bizi İtalyan seçmenin yüzde ellisinden fazlasının aşırı söylemleri olan partilere yöneldiği gerçeğini kabule zorlamakta.

Birçok yorumcu bu iki popülist partinin bir koalisyon eşliğinde İtalya’yı yönetebileceklerine dair görüşler ortaya koysa da, her iki partinin bazı konularda farklı pozisyonlara sahip olduğu da göz ardı edilmemeli. Ancak, her iki parti de Euro ile alakalı bir referandum yapma, AB’nin öne sürdüğü mülteci kotalarını yok sayma ve İtalyan vatandaşlarının sosyal-ekonomik haklarını geliştirecek güçlü bir devlet modeline (Welfare State) geçme şeklinde ifade edilebeilcek bir takım hususları parti tüzüklerinin en öncelikle maddeleri olarak ifade etmekteler.

İtalya anayasasına göre, bu iki parti arasında yapılacak muhtemel koalisyonun hükümeti kurabilmesi için hem temsilciler meclisinde hem de senatoda çoğunluğu yakalaması gerekiyor. Siyasal spektrumdaki tüm partiler bu gerçeğin gölgesinde hareket edecekleri için, bu hafta başlaması öngörülen pazarlıklar çok çetin geçeceğe benziyor.

Seçimin kaybedenleri

Bu seçimin kaybedenleri şüphesiz merkez sağ ve merkez sol partileri oldu. Seçimden hemen sonra taraftarlarını hezimete uğratan Berlusconi istifa etmese de, merkez solu temsil eden Matteo Renzi istifasını sundu. Aslında merkez sağın bu derece seçimlerde kötü bir performans sergileyeceğini ve Lega’nın lideri Matteo Salvini’nin bu kadar büyük bir seçmen desteğini kazanacağını Berslusconi dahi tahmin edemedi.

İtalya’daki seçmen kompozisyonuna baktığımızda aşırı söylemlere sahip Lega’nın geleneksel olarak Berlusconi’nin partisi olan Forza İtalia’yı desteklediğini ifade edebiliriz. Fakat, 4 Mart’ta yapılan seçimlerde bırakın Lega’nın Berlusconi’nin partisini desteklemesini, Forza İtalia destekçilerinden hatırı sayılır bir seçmen kitlesinin Lega’ya oy verdiği Berlusconi ve ekibi tarafından da kabul edildi. Böylece, İtalya merkez sağının daha da sağa ya da diğer bir ifade ile aşırı sağa kaydığı açıkça ortaya çıkmış oldu.

Öyleki, Lega Nord’un lideri Matteo Salvini Ocak 2017’de Koblenz’de Hollanda’lı ırkçı lider Geert Wilders ve aşırı söyemleri ile bilinen Fransız siyasetçi Marie Le Pen ile gövde gösterisi yapmış ve Avrupa’nın ‘gerçek kimliğine’ sahip çıkacağının sözünü vermişti.

Diğer taraftan, İtalya seçimlerinin diğer bir kaybedeni ise yukarıda da belirtildiği gibi Matteo Renzi’nin merkez sol partisi olan Democratic Party oldu. Aslında son beş yıl içerisinde Renzi’nin partisi iyi bir ivme yakalamıştı. Democratic Party 2013’teki İtalya genel seçimlerinde yüzde 29.55 ve 2014’teki Avrupa seçimlerinde ise yüzde 40.81 düzeyinde oy almasına rağmen, 4 Mart’ta yapılan seçimlerde yüzde 23 gibi bir oy alarak son yılların en düşük performansını ortaya koydu.

Merkez solun diğer bir kanadı olan ve İtalya’nın eski dışişleri bakanlarından Emma Bonino’nun liderliğini yaptığı +Europa partisi ise yüzde 3’ün altında bir oy oranı ile ne senatoya ne de temsilciler meclisine vekil gönderebildi.

Tüm bu veriler İtalya merkez siyasetinin ciddi anlamda yıprandığını ve seçmene umut vaat edemediğini teyit etmekte. Diğer taraftan, aşırı sağ ve popülist söylemlere sahip olan partilerin ise tüm İtalyan seçmenin yarısından çoğunun desteğini aldığı ortada. Elimizdeki seçim sonuçlarını değerlendirdiğimizde, İtalya siyasetinin devam etmekte olan merkez-sağdan aşırı-sağa yöneliminin beklenmedik ölçüde hızlı ve son derece güçlü olduğu daha da iyi anlaşılmakta.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin