Size dayatılan kavga ve kişiliğiniz

Foto | AFP

Yorum | Prof. Dr. Mehmet Efe Çaman

İslami ve milliyetçi antagonizm meselesi son günlerde Türkiye rejimi tarafından gerek kamu diplomasi, gerek pür propaganda, gerekse de psikolojik harekat araçları üzerinden topluma iyiden iyiye zerk edildi. Antagonizm, köklü hasımlık veya ilişkinin doğasında bulunan düşmanlık şeklinde anlaşılabilir. Mesela Soğuk Savaş döneminde ABD’nin başını çektiği liberal demokrasi – piyasa ekonomisi sistemi ile Sovyetler Birliğinin başını çektiği komünist rejimler arasında böyle bir antagonist ilişki vardı. Biri diğerinin alternatifi olan bu sistemlerin anlaşabilmesi, daha doğrusu uzlaşabilmesi olanaksızdı. Bu nedenle Birinci Dünya ile İkinci Dünya kategorileri altında birbirlerinden ayrılmaktaydılar. Bugün benzer bir temel ayrışmayı İslam devletleri (ya da nüfuslarının büyük demografik çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu ülkeler) ile dünyanın geri kalan tarafı arasında görüyoruz.

Elbette İslamcı ideolojiler İslam külliyatını hoyratça sömürüyor bu antagonizmi beslemek için. Tarihsel bağlamından kopartılan ve anakronizmin kullanışlı ama etkin diskursuna yelken açan bu yönelim, uzun vadede herkesle kavgalı bir Müslüman coğrafya oluşturacak. Hatta halihazırda bu oluştu gibi.

İslamcılık kısır bir döngü

Türkiye toplumu da bir zamanlar İslam dünyasındaki en heterojen ve açık toplumlardan biriydi.  Oysa özellikle son yıllarda giderek artan bir radikalleşme, ileride telafisi kolay olmayacak bir sorunlara neden oluyor. Antagonizmin büyüsüne kapılan ve bu akın dışı ve habis radikalleşmenin akrabası olan kavramlarla zehirlenen çocuklar ve gençlerle mi Türkiye 21. yüzyılda küreselleşen dünyada rekabet edecek? 15 yılı aşkın süredir iktidarda olan İslamcıların etkisiyle Türkiye İslam coğrafyalarının tümünde gözlemlenen bu ana akım gidişat içerisinde yer alıyor, üstüne üstlük ve daha trajik olmak üzere başı çekiyor. İslamcılık öyle bir kısır döngü ki, dinin enstrümanlaştırılması giderek daha da radikal ve düşmansı habis sosyolojileri üretiyor ve yeniden üretiyor. Bu sarmal ise her türlü cihatçı radikalleşmenin zeminini hazırlıyor. Suriye’nin bugünkü ürkütücü cihatçı profilini 1990’larda ve 2000’lerin başında kim tahmin edebilirdi ki? Bu tür vakalar, sosyolojik dinamiklerin siyasetçe tetiklenmesinden sonra cinin şişeden nasıl çıktığını bize öğretmiyor mu?

Bugün Türkiye’de “Batı’nın kafaların içini işgal eden” bir “öteki” olduğuna ilişkin algı, perçinlenmiş durumda. Bu cümleleri Bilal Erdoğan’dan duymamız tesadüf değil. Yapılanlar bilinçli politikaların sonucu. Bunların arka planında bir tür İttihatçı ve Kemalist geleneğin peşine takılan ve toplum mühendisliği yöntemini benimsemiş zihniyet var. Orwell’ın 1984 romanındaki gibi tarihin keyfe keder tahrif edildiği ve yeniden yazıldığı, diskurun eylemde nazaran önde olduğu, hatta eylemin olup olmadığı da dâhil her şeyin diskura göre şekillendiği bir siyasal ve toplumsal gerçeklik var karşımızda. Bu, yaratıcısı olan otoriter karakterden veya faşizan sistemden bile daha tehlikeli bir şey. Çünkü kimlikler biz ve öteki arası ilişkiler dinamiği içinde oluşur. Bugün Türkiye’de ötekileştirilen bir muğlâk “Batı” kavramı var ki çoğu zaman iktidarın düşüncelerini eleştirenler de “milli ve yerli” olmayan, Batı’nın kafalarının içini işgal ettiği yabancılaştırılmış, mankurt olarak algılanan kişiler şeklinde tasnif ediliyor.

Böylece, pratikte Batı sadece ABD veya Avrupalıları kapsamıyor. Bu adı geçenlerin uyguladıkları insan hak ve özgürlüklerine dayalı, hukuk devleri ve anayasal demokrasi normlarını benimseyen Türkiyelileri de kolaylıkla kapsayabiliyor. Böylelikle bir anda kendinizi “yerli ve milli” olmayan kampta bulabiliyorsunuz. Kaldı ki, sadece İslamcılar değil, nasyonalistler de aynı antagonizmi başka ideolojik kaynaklarla meşrulaştırarak kullandıkları için, kolaylıkla bu çevrelerce de aynı kozmopolitan çevreler yerli ve milli olmayan unsurlar olmaya indirgenebiliyorlar. Bunun çok tehlikeli olduğunu vurgulamaya gerek var mı?

Zavallı bir zihniyet, tüm toplumu sardı

İslamcıların nasyonalizmle bütünleştirildiği post 15 Temmuz Türkiye toplumunda, daha önce muasır medeniyet olarak benimsenen ne varsa artık kudurmuş bir şiddetle reddediliyor. NATO deyince aklına emperyalizm gelen, insan hakları deyince Fransızların Cezayirlilere veya Amerikalıların Kuzey Amerika yerlilerine yaptıkları katliamları argüman olarak gündeme getiren, daima kendi ülkesindeki ve toplumundaki halen süre gelen insan hakları ve hukuk ihlallerini dünyanın başka toplumlarının geçmişlerinde işledikleri korkunç suçlarla meşrulaştırmaya ve mazur göstermeye çalışan, zavallı bir zihniyet, tüm toplumu sardı. Bunun arka planında işte topluma aralıksız pompalanan bu antagonizm var.

Bir kavgaya hazırlanıyor sanki Türkiye, rejim tarafından. Kendi siyasi beka ve geleceklerini tümüyle Türkiye’nin kaderinin önüne koyan bu zihniyetin antagonizminden ve onun yabancılaştırıcı, dışlayıcı, ötekileştirici, şeytanlaştırıcı, yok edici, ezici, pasifize edici etkisinden ülkenin ve insanlarının korunması mümkün mü? Hazırlanıldığını düşündüğüm kavga, Müslüman Türklere karşı işbirliği eden büyük, kocaman bir dünya algısı temeli üzerine inşa ediliyor. Bu memlekete karşı bitmeyen bir kumpas paranoyası var, geçmiş nesillerden miras kalan. Ağır bir kompleksin ve kendine güven eksikliğinin sonuçlarını yaşamaktayız. Bireysel olarak kendisine güvenmeyen, aşağılık kompleksinin tüm bünyesini ve psikolojisini esir aldığı bir büyük kitle, grup dinamiği içinde, sanal “başarılardan” pay almaya, sanal ganimetleri paylaşmaya, sanal bir ortamda deşarj olmaya çalışıyor. Hayatın bir tür film gibi algılandığı, ancak sadece izlenmeyen, aynı zamanda yaşanan bir gerçeklik oluşturuluyor. İnsanlar savaşa giden ve ölen yakınlarının fiziksel olarak yok olduklarını, artık geri dönmeyeceklerini düşünmüyor mesela. Ya da giderek daralan hukuksuzluk ve keyfiyet çemberinin birbiri peşi sıra daha geniş kitlelere, “hayır” diyen ve sorgulamaya başlayan tüm bireyleri gazabına dâhil ettiğini ve bir gün sıranın herkese gelebileceğini görmezden geliyor. Böylesi daha rahat ve kolay çünkü.

Türkiye’de tüm kötülüklerin anası Batı olarak benimsenmiş

Bu köhneliğin ve yerelliğin en bariz etkisi, toplumu mukayese edebilme olanaklarından yoksun bırakmaktır. Kendilerini başkalarıyla karşılaştıramayan insanlar, yaşadıkları sefaletin de farkında olmaz. Yönetenler için ne ideal bir durum değil mi? Kapalı toplumların antagonizm ile zehirlenmesi hep bundandır. Hitler’in Almanya felakete giderken insanlara Almanlar ve ötekiler şemasını dayatması ve “üstün ırkın” zavallı ezik Almanlarının kendilerini gerçekten de hak ve özgürlüklerin yerleştiği ülkelerdeki insanlardan üstün görmeleri, baskıcı ve faşizan politikaların ülkeyi tümüyle yangın yerine çevirmesinin ve rejimin konsolide olmasının yolunu açmıştı. Tüm faşist ve totaliter sistemlerde izlenen bir şemadır bu. Türkiye’de – ve tüm İslam coğrafyasında – olan bu. Hitler de komplo teorilerini halkına propaganda yoluyla kabul ettirmişti. Bugün tüm dünya İslam dünyasının acınası ve zavallı genel profilinden sorumlu, ama bir tek İslam dünyası sorumlu değil. Olabilecek bir şey midir bu? Türkiye’de meydana gelen tüm kötülüklerin anası Batı olarak benimsenmiş durumda. Bu antagonizm, uzlaşıyla çözümlenemez derinlikte “biz ve öteki” ayrımı üzerine inşa edilmiş durumda. Tarihsel referans kaynakları ile, anakronist bir propaganda makinesi ile çocuklara, gençlere, tüm toluma dayatılan bu algının gerçeğe tekabül edip etmediği önemli değil. Çünkü algı gerçektir. Sosyal gerçeklik, inşa edilen algılar üzerine oturur. Sübjektif olan gerçekliğin bakış açılarıyla şekillendiğini, zihin haritalarının eylemlerimizi ve tercihlerimizi belirlediğini söylüyorum. Bu nedenle İslamcılığın nasyonalizmle bütünleştiği, dini-milli kimliğin üzerine inşa edilen bir antagonizmin yepyeni bir büyük kavga toplumu yarattığı günümüz Türkiye’sinde, seri adımlarla topyekûn bir faciaya doğru ilerleniyor.

Bu kıskaçtan kurtulmanın yolu, birey olmaktan ve dayatılan şablon kimlikleri reddetmekten geçiyor. Rejimin dilini, kavramlarını, tarih anlayışını, cinsiyetçiliğini, ayrımcılığını, ırkçılığını, habis nasyonalizmi, şiddet söylemini ve övgüsünü terk ederek, daha enginlere, daha kozmopolitana, daha evrensele yönelmek, tek şans. Bunu yapmak için birey olmak, hayır demeyi bilmek, kendi doğru-yanlış skalanızı oluşturmak çok önemli. Sizin olan tek şey bu. Kişiliğiniz. Bunu elinizden alamasınlar.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin