İkinci 15 Temmuz: Türk Yunan savaşı

YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

İkinci bir 15 Temmuz’a ihtiyaçları var. Fuat Uğur, 3 Eylül’de oldukça ilginç bir yazı yayınladı. Yazıda Uğur, Türkiye ve Yunanistan arasında tırmanan gerginliği ele alıyor, bu gerginliğin bir savaşa doğru tırmandığını söylüyor ve ilk saldırının Türkiye tarafından yapılacağını ileri sürüyor. 

Bu tür bir yazı – eğer edebiyat alanında değilse, yani gerçekle alakası olmayan, askeri roman türünde kaleme alınmamış ise – üzerinde durmak gerekir. Elbette Uğur’un yazısı bir tür fantastik askeri öykü falan değil, düpedüz analiz üslubuyla yazılmış bir yazı. Bu tür yazılarda yazar genelde kendi gözlemlerine ve okumalarına dayanan çözümlemelerde bulunur. Elbette geleceğe yönelik tahminlerde bulunmak da bu tür analitik bir yazının parçasıdır. Ancak gelecek projeksiyonları olasılık hesapları olarak ifade edilir. İstisnası, yazarın bir politika kararının tüyosunu almış olmasıdır. Kendisi de “kulağına fısıldanan” bilgilerden bahsediyor. 

Bakalım Uğur ne demiş yazıda. 

“Planlanan şu: Fitilin ‘Türk tarafından ateşlenmesi’ için, TSK içindeki uyuyan FETÖ kriptoları harekete geçirilecek. Daha doğrusu uyandırıldılar bile. Bir ‘saldırı’nın zemini ve zamanı kollanıyor. Tıpkı Rus uçağının düşürülmesinde olduğu gibi. Uludere’de PKK’lı diye onlarca sivil vatandaşın bombalanarak katledilmesi gibi. Rus Büyükelçi Karlov’un bir suikastla öldürülmesi gibi… Türk Silahlı Kuvvetleri komuta kademesinin her zamankinden daha dikkatli ve teyakkuzda olduğunu, ABD projesi olan bu tezgâha fırsat vermemek için tüm tedbirleri aldığını biliyorum. Ama azami dikkat gerek. Çünkü biz ‘ne oluyor?’ derken her şey bir anda gelişir, kendimizi aniden bir savaşın içinde bulabiliriz. Peki, ABD’nin TSK içinde uyuyan FETÖ’cü casusları ne yapabilir? Misal bir it dalaşı esnasında Yunan uçağını düşürebilir. Veya ‘yanlışlıkla’ Ege adalarında uluslararası anlaşmalara aykırı olarak kurulan askerî binaları bombalayarak Yunan askerlerini vurabilir.”

Bakın bunlar bir tahmin ya da analiz olamayacak kadar spesifik şeyler. 

Bundan iki yıl önce, 11 Ağustos 2020’de yayınlanan bir yazımda Türkiye’nin Yunanistan konusundaki gerilim arttırıcı tutumunu incelemiş, şu sonuca varmıştım: 

Görünen çok açık! Ankara’daki otoriter rejim, batan ekonomi ve dağ gibi büyüyen insan hakları sorunlarını bastırmak ve dikkatleri dağıtmak için, şahin politikalar izliyor. İktidarlarını korumak için savaş çığırtkanlığı yapan bir rejimdir söz konusu olan!” 

Yine 12 Haziran 2022 tarihli yazımda şunları söylemiştim: 

Kanımca Erdoğan ve güç paydaşları 2023 seçimleri öncesinde Suriye ve Yunanistan’la kriz çıkartacak ve kendilerine avantaj sağlamaya çalışacak. Hatta bir savaş oldubittisi ile belki de seçimleri iptal edecekler veya erteleyecekler. Ya da böyle bir seçim atmosferinden zaferle çıkmayı planlıyorlar. Bunun dışında tüm senaryolarda kaybedecekleri ortadayken, rejimin devamı için tek yol dış düşman üzerinden içeride konsolidasyon gibi görünüyor. Muhalefet daha önce Suriye operasyonlarına hep yeşil ışık yaktı, mecliste tezkerelere evet dedi. Erdoğan biliyor ki bu muhalefet Suriye ile daha geniş çaplı bir askeri müdahaleye de, Yunanistan’la savaşa da karşı duramaz. Çünkü Türkiye seçmeni radikalleştirildi. Muhalefet zaten ülkücü-ulusalcı (sağ ve sol nasyonalist) ideolojilerden besleniyor. Erdoğan da, güç paydaşları da bu zaafı görüyor. Türkiye büyük bir tehlike altındadır. Çünkü özellikle herhangi bir toprağını işgal etmeye yeltenmek, Yunanistan’la savaşa girmek demektir. Oysa Yunanistan Türkiye’nin toprak bütünlüğüne karşı hiçbir hamle yapmış değil. Uluslararası hukuktan ve antlaşmalardan doğan egemenlik haklarını kullanıyor. Yunanistan’ın topraklarına ve egemenlik haklarına göz dikmek etik ve normatif değildir. Bu tür bir savaş senaryosunda – etik ve normatif değerleri bir kenara bırakacak bile olsak – Türkiye karşısında salt Yunanistan’ı bulmayacak. Tüm NATO ve AB Türkiye’nin karşısında yer alacak. Yani Erdoğan ve güç paydaşlarının siyasi bekaları uğruna koskoca Türkiye’nin ve on milyonlarca Türkiye yurttaşının çıkarları heba edilecek. Bu bir intihardır. Ve bana ciddi olarak İttihatçıların Birinci Dünya Savaşı’na girişini düşündüren bir senaryodur. Bu tür bir senaryoda Rusya gibi aktörler NATO ittifakını işlevsizleştirmek için Türkiye’deki rejimi cesaretlendirebilirler. Bu, mevcut tehlikeyi küresel bir krize de götürebilir. Makul olan, içerideki tüm belirleyicilerin – muhalefet partilerinin, meclisin, akademinin, sivil toplumdan arta kalan yapıların, askeriye ve bürokrasi içerisinde halen olduğunu düşündüğüm rasyonel ve vatansever aktörlerin – bu duruma müdahil olmalarıdır. Bıçak kemiğe dayandı ve bu rejim yüzüncü yılı dolmadan cumhuriyeti tümüyle yok edecek bir yolu göze almış görünüyor. Bunun önü alınmalıdır.”

Fuat Uğur’un yazısında ele alınanlar, doğrudan Türk derin devletinin kamuoyuna yönelik bir psikolojik harp hamlesi olarak okunmalıdır. 2010’lardan itibaren Türkiye’de etkinliğini arttıran ve siyaset üzerinde belirgin güçlü bir etkide bulunmaya başlayan Avrasyacı-Ergenekon’cu derin odaklar, bilindiği üzere 2013’ün 17 Aralık’ından itibaren istedikleri momentumu yakaladılar ve Türkiye’nin ana dış ve güvenlik politikaları rotasını değiştirmeyi başardılar. Bunu yapabilmelerinin koşullarını altın tepside sunan, gözü doymamış hortumcu ve yolsuz AKP iktidarı oldu. Böylece Ahmet Altan’ın ifadesiyle “hırsızlarla darbecilerin ittifakının” yolu döşendi. Türkiye’nin son yüz yıl içerisindeki ikinci bahtsızlığıydı bu. İlki 11 Kasım 1914’te İttihatçıların Osmanlı İmparatorluğu’nu Birinci Dünya Savaşı’na sokmalarıdır.  Bunu yapabilmek için bilindiği üzere Almanya’dan satın alınan iki savaş gemisine Yavuz ve Midilli isimleri verildi, Alman deniz kuvvetleri mürettebatının kontrolündeki bu savaş gemileri Çarlık Rusya’sına ait Karadeniz limanlarını topa tuttu ve bu oldubitti sayesinde İttihatçılar istediklerini gerçekleştirebilmiş oldular. Türkiye bugün de benzeri bir durumla karşı karşıya. 

İktidarda olan Neo-İttihatçı İslamcılar ve Avrasyacılar, Türkiye’nin dış ve güvenlik politikasındaki değişikliğin kalıcı olmasını istiyor. İkinci 15 Temmuz, gereksinim duydukları yeni kaldıraçtır. Bu, onlar için vazgeçilmez bir stratejik gereklilik. Öncelikle, her ne kadar şu an için istedikleri değişiklikleri yapabilmiş olsalar da, Batı’ya demir atmış bir Türkiye’nin eninde sonunda hukuka ve demokrasiye geri dönmek zorunda kalacağını biliyorlar. Bunun için Batı’yla olan stratejik bağları, savunma politikalarındaki entegrasyonu (NATO üyeliğini) sonlandırmak, ekonomik ve politik entegrasyonu da (AB Gümrük Birliği, AB Tam Üyelik Müzakereleri) gevşek bir ticari ortaklık seviyesine indirmek gayreti içindeler. Bu sayede istedikleri üç şeyi elde edecekler. 

1) Rusya-Çin-İran hattında bir devlet olarak, üzerlerindeki insan hakları ve demokratikleşme baskısından kurtulacaklar. Bu onlara çok daha uzun erimli ve otoriter bir iktidar bahşedecek ortamı getirecek. 

2) Yolsuzluklar rejiminin Rusya’daki kadar kurumsallaşmasını sağlamak, böylece kendi oligarklarıyla ve rejimin siyaset sınıfıyla kirli yolsuzluk ilişkilerinin devamı. 

3) Dış siyasette istedikleri maceracı, yayılmacı tutuma devam etmek. 

Öncelikle yapacakları hamle, 2023 seçimlerine giden yolda kendileri için en olumlu hamleleri sıkıntısızca yapabilmek. Bunlar nedir? Eğer Erdoğan birkaç puanlık bir farkla gerideyse, bir Türk-Yunan çatışması çıkartıp, vatan-millet-Sakarya taktiği ile seçimi kazanmak. Eğer Erdoğan ciddi bir oy oranıyla gerideyse, seçimi mümkünse milli dava bahanesiyle ertelemek. Bunları yaparken, savaşın getireceği dış tepkileri yatıştırmak amacıyla suçu Gülen Cemaati’ne – onların diskuruyla “FETÖ’ye” – yıkmak. Bu yolla aynı zamanda Türkiye’yi daha fazla otoriterleşme imkânı demek. 

İşin daha da ilginci, artık ABD’nin (bunu siz NATO’yu, AB’yi ve genel anlamda Batı’yı dâhil ederek okuyun) doğrudan dış düşman kategorisinde değerlendiriliyor oluşu. Zaten İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği sürecinde de Ankara’nın tutumu tümüyle bu yeni algıya tekabül ediyor. Dahası, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrasında, Moskova’ya uygulanan yaptırımlara hiçbir şekilde katılmayan tek NATO üyesinin Türkiye olması gözlerden kaçmıyor. NATO üyelerinin başkentlerinde – başta Washington olmak üzere – Türkiye’nin Atlantik İttifakı ruhundan tümüyle kopuk bir ülke oluşu artık sıklıkla ve açıktan telaffuz edilir oldu. Keza S-400 krizini de buna ekleyebiliriz. Türkiye’nin Batı ittifakında oluşu artık sadece de-facto bir durum. Stratejik hesaplamalarda Ankara güvenilir bir müttefik olarak değerlendirilmeyeli uzun zaman oldu. 

Fuat Uğur, başka önemli konulara ilişkin de rejimin düşüncelerini yansıtmış. Özellikle muhalefete ilişkin yazdıkları dikkate değer. Şunları söylüyor: 

“Türkiye muhalefetinin önde gelen iki ismi Kemal Kılıçdaroğlu ile Meral Akşener ise aldıkları görev gereği bu durumu hükümet aleyhine kullanıp her zamanki gibi ABD ve Batı sözcülüğü yapacak, böylece Erdoğan hükümeti hem içeriden hem de dışarıdan kuşatılmış olacak. Türkiye paçalarına saldıran Yunanistan adlı aparat devletçikle uğraştığı sırada bakın neler olacak: ABD araya girecek ve kavgayı ayırmak için Türkiye’nin kollarını tutacak. Böylece Türkiye üzerindeki çıkarlarını daha da güçlü konuma yükseltecek. Türkiye Batı cephesinde ‘cambaza bakarken’, Güneydoğu cephesinde atı alan Üsküdar’ı geçecek. YPG devlet kurduğunu, Irak Kürdistan’ı bağımsızlığını ilân edecek. Böylece İsrail’in Orta Doğu’da iki partner devleti olacak. Doğu Akdeniz’de petrol ve hidrokarbon yatakları sondajı yapmaya ‘cüret eden’ Türkiye’nin önü kesilmiş olacak. İsrail’in Leviathan sahasındaki doğalgaz Türkiye üzerinden hiçbir karşılık olmaksızın Batı’ya ulaştırılacak ve böylece Rus gazına bağımlılık sona erdirilecek. Erdoğan bu ‘başarısızlıklarla’ devrildikten sonra yerine geçirmeyi planladıkları Kemal Kılıçdaroğlu veya benzer bir kuklanın öncülüğündeki Millet İttifakı adlı ucubeyle işler çok daha kolay yürüyecek. Ve sıra HDP’yle ittifakın gereği olarak Türkiye içindeki ‘Kürdistan’a gelecek. Suriye parçalara bölünecek. Suriye içindeki güvenli bölgelerimizi kaybetme tehlikesi ortaya çıkacak. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti içinde Rum köpeği olmuş satılık muhalefetin bastırmasıyla KKTC Rum kesimine iltihak edecek.”

Plan iç siyasette de tümüyle İslamofaşist-Avrasyacı ittifakının kurduğu rejimin daha da otoriterleşmesi ve doğrudan Putinizm rejimine yönelimi işaret ediyor. Türk-Yunan savaşı oldubittisi ardından muhalefeti tümüyle sistem dışına itecekleri anlaşılıyor. Muhalefetin esasen rejim çerçevesi içerisinde hareket etmesi bile bunları kesmemiş anlaşılan. Amaçları sadece HDP’nin (Kürt siyasi hareketinin) siyaset dışına itilmesi değil, CHP ve İYİP başta olmak üzere, AKP-MHP dışı tüm partilerin üzerine gidilmesi. 

Türkiye siyaseti, bu savaş senaryosu üzerinden sonuna kadar güvenlikleştirilecek ve böylelikle istenilen otoriterleşme seviyesine ulaşılacak. Eğer başarılı olurlarsa, yeni – belki daha geniş kapsamlı – tasfiyeler gelecek. Demokrasi yanlıları ise dış güçlerin ajanı olmakla suçlanacak, Türkiye tümüyle kendi gündemine bakan bir içe kapanmayla karşı karşıya kalacak. 

Esasen 2013’te başlayan düşük yoğunluklu sivil darbe, 15 Temmuz 2016 sonrası kritik eşiği aşarak eski sistemin tümüyle tasfiyesiyle sonuçlanmıştı. Yine de şu ana dek eski sistemin belli başlı çarkları işlemeye devam etti. Ancak bu son hamleyle beraber, eski sistemde geriye kalan tüm kurumları ve kişileri de bitirmeye kararlı görünüyorlar. Sinyali verilen oyun planı bu.

Bu planları bozmak şu anki muhalefetin elinde! Ancak bir an evvel rejimin diskurunu terk etmeleri gerekiyor. Oyunun kurallarını belirleyen Yenikapı Ruhu ucubesinden kurtulmak, 17/25 Aralık 2013’te yaşananları ve sonrasındaki güç ittifakını ifşa etmek, 15 Temmuz 2016 hadisesinin kontrollü – tuzak – bir darbe operasyonu ve amacının tasfiyelerle Erdoğan rejimini kurmak olduğu gerçeğini halka anlatmak lazım. 

İkinci 15 Temmuz senaryosu olan Türk-Yunan savaşı mutlaka engellenmeli. Hem etik ve insanlık bunu gerektirdiği için, hem de Türkiye’yi kurtarmak için. Bu, otobandan önceki son çıkıştır. Türkiye’yi bu neo-İttihatçı hırsız-darbeci ittifakından kurtarmak ve bu yıkıcı fetret devrine artık son vermek gerekiyor. Cumhuriyet demokratikleştirilmek ve hukuk devleti olarak yeniden kurulmak zorundadır. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Erdoğan ülkeyi kendi çıkarları doğrultusunda iyi bir orkestra şefi gibi yönetiyor. Savaş erdoğana bir menfaat sağlamayacak, en azımdan götürüsü getirisine çok ağır basacak, olduğu için gerilimi yükseltmekle yetinecek, dahası değil.

  2. Yunan savaşının amacı Kürdistanı kurdurmaktır. Önceki yunan savaşında Atatürk Padişahı devirmişti. Birçok topraktan vazgeçmiştik. O zaman Vahdettini sıkıştırmak için İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar da topraklarımıza girer gibi oldular, sonra milli mücadele başlatılınca birden çekilivermişlerdi. Şimdiki yunan savaşı ile Doğudan vazgeçilecek. Savaş gidişatı tamamen yapaydır. İnsanların gözünü boyuyorlar. “Bak vururum ha, bak kızdırma beni kötü olacak, hala şaka yaptığımızı sanıyor, tarihi hatırlatırım sana” gibi kendi kendine konuşuyorlar.

    Aslında Fuat Uğur herşeyi itiraf etmiş. (F)etö arkasına saklandığını sanıyor ama görünüyor. Kürdistandan bahsediyor. Yani Yunan meselesi Kürt meselesine dönüşecek ama bu makas değişikliğini kim ve nasıl yapacak? Kimsenin Yunanistanla savaşma niyeti yok. Çünkü saldıracak adam saldırır. “Vururum ha, bak kötü olacak, olum git” falan demez.

    Acaba avrasyacıergenekoncuislamcımüslümanlar bu yeni 15 temmuz oyunu ile Türkleri NATO dan şutlandırabilirler mi? Eğer Türklere bu vesileyle tekmeyi basarlarsa o zaman bize göre güneydoğu, onlara göre Kürdistan bölgesine NATO müdahale edebilir mi?

    Fuat Uğurun anlatmadığı, demek .etö ye yıkamadığı bir nokta var. Oda kürdistana NATO nun müdahale etmesine sebep olacak olaylar nelerdir, kimlerdir? Herhalde .etö nün gizli hücreleri olmasa gerek. Acaba cihatçı müslümanlar olabilir mi?

    Hepsi sırayla olacak. Önce Yunan üzerinden Türkler daha önce nasıl hilafeti kaybettilerse, bu sefer NATO yu kaybedecekler. Sonuçta NATO da bir çeşit hilafet. Bu hilafeti de kaybedecek. Sonra pusuda bekleyen cihatçı müslümanlar ve pkk lı müslümanlar harekete geçecekler. Kendilerinin varlık gayesi olan kan dökme eylemletine bölgede girişecekler.

    Yani yunan olayı 15 temmuz ise Kürdistana NATO nun müdahale olayı 20 temmuzdur. Yani asıl darbedir. Yani Kürtlerin kalıcı OHAL idir. Anayasasızlığıdır, hukukun rafa kalkmasıdır, meclisin feshedilmesidir, türk ordularının bölgeden dağıtılmasıdır, Kürtün yönünü başka tarafa çevirmedir. Bunlar Kürtlere şöyle anlatılacak; fetö yerine türkü koyup fetö hikayesinin aynısını bu sefer fetö yerine türk olarak yani fetöyü silecekler, yerine türkü koyup tehditi öyle anlatacaklar.

    Cihatçı müslümanların görevi katliamlar yapmaktır. Kürtlere NATO diyecek ki, yada PKK diyecek ki, “bu cihatçılara kim destek veriyor?” Tabikide cevap olarak Türk devleti, Türkler, Türk ordusu, Türk diyaneti diyecekler.

    Bu ortamı oluşturmak için Türklerin dikkatlerini yunana çevirmekteler. Ama bundan önce cihatçıları hazırlamak için yani Laik Devlet içinde cihatçı beslemek için Laik Hukuk Devleti Laiklerle birlikte müslümanlar sonlandırdılar. Yoksa cihatçı beslemek imkansız olurdu. Gerçi savcıları görevden aldılar ama yine de korkak savcılar da belli olmaz her an olaya müdahale edebilir diye Hukuku, Anayasayı kaldırdılar. Bu sırada bütün Türkler bunu alkışlıyordu. Yenikapıda el ele tutuşuyorlardı. HDP yi dışarıda bırakmışlardı. Çünkü yukarıda anlatılan hikayede HDP PKK tarafında yer almalıydı. Hikayenin inandırıcılığı için Türklerin Kürtlere el uzatmaması gerekiyordu. Yani büyük planın önemli bir ayrıntısıdır bu küçük gibi görünen detay. HDP ye bütün Türk partilerin işte islamcısı, şeriatçısı, solcusu, komünisti, faşisti, milliyetçisi, demokratı hepsi aralarında Türklük ortak bağı ile voltranı kurmuşlar ve HDP yi dışlamışlardı. Demek ki taktik gereği bir Türk partisinin bile Kürtlere sahip çıkıyor gibi gözükmemesi gerekiyordu. Bunu cemaatin bitirilmeye çalışılması sürecinde tarikatcemaatlerden birtanesinin sesini çıkarmaması ile benzetebiliriz. Çünkü Kürtlere PKK ve HDP propaganda yaptıklarında Türkler sizi istemiyor dendiğinde Kürtler içinden birlikten yana olanlar itiraz etmesin diye susturmak için tek bir Türk partisinin elini Kürtlere uzatıyorken ki fotoğrafı olmamalıdır.

    Yani insanlar .etö ile mücadele ettiklerini sandıkları dönemde aslında cihatçılara yuva açmak için bir takım düzenlemelere alet edildiler. Yani .etöden cihatçılara, yunandan pkk ya, cihatçılardan pkk ya şeklinde ilişkiler birbirine bir şekilde bağlanacak. Bu bağlar yada hikayenin mantık örgüsü çok iyi olmayacak ama zaten insanlar hikayeyi takip edemiyorlar artık.

    Adamar gözlerinin önünde müdahale üstüne müdahale yapıyorlar, uyduruk bir bahaneyi önümüze atıyorlar, kimse hiçbir şey sorgulamıyor. Normalde ne oluyor? demesi lazım. İnsanlar sadece mahallelerinden bir yabancı geçince adamı incelerler. Hani mahalleyi sahiplendi ya, yabancının ne işi var diyor. Ama Devletini sahiplenmesini bilmiyor.

    Mesela kimse Cemaatin neden darbe yapacağını sormaz? Yani niye darbe yapsın? Şeriat getirmek için mi? Ama bu yöntem islamcıların yöntemidir. Yani kendi yöntemlerini Cemaate yıktılar. Ve şu tabloyu gözden kaçırdılar. Şeriatçı darbeyi şeriatçı islamcılar önledi. Ve laikler şeriatçı islamcıları şeriatçı darbeyi önlediği için teşekkür etti. İkinci tuhaf kısım bir darbe girişimi sonrası birden bire darbeyi anımsatan müdahaleler yapıldı. Bunu Atatürkün kurduğu Devlette de gördük. Önce Yunanı salıyorlar yani Vahdettini taciz ediyorlar. Vahdettin Atatürkü gönderiyor. Savaş kazanılıyor ama birden bire peşine peşine aralıksız değişiklikler oluyor Osmanlı Devletinde. Yani yıkılıyor. 15 temmuz bir sanki yunan istilası gibiydi ve denize dökülüyorlar ama tam sevinecekken birden bire peş peşe garip şeyler olmaya başlıyor. Koskoca Devlet ortadan kayboluyor. Hani Devleti kötülerden korumaya mı çalışıyorlar diyorsun. “Gizleyelim onu, kimse görmesin, böylece kimse zarar veremez” Yani bu algı şeklinde insanlar Devletin olmayışını korumacılık içgüdüsü ile açıklanmasına inanıyor. Devleti birden bire koruma altındaki sanık muamelesi görüyor. Sanki Devleti APO nun kaldığı hapishaneye götürdüler. “Seni bir süre burada misafir edeceğiz”.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin