İslam’ın yayılış yıllarında Avrupa

YORUM | VEYSEL AYHAN 

“Kazara Rabbimiz İsa aramıza dönseydi imana rastlayabilecekti

belki ama merhameti bulamayacaktı”

Arnold J. Toynbee

(Nübüvvet ve Devlet Yazıları -31)

Bu yüzyılları Müslüman coğrafya açısından değerlendirirken, o zamanlar Avrupa’nın durumu nasıldı diye bakmak gerekir.

Batılı yazarlar da 6. ve 11. yüzyıllar arası Avrupa için “karanlık devir” (The Dark Ages) tabirini kullanır.

O yüzyıllarda “Müslümanlar Avrupa ile fazla ilgilenmediler. Ne Avrupa’nın dillerini öğrenmek ne de bu ülkeleri gezmek istediler. Bölgenin coğrafyası ve halkları hakkında bilgileri son derece kıttı. Avrupa’da kendilerine hiçbir şey veremeyecek, daha düşük bir uygarlık bulunduğuna inanıyorlardı.” (Cambridge İslam Ülkeleri Tarihi, Francis Robinson)

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Namık Kemal, Avrupa’yı “Renan Müdafaanamesi”nde şöyle aktarır:

“Yine Yeni Ahit’te sevginin esas, bilginin kibir verici olduğu, İsa’nın bilginleri hoş görmediği için de ilim ve bilginler Hıristiyanlarca makbul sayılmamıştır. Kilise ve mensuplarını, dünya hadiseleriyle ilgilenmenin kendilerine hiçbir fayda sağlamayacağı inancıyla, ‘Öbür dünya’yı garanti etmeye sevk etmiştir. Bu ahireti garanti etme anlayışı dünyayı ihmale, unutmaya yol açmıştır. Kilise ve Kilise Babaları, bir yandan bunu teşvik etmiş; diğer yandan, tabiat ilimlerinin insana ne lüzumu ne de faydası olduğu üzerinde durmuştur.

Bundan dolayı, Hıristiyan düşüncesi, ilmî faaliyetlere karşı olmuş ve hatta, o dönemlerde, ilim, Hıristiyanların savaş açtığı putperestlikle bir tutulmuştur. O dönemin ilim ve bilgisini içinde toplayan İskenderiye Kütüphanesi’nin bir kısmının, 390 yılında, piskopos Theophilos tarafından yaktırılması bu anlayışın bir neticesi olarak görülmüştür.

529 yılında, İmparator Justinianus, Yunan Akademisi’ni kapatmış ve filozof, matematikçi olan son profesörü de diğer arkadaşlarıyla birlikte Pers İmparatoru Nuşirevan’a sığınmıştır.

Batı’da öğretim ancak manastırlarda papazlar tarafından yapılmakta; aritmetik ve astronomi sadece Paskalya gününü hesap etmek için öğretilmektedir. Ancak papalar, ilimlerden istediklerini yasaklayabilmektedir.

Kilisenin düşünceyi, ilmi engelleyen tutumuna karşı, otoriteyi sarsıcı mahiyette görüşler ileri sürülmeye başlanmıştı. Kilise, öğretilerine ters gelen görüş ve düşünceleri yasaklıyor, sahiplerini Engizisyon’da cezalandırıyordu. C. Colomb, Macellen’in dünyanın yuvarlak olduğu; Kopernic, Galilee’nin dünyanın döndüğü şeklindeki tezleri Kitab-ı Mukaddes’e aykırı bulunmuştu. Galilee, Engizisyon’da mahkum edilmiş̧, görüşünden vazgeçmesi istenmiştir. Galilee de 22 Haziran 1633’de, bu görüşünün yanlış olduğunu, vazgeçtiğini itiraf etmiştir. Buna rağmen Galilee, başkalarına ibret olsun diye, üç sene boyunca haftada bir defa yedi tevbe mezmurunu okumaya, dostlarıyla görüşmemeye, fikirlerini başkalarına öğretmemeye mahkûm edilmiştir.” (Namık Kemal, Renan Müdâfaanâmesi̇, Hazırlayan Doç. Dr. Abdurrahman Küçük)

“Hıristiyanlık halk arasında yayıldıkça, bilime karşı alınan bu tavır daha büyük bir şiddet ve dehşet aldı. Örneğin ünlü astronom Theon’un kızı matematikçi Hypatia (370-415) başpiskopos Kyril’in kışkırtması ile İskenderiye’de halk tarafından parçalanmıştı. Bilimin ilk şehitlerinden biri galiba bu kadındır… (Tarih Boyunca İlim ve Din, A. Adnan Adıvar)

Deneysel bilimin öncülerinden kabul edilen Roger Bacon (1220-1292) o dönemlerde Oxford’da bilimsel deneyler yapmaya kalkar. Oxford’un hocaları ve öğrencileri ayaklanır. Papazlar, keşişler ve öğrenciler sokaklarda ‘gebersin sihirbaz!’ feryatlarıyla dolaşır. Öte yandan Bacon’un Arap yapıtlarına verdiği önemden dolayı yeni bir suçlama daha karşısına çıkar: ‘Roger Bacon Müslüman oldu!’. Bacon, Hristiyan olmayanlardan (özellikle Araplardan) birçok şey öğrenilebileceğini söyler. Ona göre İbn-i Sina Aristoteles’den sonraki en büyük filozoftu. Bacon, bu sebeplerden otorite ve din adamlarıyla sürekli tartıştı ve 14 yıl hapis yattı.

Önemli bir müsteşrik olan W. Montgomery Watt “Arap etkisi kendisini göstermeden önce Avrupa’daki tıbbi uygulamanın niteliği düşüktü” der ve yaşanmış iki vahim olayı aktarır:

“Hekim şövalyeye bir bacakla yaşamayı mı yoksa iki bacakla ölmeyi mi tercih edeceğini sormuş. Şövalye beklenen yanıtı vermiş ve hekim onun bacağını bir tahta bloğun içine uzatırken güçlü bir adam keskin bir baltayla gelmiş. Birinci darbe bacağı koparmamış. İkinci darbe iliğin kemikten dışarı akmasına neden olmuş ve adam anında ölmüş.

Kadına uygulanan tedavi daha da kötüymüş. Bir kadın ‘kuruluk’ denen şeyden muzdaripmiş. Hekim şeytanın kadını ele geçirdiğini ve bu nedenle kadının saçlarının kesilmesi gerektiğini söylemiş. Kadının saçları kesilmiş. Ama ‘Kuruluk’ artmış ve hekim bunu şeytanın kadının kafasına girdiğine yormuş. Hekim, kadının kafasını haç biçiminde kesip kafatası ortaya çıkana değin deriyi açmış ve açtığı yeri tuzla ovmuş. Kadın anında ölmüş. (İslam’ın Orta Çağ Avrupası Üzerine Etkisi, W. Montgomery Watt)

XIII. yüzyıl başında rahiplerin cerrahlık yapmaları, Hıristiyan dininin kanı sevmediğinden dolayı yasaklanmıştı. Kilisenin bu yasağı ile ‘cerrahlık’ aşağı bir meslek kabul edilmiş ve uzun yıllar tıp berberlerin eline kalmıştı. Kimi yerlerde Manastırlarla büyü ile karışık icra ediliyordu. Watt, Avrupa’da ilk hastanelerin 1200’lerde kurulduğunu ve Müslümanların kurduğu hastanelerden çok geri olduğu anlatır:

“Sabit hekimi olan bir hastane örneğine ilişkin ilk kayıt Strasburg’da 1500 yılı tarihlidir. Bir başka Arap uygulaması -bir hastanede öğrencilere klinik eğitimi verilmesi­ Avrupa’da 1550 yılına değin örnek alınmadı.”

O çağlarda Avrupa tarihi, aynı zamanda bir Hıristiyan mezhepler savaşı tarihiydi.

Şiddet için işlerine gelen ayeti bulmak zor değildi:

“Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın! Barış değil, kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben babayla oğulun, anneyle kızın, gelinle kaynananın arasına ayrılık sokmaya geldim.” (Matta 10: 34,35)

“(İsa) Üzerlerine kral olmamı istemeyen bu düşmanlarıma gelince, onları buraya getirin ve gözümün önünde kılıçtan geçirin” (Luka 19: 27)

Muharref İncil’de diledikleri fetva vardı.

Aziz-Barthélemy Katliamında, (24 Ağustos 1572) Katolikler, IX. Charles’ın emriyle bir gecede 20 ila 70 bin arasında Protestan’ı katletmişlerdi. Ve Papa bu katliamı kutlamak için özel bir madalya bastırmıştı.

İtalyan filozof ve gökbilimci Giordano Bruno, Kilisenin söylemine aykırı olarak Evrenin sonsuz olduğunu ve dünyadan başka birçok gezegenin bulunduğunu söylemişti. Bu aykırı görüşleri yüzünden 1600 yılında sapkın ilan edildi ve diri diri yakılarak idam edildi.

Protestan ve Katolikler arasındaki Otuz Yıl Savaşları’nda (1618 ile 1648) Almanya harabe halini almış, kıtlık ve salgınlar çıkmış 21  Milyonluk nüfus 13,5  Milyona düşmüştü. 35 bin köyün 29 bini yıkılmıştı.

Engizisyon Mahkemeleri yüzyıllar boyunca, yüz binlerce kişiyi yakma, kazığa oturtma, mezardan çıkarıp kemikleri yakma, dilini kesme, evlerini yıkma, mala gasp, hapis, sürgün, kürek çekme gibi cezalar vermişti.

Bu durumu Voltaire de tespit eder: “Oysa, Hristiyanlığın ilahi kurucusu İsa, sade ve sakin ömrü boyunca kötülüğe karşı hoşgörüyü öğütlediği halde, onun aziz ve tatlı dini, birtakım gayretkeşlerin çalışmalarıyla dinlerin en merhametsizi ve en barbarı olmuştur.” (Türkler Müslümanlar ve ötekiler, Voltaire)

“Protestanlığın babası” Martin Luther krallardan hakkını isteyen köylüler için “Caniler ve Haydutlar Çetesi Köylülere Karşı” başlıklı yazısında şunları yazmıştı: “Bir köylüyü öldürmek cinayet değildir. Onları ezin, boğazlarını kesin, etkisiz hale getirin… Bir köylüyü öldürmek vahşi bir köpeği öldürmek gibidir.” (Dinsel Şiddet, Prof. Dr. Şinasi Gündüz)

Karanlıktan çıkış kolay olmamıştı:

O çağlarda bilimsel gelişmeleri “pusula ve matbaa” simgeliyordu. Batı, bunlara yönelerek Rönesans’ını gerçekleştirmiş bu korkunç Orta Çağ karanlığından çıkmayı başarmıştı.

“İnsanlar yıllar yılı birbirlerini öldürdüler ve sonra şükürler olsun, dermansız düştüler; İşte biz buna hoşgörü diyoruz.” (Hoşgörü Üzerine, Michael Walzer)

Ama bu barışın ömrü çok uzun olmadı. Bugünden geriye bakıldığında arkada kalan faturayı hakperest bir Alman gazeteci şöyle özetliyor:

“Haçlı seferlerinde 4 milyon kişiyi öldüren Müslümanlar değildi. Dünyayı sömürgeleştirirken 50 milyon insanın ölümüne sebep olanlar Müslümanlar değildi. I. ve II. Dünya savaşında 70 milyon insanın ölümüne sebep olanlar Müslümanlar değildi. 6 milyon Yahudi’nin ölümüne sebep olanlar Müslümanlar değildi. Aksine bütün bunlar Batı dünyasının zorbalıklarıydı.” (Dr. Jürgen Todenhöfer, yazar, gazeteci)

Sonraki yazı: Peki “Orta Çağ”da Müslüman dünya nasıldı?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

7 YORUMLAR

  1. İşte Batı!
    Aslında bu kadar insanlık dışı bir toplumun, bugünlere gelmesi bir başarı; fakat bugün sadece ‘kendilerine medeni’ olması toplumsal ahlaksızlıktır. Yaşadıkları o karanlık çağdan ise Endülüs Emevilerinin bıraktığı medenileşme ışığıyla çıkmışlardır. Pierre Curie’nin “Müslüman Endülüs’ten bize 30 kitap kaldı, atomu parçalayabildik. Şayet yakılan bir milyon kitabın yarısı kalsaydı çoktan uzayda galaksiler arasında geziyor olacaktık.” demesi bunu açıklıyor.
    Müslümanların ilimde ilerlediği dönemlerde, yaşadığı güzellikleri dünyanın diğer insanları ile paylaşmasını, buna mukabil Batı’nın bilimde ilerlediği dönemde ise birikimlerini dünyanın diğer insanlarını sömürmek için kullandığını görmezden gelemeyiz. Bugün bile hala demokrasi götürmek için gittikleri yerleri sömürüyorlar, sonrasında o bölgelerin insanlarını mülteci olarak başka bölgelere gitmeye zorluyor ve bir sonraki adıma geçiyorlar.
    Ve biz hala neden Osmanlı Anadolu’ya eser bırakmamışta fethettiği diğer yerlere eser yapmış diyerek, oraları nasıl sömürdüğünü ispatlamaya çalışıyoruz. Çünkü cahillik bunu gerektirir.

    • Yanlış anlaşılmasın, Avrupa ikidir:
      Birisi, İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyizle hayat-ı içtimâiye-i beşeriyeye nâfi san’atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden birinci Avrupa…

      (…)

      [Diğeri,] felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiâtını mehâsin zannederek beşeri sefâhete ve dalâlete sevk eden bozulmuş ikinci Avrupa…

      Lem’alar, 17. Lem’a, Beşinci Nota

      ***

      Evet, Avrupa’dan ahz u iktibasa muhtacız. İhtiyacımız idare-i mülk ve tanzim-i kuvâ-i harbiye-i bahriyeden ve fünun-u sanayiden işimize yarayanlarıdır (dinimizin emriyle). Avrupa da bizden yalnız adaleti ister ve medeniyeti bekler; tâ muvazenesi bozulmasın.

  2. “İnsanlar yıllar yılı birbirlerini öldürdüler ve sonra şükürler olsun, dermansız düştüler; İşte biz buna hoşgörü diyoruz.”

    Demek Türkiye dede höşgörü ortamına az kaldı.
    Önce sağ sol
    Sonra Kürtler
    ve ergenekon
    Şimdilerde cemaat ve her dönemin mağduru Kürtler
    Sırada birazda siyasal islamcılar olmali
    sonra…..
    işte o zaman höşgörü.

  3. Yazar neredeyse 1300 yıl gibi geniş bir zaman diliminden örnekler veriyor. Zikrettiği örnekler 390 yılındaki İskenderiye Kütüphanesi´nin yakılmasından tutun da Avrupa´nın ortasında ve özellikle de Almanya´da 1618-1648 yılları arasında yaşanan 30-Yıl-Savaşları´na kadar geniş dir zaman dilimine yayılıyor.
    Belli bir tezi doğrulamaya yönelik cımbızla çekilip çıkarılan ve okuyucuya sunulan alıntılar ne kadar doğru ve ne kadar gerçekçi emin değilim. Bu kadar uzun bir zaman diliminde başka bir çıkış noktası ile veya dünyanın başka bölgeleri ile ilgili olarak da sanıyorum istenen tezi doğrulayacak örnekler bulunabilir. Dolayısı ile ben pek ikna edici bulmadım.
    Bir örnek vermek gerekirse… Mesela yazar Martin Luther´e atfen ve köylülerle ilgili bir alıntıyı sunuyor bize: “Bir köylüyü öldürmek vahşi bir köpeği öldürmek gibidir.” Peki, bu alıntı ile ne demek istemektedir yazar? Martin Luther´in gözünde köylülerin zararlı bir hayvandan farkının olmadığını mı söylemek istemektedir? Bunu sanmıyorum. Eğer bunu demek istediyse Martin Luther´e açıkça haksızlık yapmış demektir. Bunu söylemek istemediyse böyle bir alıntının önü arkası, tarihi arkaplanı dikkate alınmadan aktarılması yanıltıcı olur.
    Martin Luther bu sözleri söylemiş olabilir.
    Ama hikayenin tamamına bakmak lazım. Roma´daki bugünkü büyük kilisenin yapımı için para toplamak amacıyla köylüleri, gariban vatandaşları cehennem ateşi ile korkutan, para karşılığı insanların günahlarının affedildiğini söyleyen, hatta bunun için insanlara imzalı kağıt sunan ve bu şekilde insanların inancını suistimal eden kiliseye karşı çıkmıştır Martin Luther. Sonra onun başlattığı bu hareketi bazı yol arkadaşları daha radikal noktalara taşımış, köylüler siyasi otoriteye başkaldırır duruma gelmiş. Burada uzun uzun tarih anlatmanın yeri değil. Ama Martin Luther´in bu sözlerinin arkasında kendisinin başlattığı bir inanç hareketini bazılarının anarşizm noktasına taşımasına, köylülerin yakma-yıkma-yağmalama hareketi içinde olmasına karşı çıkma tavrı da olabilir. Ve, buraya bakınca o sözlerin anlamı değişir. Bizde de birileri “En kötü yönetim yönetimsizlikten iyidir” şeklinde konuşmuyor muydu?
    Sanıyorum yazıda verilen diğer örneklere de böyle yakından bakınca onlar da birden farklı bir mahiyete bürünebilir.
    Ne deniyor? Kilise dünyevi ilimleri küçümsemiş, önemli olan öbür dünya ile ilgili ilimlerdir demiş. Adamlar bunu yüzyıllar önce söylemiş. Peki, ya bugünün Müslümanları? Bugün Müslümanlarda da bu anlayış yok mu? Müslümanlar da her sorunun çözümünü ilahiyat ve ilahiyatçılardan beklemiyor mu? Bugün bizimle ilgili olarak doğru olan bir şey Hıristiyanlarla ilgili olunca mı yanlış oluyor?
    Neymiş? Kilise Kitab-ı Mukaddes´e aykırı bulduğu bilgileri ve bilginleri bastırmış. Bugün Müslümanlarda durum çok mu farklı? Okullarda evrim teorisi neden okutulmuyor? (Bu soruyu bu tezi savunmak amacıyla söylemiyorum). İkisinin de arkasında aynı mantık, aynı kaygı yatıyor olmasın sakin?
    Neymiş? Voltaire birileri Hıristiyanlığı dünyanın en merhametsiz dini yaptı demiş. Bugün Müslümanlık çok mu merhametli bir din? Türkiye´de tüm Müslümanlar “Acırsanız acınacak duruma düşersiniz” diyen birinin peşine takılmadı mı?
    Jürgen Todenhofer´den alıntı yapmak da ilginç. Bu alıntı neyi kanıtlar ki? Biz de aynı şekilde Müslümanların tarih boyunca ve bugünkü günalarını açıkça ortaya koyabiliyor ve konuşabiliyor muyuz? Yoksa bizde bunu yapanlar din-milllet düşmanı ve vatan hainliği damgasını mı yiyor?
    Değerli Veysel Ayhan hocam, bu satırları size karşı gelmek amacıyla yazmıyorum. Olaya sadece farklı bir bakış açısı deneyip fikir jimnastiğine katkım olsun dedim.

    • İsmail bey, bildiğim kadarıyla Veysel bey sürekli Batı’yı veya Batı tarihini eleştiren yazılarıyla tanınan biri değil. Siz de herhalde takdir edersiniz ki, Batı’nın da olumlu yanlarını teslim etmeyecek tipte bir yazar da değil.
      Ben bu yazıyı okuduktan sonra şu sonuçlara vardım:

      1-1400 yıllık İslam tarihinde veya bütün dinler tarihinde yaşanan olumsuzluklar bulmak zor değilse, Batı tarihinde de, hatta insanlık tarihinde de bulmak zor değildir. Demek ki problemler Batılı veya Müslüman olmaktan kaynaklanmıyor, beşer olmaktan kaynaklanıyor. Veysel beyin bu yazısındaki meramı da anladığım kadarıyla bu.

      2- Sadece bir yazıdan yola çıkarak Batı tarihini cımbızlama suçlamasında bulunuyorsak, oryantalist, aşırı sağ popülist ve CHP iktidarı dönemindeki Osmanlı anlayışını andıran ve sistemli bir şekilde düzenli olarak yazılan yazıları da suçlamalıyız ki herkes iyi niyetimizden emin olsun.

      3- Veysel bey, “Peygamberler ve İstilacı Hükümdarlar”, “En zor sınav sorusu: Para”, “Zorla cennete götürmek caiz mi”, “Dindar devlet ve dindar nesil projesi”, “Hükümdar bir peygamber mi yoksa kul bir peygamber mi?”, “Isırıcı saltanat ve Yezitler Çağı”, “İslamsız Müslümanlık”, “İslam devleti nereden çıktı?”, “Tur-i Sina ve Ayasofya”, “Peygamberlerin görevi savaş mı?”, “Peygamberden daha akıllı olmak”, “Nepotizm ve akrabaları kayırma”, “Sihirli üç kelime: Adalet, meşveret ve ehliyet”, “Ganimet için savaşa dur diyen halife” ve daha bir sürü yazı yazmış ve bunlarla eleştirdiğiniz bugünün Müslümanlarına bir mesaj vermiş.

      Siz bu yazıları ya okumamışsınız, ya da okuduğunuz halde yok sayıyorsunuz. Bir yazıda oryantalist, aşırı sağ popülist ve CHP iktidarı dönemindeki Osmanlı anlayışını bulamadığınız zaman rahatsız oluyor ve bu anlayışların ürünü olan argümanlarla yorum yazıyorsunuz.

      Çıkardığım bu sonuçlara itirazınız varsa buyrun.

      • Celal bey,

        nazik uyarınız için teşekkürler. Öncelikle şunun altını çizeyim ki, amacım Veysel Ayhan beyi suçlamak veya karalamak değil. Kendisini şahsen tanımam. Ama uzaktan, yazılarından edindiğim izlenime göre vicdanlı, samimi, bilgili ve araştırmacı, dolayısıyla çok değerli bir insan.
        Yine başlığını verdiğiniz yazıların çoğunu henüz okumadım. Veysel beyin yazılarına sonradan uyandım diyebilirim. Okumaya niyetlendim, ama şöyle bir baştan başlayıp tek tek okuyup bitirmek nasip olmadı. Bunu yapmamamda sanıyorum yaşadığım ikilem de bir miktar etkili oldu. Bir taraftan bu yazıları merak edip okuyorum, diğer taraftan Türkiye gündemi ile ilgili yazılar genelde moralimi bozduğu için uzak durmaya çalışıyor, en azından belli bir mesafeyi koruyup dengeyi sağlamaya çalışıyorum. Ama sanıyorum günün birinde tüm bu yazıları toplayıp birden baştan sona okumaktan başka çare kalmayacak.
        Yorumunuzda bahsettiğiniz gibi oryantalist bakış açısı veya CHP zihniyeti gibi kavramlarla alakam olduğunu düşünmüyorum. Burada kendimden bahsetmeyi de çok gereksiz görüyorum. Sadece size cevap olsun diye yazıyorum. Birebir konuşma imkanımız olsa başkalarını kendi konularımız ile ilgili meşgul etmeden derdimizi doğrudan anlatmayı tercih ederdim.
        Cımbızlama konusuna gelince. Yukarıda da dediğim gibi, amacım yazarı suçlamak değil. Sadece özellikle Martin Luther ile ilgili alıntının bu şahsın genel olarak köylülere yaklaşımını doğru yansıtmayacağını tahmin ettim ve bu ifadelerinin ancak tarihi kontekst içinde anlaşılabileceğini düşündüm.
        Diğer eleştiri noktalarına gelince, onlarla ilgili aslında iki şey söyleyebilirim. Ben olaylara bakarken iğneyi sadece başkalarına değil, kendimize de batırmayı doğru buluyorum ve onu yapmaya çalışıyorum. İkinci bir nokta ise yazdıklarım kendimiz ile ilgili son yıllarda yaşananların da etkisi ile yaşadığımız hayal kırıklığının bir ürünü. Ne kadar muhteşem bir millet, ülke ve geçmişe sahip olduğumuz masalları ile yıllarımız geçti. Şimdi ise büyük bir hayal kırıklığı içindeyiz. Eleştirileri oryantalist zihniyet veya CHP zihniyeti ile değil, bu hayal kırıklığı ile ilişkilendirmek daha doğru olur diye düşünüyorum.

  4. Yazarımızdan şu konuya da değinmesini beklerdim: Malum birçok insan Batı’nın bu geçmişinden dine mesafe koymak suretiyle kurtulduğunu düşünüyor. Batı’nın din karşısında gelişen sisteminin insanlara belli bir refah seviyesi, dolayısıyla eğitim kalitesi getirdiği malum. Bu kalite insan kalitesini de arttırmış, belli bir görgü seviyesi oluşmuş. Bütün bunlar öyle anlaşılıyor ki, ülkemizde yaşanan ve yaşanmakta olan olaylardan sonra birçoklarını gözünü kamaştırıyor.
    Pekiyi bu kalite sürdürülebilir bir kalite midir? Batı bu teknoloji, bu ekonomi ve siyasi tarzı ve bu insan varlığı ile nereye gidiyor? Varacağı nokta neresi? Gözü kamaşanlar gördüğüm kadarıyla kendi 60-70 yıllık hayatları için hesap yapıyorlar. Bu insanlara Batı’nın geçmişini aktarmak bi işe yaramıyor, belki de Batının geleceğine bir projeksiyon tutmak lazım.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin