İmam nikahı kavramı ve hukuki boyutu

YORUM | AHMET KURUCAN

(Fetva Sorunu Yazıları-6)

Geçen yazıdan devam…

3: İmani öğretiler, ahlaki değerler ve ameli hükümleri ile İslam her şeyden önce bir dinin adıdır. İmani öğretiler ve ahlaki değerler, ilkeler, prensipler, kaideler bu dinin sabitelerini teşkil eder. Değişmez ve değiştirilemez. Sabitesi olmayan din olmaz. Bırakın dini sabitesi olmayan ideoloji de olmaz, doktrin de olmaz. Bir insanda omurga ne işe bir dinde sabite de odur denebilir. Bununla beraber ameli hükümler normda sabit formda değişken hükümlerdir. Tabii ki normların en azından zann-ı galip dediğimiz çoğunluğun kabulüne mazhar olmuş bir şekilde tespiti ve söz konusu formlarda değişikliğin zaruri hale gelmesi şartıyla. Usul-ü fıkıhta maslahat, makasıd ve istihsan metodları ile yapılmaya çalışılan da budur.

Çok evlilik konusuna bu zaviyeden baktığımızda şunu görüyoruz, bir önceki yazımızda da ifade ettiğimiz gibi İslam ilk muhataplarının yer aldığı toplumda bunu hazır buldu ve toplumsal telakkilere bağlı olarak vahyin istikametinde gösterdiği hedef olan tek eşliliğe yönelik hükümlerini 23 yıllık süreçte izhar etti. Fakat hedeflemiş olduğu tek eşlilik finalize edilmiş bir hüküm olarak verilmedi ve verilemedi. Sebebi açık, toplumsal gerçekler ve muhataplarının bu gerçeklere bağlı olarak zihinlerinde var olan gelen telakkiler.

Efendimizin vefatını takip eden yıllarda hatta birkaç asırda sosyal hayat şartlarının durağanlığı sözü edilen hükümlerde bir değişikliğe gidilmesini gerektirmedi. 3. veya 4. asır Bağdat’ında, Kufe’sinde, İskenderiye’sinde, Mekke ve Medine’sinde hatta Buhara ve Semerkand’ında yaşayan Müslüman istisnalar hariç sorunlarına Kur’an’dan ve Nebevi sünnetten birebir cevaplar buldu. Bu ise o kaynakların kanun metni şeklinde algılanmasını netice verdi ve bir zihniyet oluştu. Aradan geçen 14 asra rağmen hala o zihniyetin Müslüman muhayyilesinde hakim olduğunu söylemek abartılı bir tespit olmaz.

Buna ilaveten içtihadi hükümler gerektiren meselelere hüküm üretmek için ortaya konulan metotlar hiyerarşik bir sıralamaya tabii tutuldu. Buna göre ilk muhataplarının tabii ömürlerini tamamlayıp ahirete intikali ile birlikte hitaptan kitap formuna evrilen Kur’an, kitap olarak isimlendirildi ve kitap, sünnet, icma, kıyas, vs sıralamasında ilk sıraya konuldu. Asırlardan beri lafzın taşımış olduğu hüküm sorunlara cevap verdiği için değişen şartlara ve sorunlarına birebir cevap vermemesine rağmen bunu böyle kabul eden zihniyet hayatı ona göre şekillendirmek istedi, verdiği hükümlerin Kur’an’ın ağırlıklı olarak lafzına aykırı olmamasına özen gösterdi, maksad kısmen arka planda kaldı ve toplumsal hayat şartları ile uyum içinde olan bir yorumu tercih ederek bir hükme ulaştı. Bir başka ifadeyle Kur’an ve sünnet o zihniyeti, o zihniyet de Kur’an ve sünneti besledi.

Ne zamana kadar? Bu uygulamanın hayatın gerçeklerine toslayacağı ana kadar. Önce hile-i şeriyyeler diyebilecebileceğimiz ana çerçevenin dışına çıkmadan istisnai fetvalarla çözümler üretme arkasından da külli yasaklamalarla buna son verilmeye çalışıldı. Konumuz olan çok eşle evlilik bunun en bariz misallerinden biridir. İkinci evlilik için ilk eşin izni bu bağlamda atılan ilk adımsa mübah olan alanlarda devletin yasaklama yetkisi vardır deyip Osmanlılar döneminde Hukuku Aile Kararnamesi ile 1917’de çok eşliliğin kanunen yasaklanması bunun ikinci adımıdır.

4: Gelelim imam nikahı kavramına. Nikah dini bir akit değildir. Aksine medeni bir akittir. Nitekim nikah akdi başta olmak üzere mehir, nafaka, velayet, boşanma vb. evlilik hayatı ile alakalı hemen her mesele medeni hüküm kapsamı içinde mütalaa edilir. Yalnız bazı fıkıh kitaplarında nikahın ibadetlerin hemen akabinde muamelat bölümünde yer alması istisna olarak değerlendirilebilir. Bu düzenlemenin bir anlamı vardır. Hocaefendi ders okuduğumuz yıllarda bunu bize şöyle açıklamıştı. Kelime ve cümleler benim ama muhteva Hocaefendi’ye ait. Demişti ki: “Nikahın ibadet boyutu da vardır. İnsanın şehvetini helal yollarla gidermesi bunun en büyük delilidir. Nitekim bu konuda Efendimizin beyanı da var. Bununla beraber nikah ve ona taalluk eden diğer yönleri itibariyle muamelattandır. İşte bazı fukaha bu düşünceden hareketle nikahı ibadetlerin sonuna muamelatın da başına koymuştur.” Enfes bir değerlendirme bu. Ama bu neticeyi değiştirmiyor, nikah dünyevi ahkam itibariyle medeni bir akittir, dini değil.

O zaman imam nikahı kavramı nereden çıktı. Başka İslam ülkelerindeki durumu bilmiyorum ama Türkiye’de kökeni Osmanlı’ya dayanan tarihsel bir geçmişi var bu kavramın. Kısaca izah edecek olursam, Osmanlı’da resmi nikah akdini şehirlerde kadılar/hakimler, köylerde ise imamlar kıymaktadır. Devletin vermiş olduğu yetkiye dayanarak yaptıkları bu akitler sonucu evlenen çifte evlilik sertifikasını/cüzdanını dönemin uygulamalarına bağlı olarak bunlar vermektedirler. Yetkinin köylerde imama verilmesinin temel gerekçelerinden birisi imamın köyde en yetkin, en bilgili kişi olma ihtimalidir.  Ayrıca hemen herkesin Müslüman olduğu o toplum yapısı içinde manevi bir lider olarak imamın nikah akdinde dua etmesi de bir ritüeldir ki bunu başka dinlerde de görebiliriz. Fakat Cumhuriyetin ilanından sonra bu yetki köylerde imamlardan alınıp muhtarlara verilmiştir. Artık resmi nikahları muhtarlar kıyacak ve evlilik sertifikasını onlar verecektir.

İşte tam da burası imam nikahı kavramının çıktığı yerdir. Bir gecede yapılan bu değişikliğe göre köylü A’dan Z’ye geçmişini bildiğini, beş vakit namazını kılsa bile dini bilgi seviyesi itibariyle kendisinden farkı olmayan komşusu muhtarın nikah kıymasını mecburen kabullense de kalbi ve vicdanı tatmin olmamış, muhtarın nikahından sonra bir de gitmiş camii imamının nikahına müracaat etmiştir. Her ne kadar imam eskisi gibi nikahını kıydığı insanlara evlilik cüzdanı vermese ve veremese de önemli değildir. Burada önemli olan evlenen çiftin ve yakınlarının asırlardır devam eden uygulamaya tabi olması ve dini açıdan kalbi rahatlığı ve vicdani tatminidir.

Üzerinde dikkatlice düşünecek olduğunuzda yaklaşık 100 yıl önce fiili olarak gelişen ve uygulamaya konan bir tatbikattan bahsediyoruz. Pekala bugün değişen ne? Resmi açıdan baktığınız zaman 30 Kasım 2017 tarihinde il ve ilçe müftülüklerine nikah kıyma yetkisi verilinceye kadar değişen bir şey yok. Kaldı ki bu kararın hemen akabinde yasanın kapsamı genişletildi, il ve ilçe müftüleri köylerde imamlara nikah kıyma yetkisi verir hale getirildi. Neden il ilçe müftülerine ve onların onayı ile köylerde imamlara resmi yetki verildi? Neredeyse bir asra yaklaşan bu ikili uygulamaya son vermek için.

Başarılı oldu mu? Bu sorunun cevabını bilmiyorum. Ama halkın bunu kabullenmemesi ve başarılı olmaması için bir sebep yok. Belediye başkanı veya yetkili memuru tarafından kıyılan nikah sonrası verilen evlilik cüzdanını imam da verebiliyor artık. Başkan ya da memurun kıydığı nikahta aranan şartlar müftü ve imamın kıydığı nikahta da aranıyor ki o şartlar fıkıh kitaplarında yerini alan ve nikahı sahih kılan asgari şartlarla aynı.

Tamam bu kanuni düzenleme ile sözünü ettiğimiz ikileme son verildi diyelim ama meselenin bir de diğer boyutu var, o da resmen tanınmayan hatta ‘resmi nikah olmadan veya evlilik cüzdanını göstermeden imam nikahı yapılması’ diye kayda geçirilerek suç olarak kabul edilen eski usul gayrı resmi imam nikahı ile ikinci evlilik. Pekala bu uygulama son buldu mu?

Devam edeceğim nasipse.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Sahsen is Ankara ekolünün tarihselciligine varmadigi sürece hadis ve ayetleri sebebine göre izah etmeye calismaya soguk bakmiyorum. Fakat bu izahlarin ayaklarinin yere basmasi önemli. Basmadan insanlari yönlendirmeye calismayi da dogru bulmuyorum.

    Misal, ilk muhataplarinin yer aldigi toplumda kadinlarin acik olmasi ve ickiyi de hazir buldu. Ve bugün benim görüsüme göre Türkiyede CHPye oy veren kitlelerde maalesef kadinlarin en büyük derdi acik sacik kalmaya devam etmek, erkeklerin derdi de icki icmeye devam etmek.

    Ama Islam büyük bir devrime imza atarak kadinlari bastan asagi kapadi ve ickiyi de kötülüklerin anasi olarak belirledi. Cariyeler meselesi, kölelik meselesi kadar esneklik göstermedi.

    Demek ki konuya nefsimizi, Batiyi memnun etmek icin degil, Islamin meraminin gercekten ne oldugunu dert edinerek ortaya bir seyler koymak gerekiyor. Bati bu tarz kimildanmalarla memnun olmayacak, kadinlarimiz da memnun olmayacak, aksine Allah korusun daha da firavunlasacaklar. Erkegin kendi tarafina yontmasiyla, kadinin kendi tarafina yontmasiyla, kendi cikari icin hadis arkeolojisi yapmakla bu is olmuyor. Bu is hassasiyet ve samimiyet gerektiriyor.

  2. Ahmet Hocam, su ifadeyi aciklayabilir misiniz? “Bununla beraber ameli hükümler normda sabit formda değişken hükümlerdir.” Form lafz mi oluyor? Bu oyleyse, norm bu lafzdan istinbat edilen hukum mu? Veya normdan kasit mesela ayetteki maksad-i Ilahi mi? Tesekkur ederim!

  3. Nikah kıyılırken “Kabul ediyor musun? Evet” deyince nikahın sahih olmayacağı, “Kabul ettin mi? Ettim.” şeklinde olması gerektiğini söyleyenlere ne dersiniz?

  4. “Bu ise o kaynakların kanun metni şeklinde algılanmasını netice verdi ve bir zihniyet oluştu. Aradan geçen 14 asra rağmen hala o zihniyetin Müslüman muhayyilesinde hakim olduğunu söylemek abartılı bir tespit olmaz.

    Buna ilaveten içtihadi hükümler gerektiren meselelere hüküm üretmek için ortaya konulan metotlar hiyerarşik bir sıralamaya tabii tutuldu. Buna göre ilk muhataplarının tabii ömürlerini tamamlayıp ahirete intikali ile birlikte hitaptan kitap formuna evrilen Kur’an, kitap olarak isimlendirildi ve kitap, sünnet, icma, kıyas, vs sıralamasında ilk sıraya konuldu. Asırlardan beri lafzın taşımış olduğu hüküm sorunlara cevap verdiği için değişen şartlara ve sorunlarına birebir cevap vermemesine rağmen bunu böyle kabul eden zihniyet hayatı ona göre şekillendirmek istedi, verdiği hükümlerin Kur’an’ın ağırlıklı olarak lafzına aykırı olmamasına özen gösterdi, maksad kısmen arka planda kaldı ve toplumsal hayat şartları ile uyum içinde olan bir yorumu tercih ederek bir hükme ulaştı. Bir başka ifadeyle Kur’an ve sünnet o zihniyeti, o zihniyet de Kur’an ve sünneti besledi.

    Ne zamana kadar? Bu uygulamanın hayatın gerçeklerine toslayacağı ana kadar.”

    Hocam bu konseptide göz önünde bulundurarak başörtüsünün hükmünden bahsedebilir misiniz? Islam ülkelerinde uygulandığında koruma görevi gören başörtüsü Avrupa’da uygulandığında dikkat çekiciliği örtmekten öte, parmakla gösterilmeye sebep oluyorsa, yaşadığın topluma uyumu zorlaştırıyorsa ne yapılmalı?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin