İki farklı Türkiye’nin ikincisinden manzaralar

HABER YORUM | MUHSİN AHMET KARABAY

İki farklı Türkiye’nin olduğunu hemen herkes yazıyor, çiziyor, ekranlarda anlatıyor. Biri giderek fakirleşen, diğeri hali vakti yerinde, üstelik her geçen gün daha zenginleşen bir kesim. Bugün sizlerle hali vakti yerinde, günden güne daha zenginleşen kesimden birkaç tablo sunacağım.

Anadolu’nun sanayide öne çıkan şehirlerinden bir işadamı geçen haftalarda telefon etti. İstanbul’da olacağı günleri söyledi. Bu süre içinde üç gün öğleden sonraları kendisi ile beraber olup olamayacağımı sordu.

Birbirimizi görmeyeli yıllar olmuştu. Geçmişte sık görüşüp buluştuğumuz, birlikte oturup yiyip içtiğimiz dönemlerin ardından hiç haberleşemediğimiz kopukluk yılları yaşamıştık.

Yeniden oturup sohbet etmeyi ben de çok özlemiştim. Teklifini kabul ettim, kendimi ona göre programladım.

İşadamı arkadaşım, İstanbul’a yanında ihracat müdürü ile birlikte gelmişti. Ürettiklerinin tamamına yakınını yurt dışına satıyor. Görüşemediğimiz yıllarda işini hayli büyütmüş.

İSTANBUL’DA GIDA TİCARETİNİN KALBİNİN ATTIĞI YERLER

Şimdi hem ihracat yaptıkları ülkeleri çoğaltmak istiyor, hem de iç pazara girmeye çalışıyor. Bunun için de satış bölümünü bütünüyle buraya taşımak istiyor. Hedefinin sadece yurt dışı piyasaları genişletme olsa belki bunu bulunduğu şehirde de organize edebileceğini söyledi. Ama iç piyasadan hayli talep olduğunu, bundan dolayı da burada olması gerektiğini anlattı.

Birlikte İstanbul’un gıda ticaretinin yoğun olduğu bölgelerde gezdik. Buralarda bir yer tutmak istiyordu. İlk tercihi gıda ticaretinde kalbinin attığı Mega Center ve İSTOÇ veya buralara yakın yerlerdi.

Bu bölgelerde tanıdığı işadamlarıyla oturup sohbet ettik. (“İşadamı” ifademden cinsiyetçi bir yaklaşım çıkarılmasın. Görüşüp tanıştığımız kesimde kadının adı yok. Bunun için “işinsanı” yerine “işadamı” diyorum.) Beni “Ahmet Bey, beraberiz” deyip tanıştırıyor ben de “Memnun oldum” diyorum.

Bütün sohbetlerde daha çok dinlemede kaldım. Amacım sohbete katılıp kendi görüşlerimi anlatmak değil gözlem yapmaktı. Görünüşüm daha çok “patronunun yanındaki saygılı eleman” gibiydi.

Sanıyorum 20’den fazla işadamıyla görüştük. Pek çoğumuz biliriz, iş dünyasında bir yaklaşım var; sektöre dışarıdan biri olduğunda hep işlerin iyi gitmediğinden, yaşanan sıkıntılardan söz ederler, para kazanamadıklarını anlatırlar. Kayserililerin deyimi ile ifade edecek olursam, “Ağlamayı iyi bilirler”.

TEMMUZDAN BU YANA PİYASALAR COŞMUŞ DURUMDA

Görüştüğümüz insanların hepsi aynı sektörden olduğu için “dışarıdan” kimse yoktu. Hemen hepsi, piyasanın Temmuz ayından bu yana nasıl canlı olduğunu, talebe yetişme konusunda yaptıkları çalışmaları anlattılar.

Bazı işadamları, sattıkları ürün kalemlerini gruplandırıp yeni yer tutmak istediklerini ama yer bulamadıklarından yakındılar. Beni yanında bulunmaya davet eden işadamı arkadaşım da sözü edilen bölgelerde kiralık bir yer arıyordu. Bu kadar çok kişi ile temas kurmasının sebebinin de bu olduğunu öğrendim.

Görüştüğü, iş yaptığı, tanıdığı arkadaşlarından yer bulma konusunda yardım istiyordu. Ne yapmak istediğini anlatıyor, nasıl bir yer aradığını söylüyordu.

İşin garip tarafı, hepsi bir görüş birliği etmişçesine aynı şeyden yakındılar. “Kiralık işyeri yok.”

Birbirlerini tanıdıkları için kimse kimseye telefon bırakmıyordu. Ziyaret edilen işadamları biz mekandan ayrılırken, “Kulağımı dört açacağım. Bir yer çıkarsa mutlaka bilgi vereceğim” diyorlardı.

İşadamı arkadaşım kiralık yer bulamayacağını anlayınca, son gün çevredeki emlakçılardan yardım istemeye karar verdi. Emlakçı ofislerinde oturup çay içerken hemen hepsi anlaşmışlar gibi tabloyu aynı cümlelerle ortaya koyuyorlar:

“Satılık yer bulunabiliyor. Ama kiralık yer maalesef yok” deyip ekliyorlar: “Haziran’dan bu yana fiyatlar ikiye katlanmış durumda. Buna rağmen kiralık yer yok.” Ziyaret ettiğimiz emlakçılardan birinin söylediği ise tabloyu daha net ortaya koydu sanıyorum.

“Eğer şu anda elimde 30 kiralık yerim olsa, hepsini bir haftada kiralayabilecek kadar ajandamda bilgi oluştu.”

BUNLAR İKİNCİ TÜRKİYE’NİN MANZARALARI

İşadamı arkadaşımı dün geldiği şehre uğurladık. Tanıdığı işadamlarına ve emlakçılara bilgi bıraktı ama bir yer tutamadan gitti.

Sonuç itibariyle işadamı arkadaşla gelmeden önce telefonda teklif ettiğinden daha fazla birlikte zaman geçirdik. Sadece iş yapılan yerlere gitmedik, farklı mekanlarda da beraber olduk.

Tr724 okuyucuları, yazılarımdan ve bugüne kadar anlattıklarımdan, benim birinci Türkiye’de yaşadığımı bilirler. İkinci Türkiye’ye hayli uzağım. Özellikle 5 yıla yakın mecburi ikamet sonrasında bütünüyle birinci Türkiye’ye demir atmış durumdayım.

Birinci Türkiye’nin tablosu çok yaygın. İşin garibi bu tabloya giderek daha çok insan dahil oluyor. Lakin ikinci Türkiye’den ülkeye baktığınızda her şey daha farklı görülüyor. Türkiye, birbirinden uzak iki zıt yaşam kesiminden oluşuyor. Üstelik ikinci Türkiye’de yaşayanların birinci Türkiye’ye bakışları hayli iç burkucu.

Bu konuda yalnızca şunu aktarayım, o kesime göre insanların birinci Türkiye’de yaşamalarının tek sebebi var “iş bilmiyorlar”. Kafalarını çalıştırsalar yapacak o kadar çok şey var ki…

İkinci Türkiye, birinci Türkiye’den giderek daha çok uzaklaşıyor. Aradaki fark daha açılıyor. İkincisinden bakıp birincide yaşayanları anlayabilmek kolay değil. Bu tablo ülkeyi rahatlatmıyor, aksine daha çok gerginleştiriyor.

Gerginlik her zaman tehlikeli.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. İş bilmemekle ilgili değil. “Network” sahibi olmayla ilgili. Hele ki KHK’lı ve de hakkında hüküm varsa, olan çevren de kayboluyor. Alanında ne kadar uzman olursan ol, kimse resmi olarak seni istihdam etmek istemiyor. Kendin şirket kurmak istesen, o da pek mümkün değil, hele ki para kazananlara atanan kayyımlar ortadayken. Yeni bir ürün geliştiriyorsun test edecek yer bulamıyorsun, ortaklık teklif ediyorsun ipotek altına almaya çalışıyorlar. Çok uzatmaya gerek yok, iş bilmeme ile ilgili değil, “takozu” alsınlar yeter.

  2. https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Income-and-Living-Conditions-Survey-2020-37404

    GİNİ katsayısı
    Türkiyede, neden bir tarafta şakır şakır para kazanan var deniyor, diğer taraf sefalet derseniz, GELİR TİPİ yaklaşımla cevabı, GİNİ KATSAYISINA bakmaktır sevgili yazar ve değerli okuyucular.

    Türkiyenin yüzde 20 si, gelirin yüzde 47,5 ini, yani YARISINI alıyor. Bir yüzde 20 side, gelirin sadece Yüzde 5 ini alıyor. İki Türkiye de bu nedenle gerçek. Sorun GİNİ KATSAYISININ ARTMASI, yani adaletsizliğin artması. İlgilenenler yukarıdaki resmi linki tıklayabiler, TÜİK in. Gerçeğin bundanda ötede olduğunu düşünüyorum.

    https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Income-and-Living-Conditions-Survey-2020-37404

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin