İlmin suiistimali [Bir paratoner olarak âlim -3]

YORUM | ERGÜN ÇAPAN

En güzel, en değerli şey bile suiistimal edilerek yanlış yerde kullanılabilir. Dünden bugüne Allah’ın gönderdiği dini bilen kimselerden de ilimlerini suiistimal edenler olmuştur.

Kur’an, ilmi ile amel etmeyen ve şeytanın peşine takılarak kendini helak edeni de ibret alınmak üzere zikretmektedir: “Onlara, kendisine âyetlerimiz hakkında ilim nasib ettiğimiz kimsenin de kıssasını anlat: Evet, o adam bu ilme rağmen o âyetlerin çerçevesinden sıyrıldı, şeytan da onu peşine taktı, derken azgınlardan biri olup çıktı. Eğer dileseydik, onu o âyetler sayesinde yüksek bir mevkie çıkarırdık, lâkin o, dünyaya saplandı ve hevasının esiri oldu.”  (A’raf, 7/175-176)

Kur’an Allah’ın ayetlerinin gelip geçici  çok az bir dünya menfaati karşısında satılmaması gerektiğini emretmektedir. (Bakara, 2/41, 44; Nahl, 16/95)

Peygamber Efendimiz’e nispet edilen bir sözde; “Kişi ilmi ile amel etmedikçe alim olamaz.” denilmektedir. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) değişik hadislerinde ilmi ile amel etmeyen, dinin çizdiği sınırların dışına çıkarak fıska, fücura kaymış ilim sahiplerinden uzak durulmasını ümmetine tavsiye etmektedir. ( Gazzali, ihya, 1/59)

Hasan-ı Basrî, ahiret ameli ile dünyalık peşinde koşan âlimlerin dünyadaki cezalarının kalplerinin ölmeleri olduğunu söylemektedir.

Ulemau’s-su’nun sahip olduğu ilim ile  ulaşmayı istedikleri hedef, dünya nimetlerinden olabildiğince istifade etmek ve ilimleriyle dünyevi makam ve mevki elde etmek, ilimlerini dünyevi bir ranta bağlamaktır. Bunun için dünyevi makam ve imkanlar için dinin ruhuna uymayan icraatlara dinden kılıf giydirmeye çalışırlar. Mesela, rüşvet almak haramdır. Kur’an; “Birbirinizin mallarını haksız yollarla yemeyin. Halkın mallarından bir kısmını, bile bile haksız yere yemek için, rüşvetlerle hâkimlere, yöneticilere koşmayın.” (Bakara, 2/188)  Peygamber Efendimiz de; “Allah, rüşvet alana da verene de lanet etsin.” (Tirmizi, ahkam, 9; Ebu Davud, ekziye, 4) buyurmaktadır. Haksız yere mal yemeye teşebbüs etmek bütün kötülüklerin başıdır. Bundan uzak durmak da dinin pratik hayattaki en önemli hedef ve semerelerindendir. Durum böyle iken ulemau’s-su rüşvete “hediye” ismini vererek meşrulaştırmaya çalışırlar.

Devlet ve kamu malından değişik yolsuzluklarla haksız kazanç elde etmeye fetva verirler. Oysaki İslam’da devlet ve kamu görevlisinin maaşının dışında değişik yollarla mal elde etmesinin ihanet olduğu Peygamber Efendimiz tarafından gayet net olarak bildirilmiştir. Bir kimsenin konumundan ötürü  mal elde etmesini, “Babasının veya annesinin evinde otursaydı onlar ona verilir miydi?” buyurarak bu şekilde hareket etmenin vahim akıbetini bildirmiştir. Nitekim, Peygamber Efendimiz’in bu tutumu fıkıh kitaplarında devlet ve kamuda görev yapan insanların bu tür meselelerde nasıl davranması gerektiğini anlatan bölümlerinde ve “Edebü’l-müftî”, “Edebü’l-kâdî” kitaplarında çok çarpıcı bir misal olarak zikredilerek ona göre hareket edilmesi gerektiğine tembih edilmiştir. Yine konu ile ilgili olarak bir insanın maaşının dışında konumunu kullanarak mal elde etmesinin ihanet olduğu Allah Resulü tarafından  şu şekilde bildirilmiştir: “Bir kimseyi bir işe tayip edip ona belli bir maaş bağlamış isek o şahsın onun dışındaki aldıkları gulül yani millet ve kamu malına ihanettir.” (Ebu Davud, imaret, 10; Hâkim, Müstedrek, 1/563)

İslam fıkıh alimleri bu ve benzeri ayet ve hadislerden hareketle devlette, kamuda görevli olan bir insanın konumunu kullanarak haksız kazanç elde etmesinin, hatta bağış, teberru almasının bile haram olduğunu ifade etmişlerdir. (İbn-i Abidin, Haşiyet-i Reddi’l-Muhtar, 5/372; Kuveyt Fıkıh Ansiklopedisi, 31/272)

İşin doğrusu, dinin bu konudaki hükmü bu iken ulemau’s-su devlette, kamuda yapılan her işten rüşvet almayı hatta bunu belli oranda bir komisyona bağlamayı meşru gösteren fetvalar verebilmektedir.  Üstelik bu şekilde yolsuzluk ile servet edinmeye –kendilerince- haram denmesinin günah olduğunu öne sürerek bu işi yapan insanlara dinden bir koruma zırhı kazandırmaya bile çalışmışlardır.

Zaten ulemaussu’nun sahip oldukları ilim ile hedefleri dünyevi makam, imkan, para, mal ve mülk devşirmektir. Bunun için yönetimlerin dinin ruhuna uymayan icraatlarını ya görmezlikten gelirler veya meşruiyet elbisesi giydirmeye çalışırlar. Böylelikle “tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan kamu malı”ndan  veya oradan değişik yolsuzluk, irtikap ve ihtilaslarla oluşturulan havuzun imkânlarından kendileri, aileleri hatta çevreleri yudum yudum yudumlarlar. Hatta kana kana içerler. Bu itibarla bunlara “havuz uleması” da denebilir.

İslam Dini’nde “beraat-ı zimmet asıldır” insanlar suçlu oldukları delil ile ispat edilinceye kadar masumdur, suçsuzdur. Bir başkasının suçundan ötürü cezalandırılamaz. (En’am, 6/114; İsra, 17/15; Fatır, 35/18 )  Hemen bütün hukuk sistemlerinde de insanın hak ve hukukunu koruyan bu temel disiplin vardır.

Allah, Kur’an’da en büyük cezayı, kasden suçsuz bir mümini öldürenlere vereceğini bildirmektedir: “Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere gireceği cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” (Nisa sûresi, 4/93)

Diğer taraftan Peygamber Efendimiz, Müslümanın Müslümana kanının, namusunun  ve malının haram olduğunu veda hutbesinde deklare etmiştir. (Müslim, birr, 32; Ebu Davud, edeb, 35)

İşin hakikati bu iken ulemaus’su, suç işlediğine dair herhangi bir delil olmadığı halde kendi fikir ve görüşünde olmayan insanları potansiyel suçlu kabul ederek kadın, erkek, çocuk, yaşlı demeden hapsedilmesine, işkence yapılmasına, öldürülmesine malına ve mülküne çökülmesine fetva verebilmektedir.

Ulemaus’su, vazifesi ve misyonu dini değerlerle insanları buluşturmak olan bir görevlinin cami kürsüsünden “hırsızlık haramdır” demesini o kimsenin vazifeden atılmasına veya sürgün edilmesine gerekçe kabul edebilmektedir.

En kötüsü de dinin sübutu katî, delili kati nasslarıyla sabit olan kesin ve ittifak edilen hükümlerini bile değişik demagoji ve diyalektiklerle tahrip etmeleridir. Kur’an ve Sünnet’ten süzülerek inşa edilen İslamî terminolojinin genetiği ile oynayarak onların genetik yapısını bozmalarıdır.

İlmini yanlış yerde kullanan kimsenin zararı sadece kendisi ile de sınırlı değildir. O hem fasid, hem de müfsitttir. İnsanlar tarafından takip edilen sözü dinlenen birisi ise toplum için büyük bir fitne ve zarardır. Özellikle  böyle bir kimse Allah’ın kendisine lutfettiği ilmi, demagoji ve diyalektiklerle hakkı batıl, batılı hak suretinde göstererek, dinin ruhuna uymayan icraatlara dinden elbise giydirmeye çalışarak insanları yanıltmakta, en kötüsü de din adına dinden uzaklaştırmaktadır.

Netice itibariyle Kur’an, Sünnet ve bu iki kaynak merkezli ilim sahipleri, ilimlerini pozitif veya negatif alanda kullanmalarına göre değer kazanmaktadır. İlmiyle amil ve onu  Allah rızası istikametinde değerlendirenler rabbani alim olurken, dünyevi menfaatler uğruna dinin ruhunun tahrip edilmesine vesile yapanlar “ulemau’s-su” veya “havuz uleması” vasfından öteye bir özelliğe sahip olmamışlardır. Tarihe bakıldığında peygamber varisi alimlerin insanlara asırlar boyu rehberlik yaptığı, havuz ulemasının ise  pek çoğunun esamesinin bile okunmadığı veya çok rahmetle anılmadığı görülebilir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin